Arşivden: Sürprizler, etkileşimler ve Rashit

Memleketin köklü punk-rock gruplarından, 1993’te kurulan Rashit’in 1999’da yayınladığı Telaşa Mahal Yok albümü bu sene -dile kolay- yirminci senesini devirdi. Bizi maziye döndüren böyle haberler yüzümüze özlediğimiz bir gülümseme getiriyor. Kod Müzik de aynı şekilde hissetmiş olsa gerek ki, Telaşa Mahal Yok albümünün 20. yaşını İngiltere’den Frank Ashcroft’un masteringiyle yeniden ve bu sefer plak formatında (!) yayınlıyor. Hatta iş burada da bitmiyor, 13 Aralık’ta Audioban ofisinde mini bir söyleşi yapmak için bir araya gelecek Rashit ekibi, sonrasında açılışını İsviçre’den The Lovers ve AYNASIZLAR gruplarının yapacağı bir geceye performanslarıyla nokta koymak için Kadıköy The Wall Saloon’a geçecekler. Heyecanlandık mı? İtiraf ediyoruz, heyecanlandık.

Heyecanla beraber beynimize kan gitmiş olsa gerek, zira çiçeği burnunda Bant’ın 2004 tarihli ikinci sayısında, James Hakan Dedeoğlu’nun o sıralar kayıt aşamasında olan Herşeyin Bir Bedeli Var albümünün bahanesiyle Rashit ile gerçekleştirdiği röportajı da bu müjdeyle beraber hatırladık. Sözü daha fazla uzatmayalım ve sözü 2000’lerde yapılmış olsa da 90’lar kokan bu sohbete bırakalım.

Sürprizler, etkileşimler ve Rashit

Röportaj: James Hakan Dedeoğlu

10 yılı aşan bir mazinin üzerinde yükselen Rashit Ada Müzik’ten yayınlanacak olan yeni albümlerinin çalışmalarını tamamlamak üzere. Albümde, az sonra okuyup öğreneceğiniz sürpriz isimler var. Albümün tarzı ise, Rashit’in bilindik izlerinin yanı sıra yeni fikir ve etkileşimler taşıyor. Grubun kurucu üyesi Tolga Özbey ve Orkun Tunç ile yeni albümleri, geçmişleri ve fikirleri üzerine konuştuk.

Taksideyim. Teşvikiye’den Taksim’e, ofisten röportaj yerine. Soru bulmak için 10 dakikam var ya da geçmişimden bir dönemi hatırlamak için. Takside çalan müziğe kulaklarımı tıkamam, dışarıda akıp giden görüntüye takılmamam gerek. Biraz daha düşünmem, dikkatimi toplamam gerekiyor. Yavaş yavaş bir görüntü beliriyor gözlerimin önünde, elimde gitarım var. 15 yaşındayım, bundan dokuz yıl öncesi, Taksim’de bir barın kapısından içeri girmek üzereyim; güneşli bir gün, yakın arkadaşlarım olan grup elemanlarıyla içeri giriyoruz. Afişe takılıyor gözüm ve hemen bizim grubun adını ayırıyorum aralarından PROF (Popüler Rock Starı Olma Fikri). Evet, biraz daha netleşiyor her şey şimdi, sonra afişteki diğer grupların adına kayıyor gözüm; çoğunu hatırlayamıyorum bulanıklar ama bir tanesi, en tepede yazanı net bir şekilde okuyabiliyorum: Rashit.

Dahasını hatırlamak için kendimi biraz daha zorluyorum. Bar çok dolu değil, herkes birbirini tanıyor. Seyirciler ve grup elemanları birbirleriyle laflaşıyor, şakalaşıyor. Davulcumuz babasıyla kavgalı olup evden çıkamadığı için başkası çalıyor bizimle. Tam bir rezaletiz ama seyircilerin keyfi yerinde. Yanlış hatırlamıyorsam ya da zihnim bana oyun oynamıyorsa bir ara seyirciler timsah yürüyüşü yapıyorlar. Vokalistimiz gururla liriklerini saydırıyor: “gece saat üç olunca, o…pular sokağa çıkınca…!”. Benim görevim sadece gitar çalmaktı, çok da umurumda değildi aslında seks işçilerinin hangi saatte dışarı çıkıp çıkmadıkları. Ama keyfim yerindeydi, müzik yapıyorduk, eğleniyorduk, kıl olunan şeyler hakkında şarkılar yazılıyordu. Ufak ya da büyük, sonuçta İstanbul yeraltı müzik piyasasında bir punk hareketlenmesi vardı ve tam göbeğinde duruyorduk. Sonra o dönemden günümüze kadar yaşamayı başaran tek isim Rashit’i izlediğimi anımsıyorum ve ardından taksi duruyor, zihnimdeki görüntü de dağılıyor.

Albümde Steve MacKay saksofon çalıyor
Rashit davulcusu Orkun Tunç’un müzik dükkânı Room’un bulunduğu Sıraselviler Pasajı’na giriyorum. Dört kişilik Rashit ekibinden davulcu Orkun ve grubun 10 yıl önceki kurucu kadrosundan geriye kalan tek kişi gitarist Tolga Özbey var: “Zamanında herkesin oldukça fazla boş vakti vardı ve sık sık stüdyoya gidebiliyorduk. Şimdi röportaj için bile bir araya gelemiyoruz”. Evet, bu gözden kaçmayan bir ayrıntı ama müzik yapmak için en azından stüdyoda bir araya gelebiliyorlarsa sorun yok demektir. Rashit cephesinde de sorun yok gibi gözüküyor; 2003 tarihli Adam Olmak İstemiyorum’un takipçisi olacak yeni albümlerinin demo kayıtlarını tamamlamışlar, çok sevdikleri müzisyenlerle birlikte çalışmışlar, solo projelerine de ağırlık vermeye başlayacaklarmış. Önceki çalışmaları Adam Olmak İstemiyorum, grubun popüler medya tarafından tanımlanmasını ve fark edilmesini sağlayan, büyük çaplı ilk albümleriydi: “Bu durum bizi bayağı şaşırtmıştı. Hiç reklam yapmamıştık, klip çekmemiştik ama sanki Gülben Ergen albüm çıkarmış gibi ilgi gösterdi basın. Cosmopolitan’dan Esquire’a herkes bizimle röportaj yaptı. Albümün başarısı bizim planlarımız dışında ilerliyordu”. Düz mantık: Çalışan karşılığını alır. Türkiye’de bu süreç biraz uzun da sürse eninde sonunda karşılığını alıyorsunuz. Rashit, –fazla dramatize etmeden söyleyeyim- sıkılmadan, bıkmadan ama her zaman bir şeylere kıl olarak sevdiği müziği en uzun süreli icra eden gruplardan biri.

Medya artık kolay tüketilen tarzların dışında kalan, komik ve anlamsız etiketlerle tanımlamaya çalıştığı müzik türlerine sırtını dönmüyor. Hmm, acaba neden? Her neyse, ama Ceza’nın son albümünün yarattığı büyük etkiyi de yadsımak imkânsız. Akşam eve dönüp ana haber bültenini açtığım zaman artık stüdyo konuğu olarak Ceza’yı buluyorum karşımda, ardından Irak haberleri giriyor: “Kendini nasıl gördüğüne bağlı her şey. Sana yirmi bin satan bir dergide röportajının çıkması gibi bir teklif geldiğinde, sen kendi tavrını koruyarak röportaj verirsen çok enteresan sonuçlar alınabilir. İyi ya da kötü tepkiler alabilirsin ya da esas amacın olan başarıyı elde edebilirsin. Ayrıca ‘Rapstar’ bizce çok güzel bir albüm olmuş”. Peki ya Rashit, onları da akşamları ana haber bültenlerinde görecek miyim? Orkun kendinden emin: “Çağırırlar bence zaten. Oraya kendimiz olarak gittiğimiz sürece değişen bir şey olmaz.”

Röportajdan birkaç gün evvel grubun yeni albümüyle ilgili ilginç haberler almıştım; albümde birçok müzik severi heyecanlandıracak bir konuk olduğuna dair. Evet Tolga, sırrı açıklamanın vakti geldi: “Şu ana kadar belli olan en sürpriz isim The Stooges’ın saksafoncusu Steve MacKay”. Peki bu koalisyon nasıl gerçekleşmişti: “Aslında bizimle çalmayı kendisi teklif etti. Enteresan bir hikâyesi var bu durumun. Daha önce Skana diye bir grup gelmişti İstanbul’a ve bizle beraber kalmışlardı. Bu grubun bateristi meğerse Steve MacKay ve The Stooges’la çalışıyormuş. Kendisi, Iggy Pop ve The Stooges konser için İstanbul’a gelmeden önce de, sahne arkasına isimlerimizi yazdırdığına dair bir e-mail ulaştırdı bize. Sahne arkasına gittik ve MacKay ile tanıştık. Onunla konuşurken ‘konserden sonra mutlaka görüşelim’ diyalogları oldu ve Conrad Oteli’nde kaldığını söyledi. Biz de herhalde yine bir grupla İstanbul’u gezeceğiz diye düşünmeye başladık. Sonra onunla buluştuğumuzda ‘beraber kayıt yapma şansımız olursa beş gün daha İstanbul’dayım, kayıda girebiliriz’ dedi. Biz de albüm demosunu kaydettiğimizi ve esas kayıtlara başlayacak olduğumuzu belirttik. O da albümde bulunmak istediğini söyledi ve doğal olarak dumur olduk. Apar topar albüm kayıtlarına başladık. Dört şarkıyı birlikte kaydettik ve dört beş tane de doğaçlama şarkı kaydettik”.

Biraz başa dönüş, biraz da yeni fikirler
Dediğim üzere, çalışan karşılığını alır. Açık olarak gözüküyor ki Rashit’i yeni albümüyle birlikte ana haber bültenlerinde göreceğim, ayrıca grubun sadık severleri de fazlasıyla tatmin olacak. Sahi, yeni albümün adı neydi: “Herşeyin Bir Bedeli Var. En son bu isme karar verdik. Albüm biraz tüketim üzerine. Paranın, müziğin, yapılan tüm şeylerin değerinin yok olması üzerine. Yani sanatı Aksanat’tan görmek, müziği müzik marketlerden almak ve onlar ne sunarsa onu görüp bilmek gibi konulara karşı bizim eleştirilerimizi içeriyor”. Ayrıca merak ettiğim başka bir şey daha var, Stooges saksafoncusu MacKay ile stüdyoya giren Rashit Iggy Pop ile tanışabildi mi: “Iggy ile kimse tanışamamış galiba. Biz de tanışamadık. Ama The Stooges’ın gitaristi, menajerleri ve konserde başına amfi düşen çocuk Chris ile tanıştık”. Yine de Mazhar Alansonvari bir hikâye yok Rashit’in torbasında, Iggy ile tanışmak için kapı falan tekmelemişler. Ancak kimsenin bilmediği bir sır taşıyorlar, sırrı açıklama görevi Orkun’un: “Kimsenin bilmediği bir olay söyleyeyim mi size? Tüm grubun sakalı vardı. Hiç dikkatinizi çekti mi bilmiyorum ama Türkiye’ye gelmeden önce hepsi birlikte sakal bırakmaya karar vermiş. 70’lerden efsanevi garaj gitaristi Deniz Tek vardır, Radio Birdman’nın üyesi. Avusturalya göçmeni Türk, doktor, jet pilotu falan… Bu adam da Ron Asheton’ın iyi bir arkadaşı. Dolayısıyla gelmeden önce onun aracılığı ile bir Türk düğünü kaydı izlemiş ve bu kayıtta herkes sakallıymış. Onlar da tüm Türkler sakallı sanarak buraya gelmeden önce sakal bırakmaya karar vermişler. Bizi görünce de neden bu kadar temiz olduğumuzu sordular, şaşırdılar”.

Açıklanmamış sırların, sürpriz isimlerin ardından sıra Rashit’in yeni albümünü dinlemeye sıra geliyor. Pasajda dayanılmaz bir ses curcunası var; müzik cihazları satan yan dükkânda şuursuz bir müşteri rastgele bastığı davul synthsizer’ından dehşetengiz sesler çıkartmakta. Ama daha kötüsü de var; arkamızdaki dükkândan tam gaz Bon Jovi parçaları yükseliyor. Birinin buna dur demesi gerek! Ve Rashit’in yeni albümünün iskeletini oluşturan demo kayıtlar çalmaya başlıyor. Rashit istediği kadar gürültülü olsun, o sırada ninni gibi geliyor. Yine de Rashit her zamanki gibi, temellerine uzak değil hatta onlara sıkı sıkıya bağlı. Garage rock’ın yükselişi onları ateşlemiş ama farklı müziklere olan ilgileri de önemli bir derecede oynamış yeni albümün yapılanmasında. “Yeni albümde etkilendiğimiz birçok şey oldu tabii. Garage sound’unun yeni halinden etkilendik ve tabii eski gitar sound’una olan özlemimiz de devam ediyor. İkisini birleştirerek ve de hali hazırda sahip olduğumuz Rashit tarzını koruyarak değişim gösterdik. Biraz Public Enemy, biraz Gang of Four, X-Ray Spex gibi grupların etkilerinin yanında belki biraz da electro-clash etkisi görülüyor. Bazı parçaların değişik versiyonları, remix’leri falan da olabilir. Albüm çıktıktan sonra da bireysel projelerimiz olacak. Aslında kendi projelerimizi yapma fikri de çok ilgimizi çekiyor çünkü hepimiz farklı şeyler de dinleyebiliyoruz” diyerek anlatıyor davulcu Orkun yeni albümün oluşumunu.

Bu arada arkada çalan Rashit’in yeni albümüne de kulak kabartıyorum. Daha melodik ve kulağa hemen yapışan parçaların yanı sıra yine saldırgan, kolaylıkla kök punk olarak sınıflandırılabilecek parçalar var. Özellikle “Dev Otoban Çizgileri” ve ‘I, Robot’tan esinlenerek yaptıkları “Ben İnsan” adlı parçalarına dikkat edin! Tolga’ya eski grubum PROF’u hatırlatmadan edemiyorum; anlık bir duruş, gözler kısılıyor, anı belleğinin süzgecinden geçiriliyorum. Dokuz yıl öncesine göre değiştiğimin farkındayım. Çok değil ama artık kısa saçlıyım ve ufak da olsa bir göbeğim var! Ama hatırlıyor grubu, bazı parçaları ve sonra beni de hatırlıyor. 90 ortalarını soruyorum ona; gündüz konserlerini ve her gün bir yenisi çıkan Türk punk grupları dönemini: “80’lerden kalma çok güzel bir gitar sound’u vardı ortalıkta ve bu durum insanları punk müziğine doğru itmişti. Güzel bir dönemdi, ufaktı belki ama kendi içinde güçlü bir hareketlenmeydi. Çoğu sonradan yok olsa da gerçekten iyi gruplar vardı. Umarım bir daha öyle bir dönem gelir”.

“900 bin lira telif yatırdılar”
Anlayacağınız, özellikle İstanbul’da tuhaf bir müzik piyasası var. Kısa ömürlü dönemler gelir ve gider, gruplar kurulur ve dağılır, bir arada kalıp müzik yaparak para kazanmak isteyenler piyasaya göre müzik yapar, istediği müziği yapan para kazanamaz… “Belirli bir müzik temeli yok Türkiye’de. Neyin ne olduğu çok bilinmiyor. Müzik sürekli bir devinim içinde ve buraya ne gelirse onu sevebiliyor insanlar. Hiçbir müzik tam olarak sindirilmiyor burada. Türkiye’de Serdar Ortaç gibi isimlerin sound’u bile değişebiliyor. Bir bakmışsınız müziğin altyapısı Aphex Twin gibi, Autechre gibi olmuş. Bu sesleri nereden edindiklerini bile bilmiyorlar çoğu zaman”. Biz İstanbul sakinlerinin müzik akımlarını tüketici bir yanımız var; Tolga ve Orkun’un da dediği gibi beğeniyoruz, bir süre takılıyoruz, sıkılıyoruz, bir kenara atıyoruz.

Müzik piyasası zorlu, kendi istediğin müziği yapmaya çalışmak, yılmamak… Benim asıl merak ettiğim Rashit’in Rashit olmakla karınlarının doyup doymadığı: “Az çok doyuyor artık. İyi bağlantılar kurup, konserler organize ederseniz para kazanabilirsiniz”. Peki gelişmekte olan(!) Türkiye müzik piyasasının yeni gereklerine adapte olmaya başladılar mı acep? Örneğin bir edisyon şirketiyle anlaşmış ya da menajer tutmuşlar mı kendilerine: “Edisyon şirketiyle çalışanlar kervanına katılsak mı katılmasak mı emin olamıyoruz. Çok oturmuş görünmüyor henüz bu durum bize göre. Biz şu ana kadar bir menajer bile istemedik. Menajerlerin grupları sömürdüklerine ve tüm işlerimizi kendimizin daha iyi yapabileceğini düşünüyoruz. Bu sebeple edisyon şirketi için de oturup düşünmemiz lazım. İşlerin senin kontrolünden çıkması kadar kötü bir şey olamaz, bu durum bizi çok korkutuyor”. Kendi ayakları üzerinde durmayı ilke edinmiş bir grup için yerinde bir karar bu. “Zaten Türkiye’de müzisyenlerin hakları gibi kurallar işleseydi herşey daha farklı olurdu. Biz hesapladık, televizyonlarda ve radyolarda çalınan parçalarımızdan telif alsaydık kişi başı en az bir buçuk milyar almamız gerekiyordu ama geçenlerde bize 900 bin TL gibi absürt bir telif verildi”.

Sanırım bu yüzden göt göbek sallamak istemeyen müzisyenlerin tatmin olması için yapabilecekleri en iyi şey yurt dışına açılmak. “Yurt dışında daha önce yaptığımız yazışmalar, anlaşmalar vardı. Aynı şirketlerle olan anlaşmalarımız halen sürüyor. Biz de yeni kayıtlarımız oldukça onlara gönderiyoruz. Alternative Tentacles ile bir anlaşmamız da olabilir. Kısacası artık yurt dışına gitmemiz lazım. Bunun gerçekleşeceğine de inanıyoruz. Mesela Manchester’da Holidays in the Sun isimli önemli bir festival gerçekleşiyor, önümüzdeki sene orada çalacağız. Bu festival bizim için çok önemli bir sapak”. Rashit’in yeni albümü Kasım ayında piyasada olacak. Bu röportajın son sorusu ise en sevdikleri robotun hangisi olduğu? Orkun: “Robots and Spaceships isimli çok favori bir kitabım var. Ama en sevdiğim robot Star Wars’dan C-3PO”.