“Son yıllarda müzik ve sanat alanında dünyanın sonuyla ilgili üretimlerin sayısı hızla artıyor gibi görünüyor. Bunda küresel ısınmayla değişen çevrenin ve belli toplumların ahlâki yozlaşmalarının etkisi olmalı… Bu anlamda kıyametin yansımalarını görebileceğimiz kimi sanat eserlerine bir göz atmak ilginç olabilir.” 

Marissa Nadler


Kıyamet çağında müzik ve görsellik

Amerikalı müzisyen Marissa Nadler, 2004’ten bu yana yayınladığı albümlerinde karanlık, puslu ve düşsel bir ses âleminden sesleniyor. 2019’da Cave-In grubunun lideri Stephen Brodsky’yle birlikte kaydettiği Droneflower albümünde birbirine zıt kavramlar arasında bir yolculuğa çıkan Nadler, konu önerisi için kapısını çaldığımızda birçoğumuzun aklını kurcalayan bir konuya ışık tutmak istedi ve ekolojik ve toplumsal faktörlerle peşi sıra ortaya çıkan krizler ışığında sanatsal ifadelerin ne yönde değişiklik gösterdiğine ilişkin bir dosya hazırlamamız konusunda bizi yönlendirdi.


Gökçen Kaynatan’ın apokaliptik resim çalışmaları

Marissa Nadler’in önerisini alınca aklımıza ilk olarak günümüzden değil, eskilerden, ve bu topraklardan bir örnek geldi. Son iki yılda Finders Keepers etiketiyle yayınlanan, daha önce gün yüzüne çıkmamış parçalarını ağırlıkta olduğu iki albüm ile tekrar gündeme gelen Gökçen Kaynatan’dan bahsediyoruz. Bugün 81 yaşında olan Kaynatan 1958-1978 yıllarında müzik alanında aktif olduğu kadar resim alanında aktifti ve bu yazının eşlikçisi olarak bir kısmını görmekte olduğunuz oldukça çarpıcı bir dizi esere imza atmıştı. Dünyanın yok oluşuna ve küresel ısınmaya odaklanan bu apokoliptik resim çalışmalarıyla ilgili Gökçen Kaynatan şunları söylüyor: “O yıllarda Moda Bostan Sokak’ta oturuyorduk. Moda İskelesi’ne iner deniz metal para atar, sonra da dalıp çıkarırdık. 12 metre derinliği vardı oranın ve denizin dibi cam gibi gözükürdü. Kalamış sahili tarak ve istiridye doluydu. Dalıp çıkarır, limon sıkıp yerdik. Sonra dere boyunca kaçak inşaatlar yapılmaya başlandı ve yavaş yavaş denizin dibi görünmez oldu. O zaman dünyanın nereye doğru gittiğini anlamıştım…” Gökçen Kaynatan’ın on yıllar öncesinde resimlediği kıyamet manzaralarının yarattığı ruh halini içimize çekerek bugünün müziklerini yol gösterici seçkimizin ışığında eşeleyelim. 


Kıyameti işleyen, tam da bugüne ait 10 albüm

2019 ve 2020’nin başlıca gündem maddelerine bakalım: iklim acil durumu, mülteci krizi, salgın hastalıklar, karantinalar… Nitekim Marissa Nadler kıyamet temasına bizi yönlendirdiğinde henüz corona virüsü salgını gerekçesiyle haftalarca evde kalacağımızın da farkında değildik… Belki de “dünyanın sonunun yaklaştığı” fikri, şimdiye kadar hiç olmadığı kadar gerçekçi bir hal aldı; yansımalarını günlük yaşantılarımızda olduğu gibi müzikal üretimlerde de görmek mümkün. Bu gerçek ışığında değişen duygu durumlarını ya da gidişatı değiştirmek için üzerimize düşenleri hatırlatan şarkı yazarlarının yanı sıra elektronik müzik alanında da yaratıcı prodüksiyonlarla “dünyanın sonu” temasını seslendiren üretimler peşi sıra önümüze düşüyor. Böylesi bir dönemde yayınlanmış ve farklı açılardan kıyameti mesele edinmiş 10 albümlük seçkimize buyurabilirsiniz.

Kate Tempest – The Book of Traps and Lessons
(American Recordings)

“Eğer yarattığımız şeyden kendimizi korumanın tek yolu onunla birleşmekse, insan kalabilmek için ne yapmalı?” Kate Tempest’ın vurucu albümü The Book of Traps and Lessons’ın sorduğu onlarca sorudan biri bu. Gezegene yaptığımız tahribati, insanlar arasındaki iletişim bozukluğu ve su almaya başlayan politik sistemlerin etkisini boğucu ve kapsamlı bir anlatıyla suratınıza vuruyor Tempest. Sözleriyle yeryüzündeki tüm kaosun üstünden 45 dakikada geçiyor. Yutkunarak, fazlasıyla sıkıntılanarak dinlemek ve isyan ettiği her şeye kafa patlatmak da bize düşüyor. Umursamaya hatta öfkelenmeye, kızmaya davet ediyor The Book of Traps and Lessons. Tempest’ın özenle seçtiği kelimelerinin ağırlığı, bir aciliyetin ve bilinç arayışının getirisi.


Shabaka And The Ancestors – We Are Sent Here By The History
(Impulse!)

Shabaka Hutchings’i daha önce birçok farklı dosyada 2010’ların en ilham verici müzisyenlerinden biri olarak anmıştık. Başladığı günden bu yana bir kriz silsilesi halinde ilerleyen 2020’ye de şimdiden sağlam bir iz bıraktı İngiliz müzisyen. Dört yıl sonra bir araya geldiği Güney Afrikalı grubu The Ancestors’la, “Hayat bildiğimiz şekilde devam edemeyecek noktaya geldikten sonra ne olacak?” sorusuna yanıt arıyor. Mart 2020’de yayınlanan We Are Sent Here By The History, bütünüyle, ölüm sayılarının grafikler ve şemalarla ifade edildiği günümüzün müziği. Yıkımın ve yangının bir yansıması olarak tanımlıyor bu albümü Hutchings ve ekliyor “İnsan türünün, tükenen bir nesil halini aldığı gerçeği üzerine bir meditasyon.” Solist Siyabonga Mthembu’nun yazdığı bir şiir etrafında şekillenen albüm, bugüne nasıl geldiğimize dair düşünmeye ve kendi ütopyamızı oluşturmaya cesaretlendiriyor.


The Chemical Brothers – No Geography
(Astralwerks / VIRGIN EMI)

30 yıldır birlikte üreten Tom Rowlands ve Ed Simons ikilisi, 2019 çıkışlı No Geography’yle “kaçınılmaz” görünen kıyameti bir rave ile karşılıyor. Elektronik dans müziğinin ayrıksı uçlarında gezinen albümün açılışını yapan “Eve of Destruction” (Yıkımın arifesi), tedirgin eden bas yürüyüşü ve siren sesleriyle yaşayacaklarımıza ne kadar hazır olduğumuzu sorgulatıyor sanki. Albüm bir distopyadan ya da her şeyin bittiği yerden değil, bitişe yaklaştığımız günlerden sesleniyor. Belki de Chem Bros diskografisinin topluma ve dünyada olan biten her şeye ayna tutan; bunu yaparken de bir saniye bile eli titremeyen ilk albümü. Buraya nasıl geldiğimizle ilgilenmiyor; artık ne yapılması gerektiğine kafa yoruyor. Bir dans albümü olsa da huzursuzluğunuzu dans ederek akıtmanızı istemek gibi bir derdi de yok. “Bir araya gelin, harekete geçin ve endişelenin” diyor No Geography. Yüksek enerjisi ve coşkusunu da bu mesajın öneminin altına çizmek için kullanıyor. 


Destroyer – Have We Met
(Merge / Dead Oceans)

Have We Met, Kanadalı müzisyen Dan Bejar’ın Destroyer projesiyle farklı anlatım biçimlerinin peşine düşerek oluşturduğu diskografisinin belki de en göz alıcı çalışması. Baştan sona bir bilinç akışı şeklinde ilerleyen şarkılar, dünyada olup biteni takip ederken içinde savrulduğumuz tanıdık ruh hallerini canlandırıyor. Bejar her zaman toplumsal konularda fikirlerini şarkılarına iliştirir ama bu albümde yaptığı ise tam anlamıyla ustalık gerektiren bir hikâyecilik. “Etrafındaki dünyaya bir bak, yok yok, bakmasan daha iyi” sözleriyle başlayan “The Raven” ve okuduğu haberlerde yaşananların başına gelmeyeceğini sananları uyandırma niyeti taşıyan “It Just Doesn’t Happen” gibi parçalarla Have We Met, sanki bir Twitter feed’inde geziniyor olduğunuzu hissettirebilir.


Vladislav Delay – Rakka
(Cosmo Rhythmatic)

Finlandiyalı prodüktör Sasu Ripatti’nin Vladislav Delay ismi altında yaptığı zihin açıcı yayınlara bir yenisi daha eklendi. Rakka, ilhamını müzisyenin arktik iklimde geçirdiği zamanda yaptığı gözlemlerden alıyor. Canlıların hayatta kalma mücadelesi albümün baskın teması. Dünyanın sonuna yaklaştığımız gerçeğinin etrafında şekillenen Rakka, müzisyenden şimdiye dek duymadığımız türde bir şiddet ve anksiyete barındırıyor. Ritimlerle yarattığı kaos, dinlemesi asla kolay olmayan ve iç karartan bir biçimde yankılanıyor. Hayatın yok oluş serüvenini anlatmayı dert edinmiş bir albüm Rakka ve 45 dakikalık akışı boyunca kıyametin sesinin nasıl duyulacağını hayal ediyor.


Bastille – Doom Days
(VIRGIN EMI)

Duygusal kaos, umutsuzluk ve ufak bir doz delirme… İngiliz grup Bastille’in 2019 çıkışlı konsept albümü Doom Days, dinleyicisiyle bir partide buluşuyor. Albümdeki her şarkı da cehennemde son bulacak bu “son” partinin farklı aşamalarını temsil ediyor. Doom Days’in temelini oluşturan bu parti, aslında isabetli bir sembolizm örneği. Parti teması, Olması beklenen kıyametin aslında içinde olduğumuzu fark etmek için kullanılıyor. “Bugünlerde hepimiz biraz umutsuzluğa kapılmıyor muyuz?” diye soruyor. Sarsıcı gerçeği, yalın ve aklı başında bir temayla albüme yayıyor. Bu konsepti daha da anlamlı kılmak adına bir sanal platform yaratmış olmaları da önemli bir detay. Doom Days Society ismini verdikleri web sitesi ve sosyal medya gruplarında şarkıların, bu kıyamet partisinin hangi aşamalarına denk geldiğine dair açıklayıcı paylaşımlar var.


Kim Gordon – No Home Record
(Matador Records)

40 yıla yaklaşan müzik kariyerinin ilk solo albümünü yayınlayan Kim Gordon, No Home Record ismini verdiği uzunçalarında yalnızca müzisyen ya da besteci kimlikleriyle değil; bir toplum bilimci olarak da karşımızda. İnsanların tüketim alışkanlıkları ve etkileri üzerine yazılmış dokuz parça, kıyamet temasını kapitalizmle bağdaştırıyor. Dinleyicisine yaşadığı şeyin ne derecede “bir hayata benzediğini” sorgulatıyor. Tüketimi yalnızca fiziksel olanla kısıtlamıyor, ruhsal ve kültürel bağlamlarıyla da ele alıyor. Kim Gordon’ın kişisel deneyimlerinden yola çıkarak yazmaya başladığı bir albüm No Home Record ve kendimizi nasıl tükettiğimize, yok ettiğimize dair söylemlerini gözünüze sokmadan dillendiriyor. Muhtemelen uzun yıllar sonra dönüp bakıldığında, bu yıpratıcı zamanın ruhunu en belirgin şekilde taşıyan kayıtlardan biri olacak.


Real Estate – The Main Thing
(Domino)

New Jersey çıkışlı indie rock grubu Real Estate, #MeToo hareketiyle büyük bir çalkantı yaşamış ve hakkında suçlamalar ortaya atılan Matt Mondanile’la yollarını ayırmıştı. Bu sürecin ardından kaydettikleri ikinci albüm olan The Main Thing’i “Kendimizi ve çevremizi en fazla idrak ettiğimiz albüm” olarak tanımlıyor grup. Albüm, geleceğin belirsizliği ve gerçeğin kalp kırıcılığından ilham alarak, tarihten ve daha önce yaşadıklarımızdan bizi bekleyene dair ne gibi çıkarımlar yapılabileceği üzerine bir beyin jimnastiği yapıyor. Grubun, röportajlarında “albümün duygu durumunun merkezi” olarak gösterdiği “Silent World”de, Real Estate’in gidişata ilişkin en yoğun hislerine tanık oluyoruz.


HMLTD – West of Eden
(Lucky Number)

Londra çıkışlı HMLTD’nin ilk stüdyo albümü öncesinde büyük bir beklenti yaratılmıştı. Türler arasındaki sınırları yok eden şarkıları ve nefes kesen canlı performansları (ki 2019 baharında İzmir’de Epic Fair’de izleyip mest olmuştuk) bu beklentiyi kaçınılmaz kılmıştı. Otoriteler yaptıkları müziği “art punk” olarak tanımlasa da HMLTD parçaları grunge’dan trap’e uzanan geniş bir skalayı ziyaret ediyor, 80’lerin New Romantics akımına selam duruyor. Böylesine çok yönlü bir grubun ilk albümünde farklı seslerle yaratılmış bir tematik bütünlükle karşılaşmak bir dinleyici için fazlasıyla heyecan verici olsa gerek. Grubun ilk albümü West of Eden, kızgın ve ateşli. İnsanlığın çöküş dönemi olarak lanse ettikleri bugüne bakıyor ve genç nüfusa yükleniyor. Kendilerini de bu öfkeden nasibini alan kalabalıktan ayırmamaları, West of Eden’ı gerçek ve çarpıcı kılan detayların başında geliyor.


Steven Wilson – The Future Bites
(Steven Wilson Productions Ltd.)

Progresif rock janrının günümüzdeki en önemli figürlerinden biri Steven Wilson. Gerek solo albümlerinde gerek grubu Porcupine Tree’nin diskografisinde çeşitli distopyalar ve kıyamet senaryoları etrafında şekillenen onlarca işe imza attı. Son solo yayını To The Bone’da küresel krizler ve hızla yayılan yalan haberler odak noktasındaydı. 2020 yazında yayınlamayı planladığı altıncı stüdyo albümü The Future Bites da yine tematik bir albüm. Bu kez 21. yüzyılda dünya genelinde görülen bağımlılıklar ve bunlar üzerinden yapılan psikolojik çıkarımlara değinecek Wilson. İnsanların gelişen teknolojilerle imtihanı üzerinden yaratılan bir distopyanın resmini çizeceği söylenen konsept albümün tanıtım metni de donuk bir ürün kitapçığı gibi hazırlanmış. The Future Bites’dan paylaşılan ilk tekli 10 dakika uzunluğundaki “Personal Shopper” oldu.

  1. Bant Mag. 15. Yıl Özel Sayısı #2

    İlk sayısını 2004 Eylül’ünde yayımladığımız Bant, çoğumuz (siz, biz, çoğumuz) için bir hayli dönüştürücü olduğu aşikâr 15 yılı geride bıraktı. Muhakkak

  2. Ebru Yıldız sordu: Avustralyalı müzik fotoğrafçısı Jamie Wdziekonski cevapladı

    Ebru Yıldız sayesinde tanıştığımız, Melbourne’de yaşayan ve konser fotoğraflarının yanı sıra protesto ve eylemlerden çektiği karelere de hayran olduğumuz Jamie Wdziekonski'ye çalışmaları ve ülkesinin müzik sahnesine dair soruları da bizzat Ebru Yıldız sordu.

  3. Asad Faulwell seçti: Jaime Muñoz ile kimlik ve hatıra üzerine bir röportaj

    “Şu anda da sanat dünyası bize kendimizi ifade etmemiz için bir platform verdiğinden dolayı oldukça özgün bir pozisyonu tutmaktayız. Tek umudum bu platformun yalnızca geçici bir evre değil, sanat dünyasında beyaz olmayan sesler için sürdürülebilir bir alan olması.”

  4. John Stanier (Battles, Helmet) seçti: New Yorklu sanatçı Guy Richards Smit ile röportaj

    New York’ta yaşayan ressam, video ve performans sanatçısı Guy Richards Smit’in memonto mori sembolizmi ile çağdaş konuları bir araya getirdiği, kafatası imgesini merkeze alan A Mountain of Skulls adlı monografisi geçtiğimiz sonbahar yayımlandı. Smit’in daha önce farklı sergilerde izleyiciyle bir araya getirdiği ve uzun yıllar üzerine çalıştığı, her biri farklı bir kişiliğe sahip kafatasları, sanatçının Çekya’da bulunan Sedlec Kemik Kilisesi’ne yaptığı ziyaret esnasında hissettiği yoğun duygulanım sonucu hayat bulmuş.

  5. Aklımdakiler: Murat Meriç ve “Hayat Dudaklarda Mey” kitabı

    Murat Meriç'in nesiller ilerledikçe unutulma riskiyle karşı karşıya olan pek çok ismi, şarkıyı ve öykülerini söze dökerek değerli bir kültürel arkeolojiyi de ortaya koyan "Hayat Dudaklarda Mey" kitabı, yayınlanmasının ardından geçen birkaç ay içerisinde şimdiden uzun ömürlü bir yayın olacağının ve zamanla pek çok kişisel kütüphanede hak ettiği yeri alacağının sinyallerini veriyor. Bu vesileyle Aklımdakiler serisine hayatında mutlaka Murat Meriç’le bir çilingir sofrasına oturmuş eş, dost ve ahbabından gelen sorularla devam ediyoruz.

  6. Casper Clausen (Efterklang) seçti: 15 yılın ardından “Crossing The Bridge”e bir bakış

    Fatih Akın’ın yönettiği, ikonik endüstriyel rock grubu Einstürzende Neubauten basçısı Alex Hacke’nin anlatıcısı olduğu "Crossing The Bridge: The Sound of İstanbul" belgeseli, çekildiği 2004 yılında İstanbul’daki müzik sahnesine dair kapsamlı bir anlatı sunuyor. Dönemin ruhunu ve filmin neler ifade ettiğini bir kez daha hatırlamak adına belgeselde karşımıza çıkan müzisyenlerden Murat Ertel, Gökçe Akçelik ve Ayben’den hislerini ve düşüncelerini bizlerle paylaşmalarını istedik; geride kalan 15 yıla müzik yazarları Barış Akpolat, Sinem Vural ve uzun yıllardır sektörde çalışan Işıl Kılkış’la beraber baktık.

  7. Moon Duo seçti: Elektronik müziğin kadın kahramanları dosyası

    Elektronik müzik genelde ‘erkeklere özel gizli bir kulüp’ gibi görülse de ortaya çıktığı tarihten bu yana kadınların icat ettiği müzik aletleri, yazılımlar ve tekniklerle şekil alarak günümüze geldi...

  8. Mabbas (Zorlu PSM) sordu: Elektronik müzik kimin içindir?

    Türkiye’de elektronik müzik adına büyük çaplı birçok festivalin ardında duran ve bir yandan da teknoya yoğunlaşan DJ setleriyle uzun yıllardır bu festivallerin merak uyandıran isimlerinden biri olan Mabbas, 15. yıl özel sayımız için konu önerisi almak üzerine kapısını çaldığımızda sade görünen ama cevaplaması bir hayli zor olan bir soruyla karşıladı bizi: “Elektronik müzik yalnızlar için midir yoksa kalabalıkların müziği midir?” Yerli sahneden bazı DJ, prodüktör ve müzisyenlerden bu soruya yanıtlar aldık.

  9. Can Bonomo yazdı: The Shins

    Bant’ın 15 yıllık tarihi boyunca James Mercer liderliğindeki Amerikalı grup The Shins’in adımlarını takipteydik. Rock sound’unu ön plana taşıyan son albümü Ruhum Bela’yı Nisan 2019’da paylaşan Can Bonomo özel sayımızda The Shins’e dair bir içerik hazırlamamızı önerince biz de ondan gruba dair kendi hikâyesini bizimle paylaşmasını rica ettik.

  10. Steve Gullick seçti, Gaye Su Akyol yazdı: Karen Dalton

    Nirvana’dan Björk’e, Jeff Buckley’den The Cure’a, bilhassa 90’lar müziklerine ait sayısız büyülü karenin arkasındaki isim olan fotoğrafçı Steve Gullick’in Karen Dalton sevgisini müzikal devrimini hız kesmeden sürdüren Gaye Su Akyol da paylaşmakta... Gaye Su Akyol bizle Karen Dalton’ın hikâyesini, onunla nasıl tanıştığını ve kendisinde nasıl hisler uyandırdığını paylaştı.

  11. Kalben seçti: Kadın ozanları bir araya getiren bir çizgi hikâye

    Kalben'in moleküller birbirinden hızla uzaklaşır ve evren kararırken tek istediği, onu çağıran sesleri bulmaktı...

  12. Murat Ertel başlattı: Kolektif çizilmiş bir resimli roman

    Murat Ertel'in başlattığı ve çizgileriyle farklı isimlerin devamını getirdiği bir resimli roman...

  13. Marissa Nadler seçti: Müzik ve sanatta kıyamet yansımaları

    Birçoğumuzun aklını kurcalayan bir konu: ekolojik ve toplumsal faktörlerle peşi sıra ortaya çıkan krizler ışığında sanatsal ifadelerin ne yönde değişiklik gösteriyor? Konuya Gökçen Kaynatan'ın 1958-1978 tarihlerinde yaptığı apokaliptik resim çalışmalarından girdik ve kıyameti işleyen, bugüne ait 10 albümlük seçkimize bağlandık.

  14. Meriç Öner (SALT) seçti: Büyükşehirde dondurmanın hâli

    Araştırmacı yazar Gökhan Akçura bizi, SALT Araştırma ve Programlar Direktörü Meriç Öner'in sözleriyle “80'lerde pastaneden, 90'larda ambalajlı olarak bakkaldan, 2000'lerde her köşedeki Maraş'tan yenen, son on yılda dükkânlarca İtalyanlığa terfi eden" dondurmanın İstanbul’daki tarihinde bir gezintiye çıkardı.

  15. Barış Bıçakçı seçti: Şair Didem Gülçin Erdem ile röportaj

    Didem Gülçin Erdem ile son kitabı "Boşluklara Doğru İlerleyelim"i, kelimelerle arasında kurduğu ilişkinin katmanlarını, “genç şair” olarak anılmakla ilgili hissiyatını ve ilhamlarını kurcaladık.

  16. Pelin Esmer seçti: Amerikalı düşünür Emerson üzerine bir yazı

    Evet, Nietzsche'nin benimsediği, hatta “Kendimi Emerson'a o denli yakın buluyorum ki onu övmekten çekiniyorum, çünkü kendimi övmüş gibi olmaktan korkuyorum” sözleriyle hayranlığını ifade ettiği Emerson'dan bahsediyoruz...

  17. Jonathan LeVine seçti: Dünyanın dört bir yanından tuhaf yol kenarı atraksiyonları

    Tuhaf otoban kenarı atraksiyonları, sanat, kitsch ve ticaretin buluştuğu, yolcuları ıssız yerlerde durmaya ve ceplerinden biraz para çıkartmaya cezbeden turistik noktalar... 1920’li yıllardan bu yana dünyanın her yerinde türemeye, uzaklardan yolcu çekmeye devam etseler de bir kısmı da yol kenarında çürümeye terk edilmiş durumda.

  18. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] genel yayın yönetmeni Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler