“Burada, Los Angeles’ta yerleşik çok iyi bir sanatçı olan ve kendine sağlam bir kariyer oluşturmuş eski öğrencim Jaime Muñoz ile bir röportaj yapabilirsiniz diye düşündüm.”

Asad Faulwell


Jaime Muñoz ile kimlik ve hatıra üzerine

California merkezli sanatçı Jaime Muñoz, kendisinin, ailesinin ve Amerikan Chicanx deneyiminin ortak paydasından işler üretiyor. Daha önce Bant Mag. sayfalarında, ince detaylarıyla göz dolduran “Les Femmes D’Alger” sergisi vesilesiyle yer verdiğimiz Asad Faulwell’in öğrencisi olan Muñoz, çarpıcı grafik estetiği, canlı renkleri ve eserlerinin özenle dizilmiş katmanlarıyla dikkat çekiyor. Muñoz, çizim, resim, heykel, video ve seramik dahil olmak üzere birçok farklı ortamda çalışıyor ve sanata tam zamanlı olarak yönelmeden önce, emekçi sınıfının bir parçası olarak yaşayıp gözlemlediklerini işlerine taşıyor; kompozisyonlarını titizlikle bölümlere ayırarak Mezoamerikan dini ve kültürel tarihinden simgeleri, günümüz kapitalist popüler kültüründen görsellerle üst üste sunuyor. Biz de genç sanatçıya çalışmalarında kullandığı kod ve imgeleri, yeni Chicanx sanat dalgasını ve bu aralar ne üzerinde çalıştığını sorduk.

Sanatla ilk ne zaman ilgilenmeye başladın? Ve ilk ilham kaynaklarından hangilerini hâlâ taşıyor ve işlerinde görüyorsun? UCLA’deki zamanın icranı nasıl etkiledi?

Annem ve dayım George beni sanatla tanıştıran ilk insanlardı. Çocukken, annemle dayımın lisedeki sanat portfolyolarını bulmuş ve teknik çizim kabiliyetlerinden çok etkilenmiştim. Dayım çizgi roman çizerdi, annem ise el yazısı, eski İngilizce yazımı ve bir de grafit çiziminde çok yetenekliydi. Onların detaylara gösterdiği özene ve işlerindeki verimliliğe hayranlık duydum, er geç de hayatım boyunca etrafımda yarattıkları şeyleri gerçekten takdir etmeye başladım. Bu onlara çalışmaları hakkında soru sormam için bana ilham verdi ve beni kendi yaratıcı düşüncelerimi keşfetmeye motive etti.

Lisenin ardından, Slater adında, Fontana, California’da bulunan bir beton firması için çalışmaya başladığım sırada kendi sanatım hakkında da ciddi düşünür oldum. Liseden hemen sonra orada tam zamanlı işe girdim ve boş zamanlarımda sanatıma odaklandım. Slater’da yaptığım işin doğası gereği, çalışırken kendi fikirlerim üzerine düşünmeye çok zaman ayırabildim. Genel olarak “sanat” kavramı, sanatın bana ne ifade ettiği ve onunla deneyimlerimi düşünerek vakit geçirdim. Beni mavi yaka olarak konumlandıran toplumsal güç dinamiklerine, bir yandan da sanatımı yapmama karşı duran engeller üzerine kafa yordum. Üretecek zamanımın azlığından ötürü temel bir dezavantajda olduğumu fark ettim. Ama sonuçta şimdi geriye dönüp baktığımda, Slater’da olduğum süre boyunca çok derin değerler edindiğimi görüyorum. Disiplinim ve fedakârlıkla olan ilişkim orada çalıştığım zamandan geliyor. Ürettikçe, oradayken edindiğim dersleri, deneyimleri ve karşılaştığım insanları hep aklımda taşıyorum.

Bu son ekonomik durgunluk dönemindeyse Slater’daki işime son verildi ve başka iş bulamadım. Farklı bir şeyin peşine düşmek için can atıyordum ve sanatta yüksek öğrenime yöneldim. Bir sanatçı olarak kendime ve çalışmalarıma yatırım yapmaya başladığım zaman, işler benim için yavaş yavaş değişmeye başladı. 2014’te UCLA’de okumak üzere kabul edildim; oradayken de eleştirel düşünmeye odaklanabildim ve fikirlerimi sanat içerisinde ifade etmeyi uyguladım. Beni envaiçeşit ortamla tanıştıran bir sürü yeni janr dersi aldım. Bu fikirler kesinlikle sanatçı olarak bakış açımı şekillendirdi. Ailemin [sanatsal] çalışmalarının etkisi ve Slater’da geçirdiğim vakit de şu anda ilhamım adına merkezi önem taşıyor.

Çalışmalarını titizlikle katmanlandırıyorsun. Çalışma aşamalarını ise ayinsel ve biraz da doğaçlama olarak tarif ettin. Yaratım sürecinden ve parçalarının nasıl bir araya geldiğinden biraz bahsedebilir misin? Bu kullandığın ortama göre nasıl değişiyor?

Yeni bir çalışmalar bütünü içerisine girdiğim zaman, ilk başta çok sezgisel oluyor. Bir konseptle başlıyorum ve ifade etmeye çağrıldığımı hissettiğim her ne ise, ona yoğunlaşmaya çalışıyorum. Son zamanlardaki işlerim de kimlik ve hatıra etrafındaki fikirlere odaklanmaktan doğuyor. Sürece kişisel hatıralarımı irdeleyerek girişiyorum ve birkaç günü araştırma yaparak, konuları bir günlüğe kaydederek başlıyorum. Süreç içerisinde özdönüşümsel olduğumdan dolayı, üretim aşamasındaki hareketlerimin tekrarı biraz ayinsel bir hal alıyor. Kendi içimde çözümlemeye çalıştığım fikirler, yaptığım işin bir parçası oluyor.

Üretimimin daha yapısal unsurları ise kompozisyon oluşturma sürecinin etrafında dönüyor. İşlerimin teknik yönü, ticari bir sanatçı olarak edindiğim deneyimlerimden etkileniyor. Fikirlerimi Photoshop’ta düzenliyorum ve katmanlama sürecini de bu ortam aracılığıyla düşünüyorum. Katmanlandırmanın kendisi ise özenle planlanıyor. Her adımı nasıl icra edeceğimi formülleştiriyorum. Resimlerime de Photoshop’ta yapacağım tasarımlara benzer şekilde, genellikle degrade katmanıyla başlıyorum.

Farklı ortamlarda bu teknik katmanlama süreci farklılaşabiliyor. Seramik ya da çizim yaptığım zaman, fikirlerim ve dürtüsel hislerim süreci yönlendiriyor. Mezoamerikan çömlek tasarımından da çok ilham alıyorum. Parçaları kendim pişirdiğimden, seramik çalışması yapmak da bir ayin gibi benim için. Çizimlerime genellikle onları bölmelere ayırarak başlıyorum. Bu bölmeler de evrim geçirdi benim için, hem fonksiyonel hem de dekoratif olmaları bakımından. Onları çalışmalarımda, sıklıkla görsellerin bağlamı içerisindeki farklı fikirlere seslenmek üzere sergiliyorum. Aslında onları çizimlerimde kullanmak, beni sonunda tablolarımda da dekoratif bölmeler yaratmaya götürdü.

“Şu anda da sanat dünyası bize kendimizi ifade etmemiz için bir platform verdiğinden dolayı oldukça özgün bir pozisyonu tutmaktayız. Tek umudum bu platformun yalnızca geçici bir evre değil, sanat dünyasında beyaz olmayan sesler için sürdürülebilir bir alan olması.”

İşlerinin çarpıcı bir estetiği var ve Mezoamerikan imgelerine, dini sembollere veya popüler kültürden imgelere sıkça yer veriyor. İşlerinde tekrar tekrar yer verdiğin imge veya kodlar hangileri? Bu seçimleri yaparken nelere bakıyorsun?

Çalışmalarımın görsel dili, kimlik ve Amerika’daki dışlanmış Latin asıllı nüfusla olan ortak deneyimlerimin belirli yönlerine odaklanıyor. İşlerimin ana temalarından biri, Kolomb öncesi dönem ile sömürgecilik sonrası dönemin dini ikonografisini yeni bir bağlama oturtmaya odaklanıyor. Niyetim dini ikonografinin sömürgeci tarihini açığa çıkarmak ve sömürgeciliğin bu doğruları bastırma ve silme çabalarına rağmen, hâlâ geride kalan antik bağlantıları ortaya çıkarmak. Düşüncelerim beni sömürgeciliğin doğasını ve onun, özü itibariyle hâlâ istismarcı olan ve kapitalist gelişim adına kitleleri haklarından mahrum eden modernite efsanesini ne şekilde biçimlendirdiğini anlamaya yöneltti. İşçi sınıfının adaletten yoksun realitesini ve insan emeği ile mekanik emeğin arasındaki çizginin çoğunlukla nasıl bulanıklaştırılarak bireyleri insanlıktan çıkarmakla sonuçlandığını ortaya koymayı umuyorum.

Daha önce eserlerinin kendi Chicano kimliğini ve meta ile tüketicilik kavramlarını soruşturduğunu belirttin. Bu ikisinin arasında nasıl bir ilişki görüyorsun?

Amerika Birleşik Devletleri’nin insan vücudunu sömüren bir tarihi var. Chicano deneyimi içerisindeyse koyu tenli vücutların metalaşmış emek amacıyla sömürülmesi tarihi var. 1929–1936 yıllarında Meksika’ya iade yasasından 1942’deki Bracero Programı, 1968’deki Doğu Los Angeles grevleri ve günümüz idaresinin altında, Amerika ile Latin nüfusu arasındaki bu işlevsiz ilişkiyi devam ettiren göç politikalarına.

“Ailem ve kültürel tarihim, kendi vücudum ve iş gücü ile olan ilişkim, bir de bizden öncekilerden kalan bilgeliğe bağlı olan bir kan belleğinden doğduğunu hissettiğim direnç bana çok ilham veriyor.”

Yeni ve çağdaş bir Chicana/o/x deneyimini aktarmakla nitelendirilen genç bir grup sanatçı ile birçok karma sergide (A mexican 4 Threads , vs.) yer aldın. Bu ortamı ve bu yeni ifade dalgasını nasıl betimlersin?

Tarihsel olarak sanat dünyasının Latinx sesleri “yeniden keşfettiği” anlar olduğunu hissediyorum. Şu anda da sanat dünyası bize kendimizi ifade etmemiz için bir platform verdiğinden dolayı oldukça özgün bir pozisyonu tutmaktayız. Tek umudum bu platformun yalnızca geçici bir evre değil, sanat dünyasında beyaz olmayan sesler için sürdürülebilir bir alan olması. Umuyorum ki bu düşünsel bir değişim ve yeni bir bilinç düzeyinin yeniden çerçevelendirilmesidir; kalıcı bir kültürel değişimdir.

Yeni bir işe başlamadan önce kullanacağın belirli görselleri bulup uyarlamaya, seni çalışmaya iten şeyler neler? Bu aralar sana neler ilham veriyor?

Şu andaki işlerim kendi hatıralarım ve özdüşünümümden esinleniyor. İşlerime aşıladığım samimi hikâyeler ve deneyimler, bundan daha geniş, toplumsal bir deneyimle bağlantılı. Bir sanatçı olarak, çevreme karşı olan sorumluluğumun bir parçası olarak bu anlatıları çalışmalarımda yansıtmaya doğru çekiliyorum. Ailem ve kültürel tarihim, kendi vücudum ve iş gücü ile olan ilişkim, bir de bizden öncekilerden kalan bilgeliğe bağlı olan bir kan belleğinden doğduğunu hissettiğim direnç bana çok ilham veriyor.

Peki şu anda ne üzerinde çalışıyorsun? Ve bundan sonra ne yapmak isterdin?

Şu anda Frieze LA 2020 için yeni bir tablolar bütünü hazırlıyorum; bir de bu aralar seramik ve heykel çalışmalarımı çok düşünüyorum. Farklı ortamları içeren yeni işler yapmayı iple çekiyorum.

  1. Bant Mag. 15. Yıl Özel Sayısı #2

    İlk sayısını 2004 Eylül’ünde yayımladığımız Bant, çoğumuz (siz, biz, çoğumuz) için bir hayli dönüştürücü olduğu aşikâr 15 yılı geride bıraktı. Muhakkak

  2. Ebru Yıldız sordu: Avustralyalı müzik fotoğrafçısı Jamie Wdziekonski cevapladı

    Ebru Yıldız sayesinde tanıştığımız, Melbourne’de yaşayan ve konser fotoğraflarının yanı sıra protesto ve eylemlerden çektiği karelere de hayran olduğumuz Jamie Wdziekonski'ye çalışmaları ve ülkesinin müzik sahnesine dair soruları da bizzat Ebru Yıldız sordu.

  3. Asad Faulwell seçti: Jaime Muñoz ile kimlik ve hatıra üzerine bir röportaj

    “Şu anda da sanat dünyası bize kendimizi ifade etmemiz için bir platform verdiğinden dolayı oldukça özgün bir pozisyonu tutmaktayız. Tek umudum bu platformun yalnızca geçici bir evre değil, sanat dünyasında beyaz olmayan sesler için sürdürülebilir bir alan olması.”

  4. John Stanier (Battles, Helmet) seçti: New Yorklu sanatçı Guy Richards Smit ile röportaj

    New York’ta yaşayan ressam, video ve performans sanatçısı Guy Richards Smit’in memonto mori sembolizmi ile çağdaş konuları bir araya getirdiği, kafatası imgesini merkeze alan A Mountain of Skulls adlı monografisi geçtiğimiz sonbahar yayımlandı. Smit’in daha önce farklı sergilerde izleyiciyle bir araya getirdiği ve uzun yıllar üzerine çalıştığı, her biri farklı bir kişiliğe sahip kafatasları, sanatçının Çekya’da bulunan Sedlec Kemik Kilisesi’ne yaptığı ziyaret esnasında hissettiği yoğun duygulanım sonucu hayat bulmuş.

  5. Aklımdakiler: Murat Meriç ve “Hayat Dudaklarda Mey” kitabı

    Murat Meriç'in nesiller ilerledikçe unutulma riskiyle karşı karşıya olan pek çok ismi, şarkıyı ve öykülerini söze dökerek değerli bir kültürel arkeolojiyi de ortaya koyan "Hayat Dudaklarda Mey" kitabı, yayınlanmasının ardından geçen birkaç ay içerisinde şimdiden uzun ömürlü bir yayın olacağının ve zamanla pek çok kişisel kütüphanede hak ettiği yeri alacağının sinyallerini veriyor. Bu vesileyle Aklımdakiler serisine hayatında mutlaka Murat Meriç’le bir çilingir sofrasına oturmuş eş, dost ve ahbabından gelen sorularla devam ediyoruz.

  6. Casper Clausen (Efterklang) seçti: 15 yılın ardından “Crossing The Bridge”e bir bakış

    Fatih Akın’ın yönettiği, ikonik endüstriyel rock grubu Einstürzende Neubauten basçısı Alex Hacke’nin anlatıcısı olduğu "Crossing The Bridge: The Sound of İstanbul" belgeseli, çekildiği 2004 yılında İstanbul’daki müzik sahnesine dair kapsamlı bir anlatı sunuyor. Dönemin ruhunu ve filmin neler ifade ettiğini bir kez daha hatırlamak adına belgeselde karşımıza çıkan müzisyenlerden Murat Ertel, Gökçe Akçelik ve Ayben’den hislerini ve düşüncelerini bizlerle paylaşmalarını istedik; geride kalan 15 yıla müzik yazarları Barış Akpolat, Sinem Vural ve uzun yıllardır sektörde çalışan Işıl Kılkış’la beraber baktık.

  7. Moon Duo seçti: Elektronik müziğin kadın kahramanları dosyası

    Elektronik müzik genelde ‘erkeklere özel gizli bir kulüp’ gibi görülse de ortaya çıktığı tarihten bu yana kadınların icat ettiği müzik aletleri, yazılımlar ve tekniklerle şekil alarak günümüze geldi...

  8. Mabbas (Zorlu PSM) sordu: Elektronik müzik kimin içindir?

    Türkiye’de elektronik müzik adına büyük çaplı birçok festivalin ardında duran ve bir yandan da teknoya yoğunlaşan DJ setleriyle uzun yıllardır bu festivallerin merak uyandıran isimlerinden biri olan Mabbas, 15. yıl özel sayımız için konu önerisi almak üzerine kapısını çaldığımızda sade görünen ama cevaplaması bir hayli zor olan bir soruyla karşıladı bizi: “Elektronik müzik yalnızlar için midir yoksa kalabalıkların müziği midir?” Yerli sahneden bazı DJ, prodüktör ve müzisyenlerden bu soruya yanıtlar aldık.

  9. Can Bonomo yazdı: The Shins

    Bant’ın 15 yıllık tarihi boyunca James Mercer liderliğindeki Amerikalı grup The Shins’in adımlarını takipteydik. Rock sound’unu ön plana taşıyan son albümü Ruhum Bela’yı Nisan 2019’da paylaşan Can Bonomo özel sayımızda The Shins’e dair bir içerik hazırlamamızı önerince biz de ondan gruba dair kendi hikâyesini bizimle paylaşmasını rica ettik.

  10. Steve Gullick seçti, Gaye Su Akyol yazdı: Karen Dalton

    Nirvana’dan Björk’e, Jeff Buckley’den The Cure’a, bilhassa 90’lar müziklerine ait sayısız büyülü karenin arkasındaki isim olan fotoğrafçı Steve Gullick’in Karen Dalton sevgisini müzikal devrimini hız kesmeden sürdüren Gaye Su Akyol da paylaşmakta... Gaye Su Akyol bizle Karen Dalton’ın hikâyesini, onunla nasıl tanıştığını ve kendisinde nasıl hisler uyandırdığını paylaştı.

  11. Kalben seçti: Kadın ozanları bir araya getiren bir çizgi hikâye

    Kalben'in moleküller birbirinden hızla uzaklaşır ve evren kararırken tek istediği, onu çağıran sesleri bulmaktı...

  12. Murat Ertel başlattı: Kolektif çizilmiş bir resimli roman

    Murat Ertel'in başlattığı ve çizgileriyle farklı isimlerin devamını getirdiği bir resimli roman...

  13. Marissa Nadler seçti: Müzik ve sanatta kıyamet yansımaları

    Birçoğumuzun aklını kurcalayan bir konu: ekolojik ve toplumsal faktörlerle peşi sıra ortaya çıkan krizler ışığında sanatsal ifadelerin ne yönde değişiklik gösteriyor? Konuya Gökçen Kaynatan'ın 1958-1978 tarihlerinde yaptığı apokaliptik resim çalışmalarından girdik ve kıyameti işleyen, bugüne ait 10 albümlük seçkimize bağlandık.

  14. Meriç Öner (SALT) seçti: Büyükşehirde dondurmanın hâli

    Araştırmacı yazar Gökhan Akçura bizi, SALT Araştırma ve Programlar Direktörü Meriç Öner'in sözleriyle “80'lerde pastaneden, 90'larda ambalajlı olarak bakkaldan, 2000'lerde her köşedeki Maraş'tan yenen, son on yılda dükkânlarca İtalyanlığa terfi eden" dondurmanın İstanbul’daki tarihinde bir gezintiye çıkardı.

  15. Barış Bıçakçı seçti: Şair Didem Gülçin Erdem ile röportaj

    Didem Gülçin Erdem ile son kitabı "Boşluklara Doğru İlerleyelim"i, kelimelerle arasında kurduğu ilişkinin katmanlarını, “genç şair” olarak anılmakla ilgili hissiyatını ve ilhamlarını kurcaladık.

  16. Pelin Esmer seçti: Amerikalı düşünür Emerson üzerine bir yazı

    Evet, Nietzsche'nin benimsediği, hatta “Kendimi Emerson'a o denli yakın buluyorum ki onu övmekten çekiniyorum, çünkü kendimi övmüş gibi olmaktan korkuyorum” sözleriyle hayranlığını ifade ettiği Emerson'dan bahsediyoruz...

  17. Jonathan LeVine seçti: Dünyanın dört bir yanından tuhaf yol kenarı atraksiyonları

    Tuhaf otoban kenarı atraksiyonları, sanat, kitsch ve ticaretin buluştuğu, yolcuları ıssız yerlerde durmaya ve ceplerinden biraz para çıkartmaya cezbeden turistik noktalar... 1920’li yıllardan bu yana dünyanın her yerinde türemeye, uzaklardan yolcu çekmeye devam etseler de bir kısmı da yol kenarında çürümeye terk edilmiş durumda.

  18. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] genel yayın yönetmeni Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler