Seslerin taşıdığı hatıralar: The History of Sound

Yazı: Melikşah Altuntaş

Skoonheid / Beauty ile yakaladığı çıkışın ardından iki yıl önce Venedik Film Festivali’nde gösterilen ve Bill Nighy’ye Oscar adaylığı getiren Living ile övgüler toplayan Oliver Hermanus’un başrollerini Paul Mescal ve Josh O’Connor ikilisine emanet ettiği son filmi The History of Sound, projenin gebe olduğu yoğun beklentinin bir tık altında kalan bir dönem romansı.

Ben Shattuck’ın aynı adlı romanından uyarlanan ve izleyicisini 20. yüzyıl başlarındaki Amerika kırsalına taşıyan film, konservatuarda tanışan iki müzisyen Lionel (Paul Mescal) ile David’in (Josh O’Connor) I. Dünya Savaşı’nın gölgesindeki aşkını ve birlikte çıktıkları kayıt yolculuğunu konu ediyor.

Hermanus imzalı kuir bir dönem romansı izleyecek olmak yeterince cazipken işin içine bir de Mescal ve O’Connor isimleri eklenerek projenin çapı büyümüş ve The History of Sound henüz çekimlerine bile başlanmamışken 2025’in potansiyel Oscar avcılarından birine dönüşmüştü. Film de ister istemez bu baskı ve minik bir “ısmarlama proje” duygusunun altında eziliyor yer yer. Her iki başrol oyuncusunun da dünya çapında birer arzu nesnesine dönüşmüş poster çocukları olması, hikâyenin doğalında akan inandırıcı çift kimyasına darbe vururken; senaryoda ikilinin aşkına seyirciyi ortak eden unsurların eksikliği de bu kırık aşk hikâyesi trenine binmemize belli ölçüde mani oluyor.

Dönemi itibarıyla bakıldığında savaşın yaralarının yeni yeni sarılmaya çalışıldığı ve fakirliğin, yoksunluğun ülke genelinde bir kabule dönüştüğü son derece muhafazakâr bir toplum yapısına da sahip Amerika’da, kimliklerini gizlemek zorunda kalan bu iki adamın çeşitli ülkelere ve başka ilişkilere sürüklenen hikâyesi, film ilerledikçe odağını bulmakta iyice zorlanıyor. Öyle ki bir süre sonra yıllara yayılan bir öykünün kopuk fragmanlarını izliyormuşuz duygusuyla baş başa kalıyoruz. Hâl böyle olunca da The History of Sound, sinema tarihinden yan yana durmaya öykündüğü Brokeback Mountain, Maurice ya da Happy Together gibi örneklerine duygu olarak yaklaşmakta zorlanıyor. Tüm bu açmazlara rağmen filmin bizi bir eşya üzerinden özenle hazırladığı sarsıcı finalinde insanın kalbinin parçalanmama şansı çok düşük.

Beyazperdenin çeşitli duyulara odaklanan filmleri arasında eşine az rastladığımız işitme duyusu üzerinden sesin hatıraları meselesini eşeleyen The History of Sound aslında en çok da bu yönüyle ilgiye değer. Duyduğumuz seslerin bir dönemi, bir kültürü taşıyan türkülerin, ağıtların, on yıllar önce bambaşka müzisyenlerin çalgılarından, vokallerinden dökülmüş notaların bugünkü bize ne söylediği, içimize ne akıttığı ve bizi kime dönüştürdüğü üzerine kafa yoran bir film izlemek her zaman karşımıza çıkan bir tecrübe olmadığı için The History of Sound’u sadece bu özelliğinden dolayı bile ilgiye değer bulmak mümkün.

Filmin Cannes’daki ödül potansiyeli fazla yüksek olmasa da eğer yapımcı şirket güçlü bir kampanya yaparsa ödül sezonunda En İyi Film, Yönetmen, Uyarlama Senaryo, Paul Mescal’e En İyi Erkek Oyuncu, Josh O’Connor ve Chris Cooper’a ise Yardımcı Rolde En İyi Erkek Oyuncu adaylıkları getirmesi de bir hayli olası.