Sanatçı zinciri dediğimiz bu köşemizde çeşitli sanatçıların güncel üretimlerinden yola çıkarak onları heyecanlandıran görsel dünyalar arasında sekmeye başlıyoruz. Zevkli bir gezinti oluyor çünkü ulaştığımız sanatçıların belirlediği isimlerle röportaj yaparak siz de biz de yeni keşiflere açılıyoruz.
Bu sayıda da Pilevneli’nin König ile Kaplankaya’da hazırladığı, 8 Temmuz’dan ekim ayına kadar sürecek grup sergisinde yeni işlerini göstermek için sabırsızlanan Esra Gülmen’le yola çıktık. Bizi yönlendirdiği Tarık Töre’den Wilfrid Wood’a, Martina Paukova’dan da Juan Molinet’ye sektik. Beş sanatçıyla da son dönemde üretimlerine yön verenleri, başlıca itkilerini, içlerinde en özel yere sahip olan çalışmalarını soruşturduk. Çalışma pratikleri üzerinden yeniden düşünmeye başladıkları şeyler olup olmadığını merak ettik. Çalışmalarında kendilerini nasıl konumlandırdıklarına baktık. Yolculuk başlasın.
1986 İstanbul doğumlu Esra Gülmen, Berlin’de yerleşik ve Heimat Berlin’de Tasarım Bölümü Başkanı olarak çalışıyor. Sanat pratiğine kendi kendine bir terapi biçimi olarak yaklaşıyor. İşleri insan psikolojisi ve gündelik yaşamın küçük mücadeleleri etrafında şekilleniyor. Bugüne kadar pek çok karma sergide yer aldı ve Amsterdam, Hamburg, Berlin’de solo sergiler açtı. Yeni işlerini Pilevneli’nin König ile Kaplankaya’da 8 Temmuz’da açacağı ve ekim ayına kadar sürecek grup sergisinde gösterecek.
Esra Gülmen yanıtlıyor
“Aslında en çok kendimi sıkışmış hissettiğimde, sinirlendiğimde ya da üzüldüğümde iş çıkarıyorum.”
“İşlerim, genel olarak insan psikolojisi ve gündelik hayatta karşılaşılan zorluklar etrafında şekilleniyor. Bu benim hayattaki problemlerle ve kendimle olan kişisel problemlerimle bir baş etme yöntemim. Ayrıca popüler kültürün günlük yaşantıyla kurduğu ilişkiyi irdelemeyi çok seviyorum.”
“Dili, metni eserlerimin malzemesine dönüştürerek, bunları sezgilerimin yardımıyla yeniden yorumluyorum. Bunu da olabildiğince sade bir üslup ve ince bir mizahla yansıtmaya çalışıyorum. Tüm bu süreci de kendime yaptığım bir kişisel terapi olarak tanımlıyorum. Çünkü ben aslında en çok kendimi sıkışmış hissettiğimde, sinirlendiğimde ya da üzüldüğümde iş çıkarıyorum.”
“2017’de, Amsterdam’da yaptığım ilk sergim, 13 tane serigrafi baskıdan oluşuyordu. Bu geçen sürede, özellikle son bir yılda, daha farklı malzeme ve yöntemler denediğimi ve özellikle üç boyutlu çalışmaktan çok zevk aldığımı farkettim. Ama işin kendisi sonunda bir heykel de olsa, bir tekstil malzemesine de dönüşse, anladım ki kullandığım dil değişmiyor ve teknik benim için sadece bir araç olarak kalıyor.”
“Dilimi sabit tutup, yeni şeyler denemeyi çok seviyorum. Ve bu sürekli yeni bir şey deneme hâlinin beni ve işlerimi dinamik tuttuğuna inanıyorum. Bu aralar edisyon işlerdense daha büyük ölçüde orijinal işler üretmeye başladım. Birkaç tanesi, sanatçı olarak beni temsil eden Pilevneli Galeri’nin König ile beraber Kaplankaya’da yapacağı grup sergisinde sergilenecek. Hayali bir koleksiyoncunun seçkisi olarak tasarladıkları bu grup sergisinde 2 galerinin de toplamda 25-30 sanatçısı yer alacak. Bu serginin bir parçası olduğum için çok heyecanlıyım ve daha önce hiçbir yerde paylaşmadığım, sergi için özel ürettiğim işlerimi bir an önce göstermek için sabırsızlanıyorum.”
Martina Paukova, 3 yılı aşkın süredir Berlin’de yerleşik olan Slovakyalı bir illüstratör. Bratislava’da Siyaset okumasının ardından 26 yaşında içine çekildiği görsel dünyada kariyer kurma kararı almış. Berlin’e taşınmadan önce 8 yıl Londra’da kalmış ve tasarım eğitimini orada tamamlamış. Agent Pekka ve Making Pictures tarafından temsil edilen sanatçının büyük teknoloji şirketlerinden yayınlara, oldukça kabarık bir müşteri listesi var.
Martina Paukova yanıtlıyor
“Son birkaç ayda çıkardığım kişisel çalışmalarımın birçoğuna karşı özel bir sıcaklık hissediyorum. Çizdiğim kızlara kendimi çok yakın buluyorum. Aval bakışları ya da uzun ve tuhaf uzuvlarıyla düşünceli ve içebakışçı bir halleri var.”
“Öncelikle havanın giderek ısınmasının ve şehrin yavaş yavaş açılmasının çok enerji verici olduğunu söyleyerek başlayayım. Bahar ve yaz, Berlin’in kesinlikle en güzel dönemleri. Bir de geçtiğimiz birkaç ay içinde içimdeki vidalardan biri gevşemiş olacak ki bir anda daha fazla çizim yapmaya başladım! Genellikle gelen işler doğrultusunda iş üretirken içimdeki kendiliğinden yaratma dürtüsünün bir anda yükselmesi harika hissettiriyor. Bakalım neler olacak…”
“Ben çoğunlukla illüstrasyonu iş olarak yapan biriyim. Bu nedenle beni masa başına oturtan şey genellikle yaratıcı olma alışkanlığı ve fatura ödeme zorunluluğunun bir kombinasyonu. Düşününce biraz garip geliyor ama yaratma ve neredeyse her gün ortaya bir şey çıkarma hâli diğer alışkanlıklardan pek de farklı değil. İnsan buna alışıyor. Ben fazlasıyla alışmış durumdayım! Zevk aldığım bir alıkşanlık olduğunu da eklemeliyim.”
“Salgın döneminde düşünmek için de çizmek için de daha fazla zamanım oldu. Nihayet ben de iPad Pro ve yeni çıkan Adobe Illustrator kullanmaya geçtim. İş akışımı muazzam bir seviyeye getirdi ve çalışma biçimim çok daha organik bir hâl aldı. Kafamdaki fikir ve onun dijital formu arasındaki mesafe bir anda çok kısaldı ve bu his bana çok iyi geliyor. Önceleri eskizden çalışmanın son hâline gelebilmem çok daha uzun zamanımı alıyordu. Kâğıt üzerindeki eskizimi Procreate’e geçirdikten sonra IIlustrator üzerinden elle vektörel hâle getiriyor ve ardından renklendiriyordum. Yani çok fazla aşamadan geçiyordu. Şimdi ise vektörel aşamayı iPad’de yapılabildiğinden doğrudan çizim yapıyor gibi hissediyorum. Gerçekten çok mutluyum.”
“Son birkaç ayda çıkardığım kişisel çalışmalarımın birçoğuna karşı özel bir sıcaklık hissediyorum. Çizdiğim kızlara kendimi çok yakın buluyorum. Aval bakışları ya da uzun ve tuhaf uzuvlarıyla düşünceli ve içebakışçı bir hâlleri var. Muhtemelen bu aralar çok ilişki kurduğum bir durum bu. Son dönemde figür çizimlerine çok daha fazla eğilmeye başladım. Beden pozları ve beden diline, uzuvlara, ellere ve özellikle de ayaklara çok daha fazla dikkat kesilir oldum. Çıplak ayaklar bir anda her yerde karşımıza çıkmaya başladı. Bakalım sırada ne olacak?”
“Ayak çizmeye olan artan sevgimin yanı sıra son dönemde kendime dair yaptığım keşifler arasında sakin ve içe dönük yüzümü keşfetmek de var. Sanıyorum birçoğumuz benzer süreçlerden geçiyoruz. Ben kendi adıma bundan keyif aldığımı söyleyebilirim! Öğrenmek hoşuma gidiyor.”
“2 Temmuz’da Hamburg’da yeni sergim açılıyor. Enfants Artspace isimli bir galeride. İsmi HEAT ve Almanya’daki ilk kişisel sergim olacak. Gerçekten çok heyecanlıyım!”
İstanbul’da yaşayan 1985 İzmir doğumlu ressam Tarık Töre’yi eski yıllarda punk grubu Kilink’le olan üretimlerinden ve yakın dönemde de Palmiyeler grubundan da çok iyi tanıyoruz elbet. Tarık Töre, resimlerinde pop kültüre ait sembollerin yanı sıra sanat tarihinden kimi sahneleri kullanarak zihnin ve kolektif hafızanın yapısını araştırıyor. Kimsenin umursamadan karaladığı, grafiti yaptığı bir duvara benzettiği işlerinin kaotik kompozisyonları zaman ve mekâna dair algılarımızla oynarken bir yandan da kişisel olandan evrensele doğru uzanan bir kapı aralıyor.
Tarık Töre yanıtlıyor
“Resimde ana fikri yok edip, küçük parçalarla kendisini inşa etmesine imkân sunmak şu an için çekici.”
“Herkese merhaba, oldukça avantajlı bir işle meşgul olduğum için, diğer evden çalışan arkadaşlarım bu dönemi nasıl geçiriyorsa ben de aşağı yukarı öyle geçirdim diyebilirim. Sosyal hayatın kesintiye uğraması vs. derken elimdeki vakti çalışmalara yönlendirmeye gayret ettim.
Kabaca çıkış noktam duygular, bilinç, gençlik, kültür ve anılar gibi, ortak fakat kişisel konulardı; bu nedenle etkilendiğim unsurlar temel olarak içsel. Dışarıdan; malzeme, teknik şu sanatçı ne yapmış, bu şarkı ne kadar iyi gibi bir etkilenmem oluyor.”
“Genel olarak üzerine çalıştığım konular vardı, bu dönemde biraz daha yoğunlaşma fırsatını bulduğumu söyleyebilirim. Bence resimde tarz çok yavaş gelişen bir şey, zaman içinde eleyip, sevdiğiniz, motive olduğunuz şeyleri ancak yaparak görme fırsatınız oluyor. Üretip sonuçlara bakmak benim şu an kullandığın metot gibi. Yaptığım şey üzerine çok düşünen bir anlayışım yok. Daha doğrusu anlam üzerinden çalışmıyorum. Eğlenme ve yapıtlar üzerinden kendini tanıma söz konusu olabilir.”
“Zaten çalışmalardaki çok parçalı yapı biraz bu yönde gelişiyor. Resimde ana fikri yok edip, küçük parçalarla kendisini inşa etmesine imkân sunmak şu an için çekici.”
“Dokusallık da bir başka unsur, bu inşa sürecindeki katmanlar, jestüalite ve doku sevdiğim resimsel değerler. Ne yazık ki salgının en kötü etkisi benim için bu olmuş olabilir. Eserlerin yapılırken bakıldığı gibi fiziksel olarak izleyicisiyle buluşmasını isterim. Sanırım birazcık daha sabredeceğiz bunun için. Ancak bu yaz Bodrum’da ve önümüzdeki sonbahar İstanbul’da sergiler olacak, imkânı olanların görebilmesini dilerim.”
“Son dönemde benim için özel şeylerden biri Esra Gülmen ile yaptığımız ortak çalışma oldu. Birlikte çalışırken yakaladığımız uyum bizim için mutluluk vericiydi. O beni listeye dâhil etmeseydi ben onu ekleyecektim. Bu sebeple ben de çok sevdiğim bir başka sanatçı, heykeltıraş Wilfrid Wood’a pası atıyorum.”
Londra’da yerleşik heykeltıraş, maketçi ve illüstratör Wilfrid Wood, Central St Martins’de grafik okumasının ardından yayıncılık alanında çalışmaya başlamış. Bir süre sonra başka bir alana sıçramak istediğine karar vermiş ve meşhur kukla televizyon şovu Spitting Image’ın kafa tasarımlarını yapabilmek için olan eğitime başvurmuş. Bu deneyimin ardından freelance heykeltıraş olarak yoluna devam etmiş ve sıra dışı heykelleriyle dünyanın dört bir yanında sergiler açmış.
Wilfrid Wood yanıtlıyor
“İşlerim anksiyete, egom ve kısa süreli mutluluklardan ilham alıyor.”
“Benim motivasyonum şu: 52 yaşındayım ve hayatımın çoğunu boş şeyler yapıp istediğim şeyle uğraşmayarak geçirdim. Güzel işler çıkarmak için son şansım bu benim.”
“İşlerim anksiyete, egom ve kısa süreli mutluluklardan ilham alıyor. Son dönemde çalışmalarımda değişen tek şeyin fotoğraflardan daha çok çizmeye başlamam olduğunu söyleyebilirim. Fotoğraftan çizmeyi oldum olası sevemedim. Ama kendim için basit ve hızlı bir yöntem geliştirdim. Bu sayede zevkli ve heyecanlı bir aktiviteye dönüştü. Eskiden kendimi heykeltıraş olarak adlandırıyordum. Ama artık heykelle uğraştığım kadar çizimle de uğraşıyorum. Bu yüzden artık kendimi basitçe ‘sanatçı’ olarak adlandırıyorum.”
“Bugünlerde bana en özel gelen işim, gerçek yaşamdan pastel portreler serisi. Poz vermeyi kabul eden bir sürü farklı insan oluyor. Onlarla tanışmaya; nasıl insanlar olduklarına dair hisler geliştirmeye bayılıyorum.”
“Virüs izin verirse ağustos ayında portrelerimden oluşan bir sergi açacağım. Güney Londra’da, Peckham’da.”
Arjantinli sanatçı Juan Molinet, Universidad de Buenos Aires’te Grafik Tasarım eğitimi almasını takip eden birkaç yıl boyunca çeşitli şirketlerde karakter tasarımcısı, illüstratör, sanat direktörü olarak çalışmış. Zamanla da dünyanın dört bir yanına iş üreten bir görsel sanatçı haline gelmiş. Lastik hortum animasyonlardan, robotlardan, kaiju’dan ve popüler kültürden ilham alıyor. Berlin’de yaşıyor.
Juan Molinet yanıtlıyor
“Eskiden estetiğe daha çok önem verirdim. Şimdi ise bir mesaj geçirebilmekle daha çok ilgileniyorum.”
“İşlerimle belli mesajlar iletmeye çalışıyorum. Mümkünse espirili bir dille. Bu sayede bence izleyicinin zihninde bu mesajlar daha hızla yer edinebiliyor. Kimse bu röportajdan bunu anlayamasa da ben normal yaşamımda da mizahla iletişim kuran biriyim. Dolayısıyla çalışmalarımda da bu yolu seçmem benim için doğal.”
“Beni üretmeye itenin ne olduğunu sadece iki kelimeyle açıklayabilirim: dipsiz merak. Aynı zamanda arkadaşlarımın bir şeyler ürettiğini görmek de etkili oluyor. Benden çok daha yetenekli pek çok ilham verici insanla çevriliyim. Bu da beni sürekli büyümeye, hep daha iyi olmaya teşvik ediyor. Bu anlamda kendimi çok şanslı hissediyorum.”
“Geride kalan bir küsur yıl herkes için dönüştürücü oldu gibime geliyor. Benim için hep profesyonel hem kişisel anlamda öyle oldu. Bir büyüme ve kişisel anlamda esneme dönemiydi. Bir şey üretirken kendimizden çok fazla şey kattığımız için bunun işe de yansımaları oluyor tabii. Kendimi akıl sağlığı, burnout ve iş-oyun dengesi üzerine çokça düşünürken buldum. Aynı zamanda tutkuyla yaptığım projelerin devamlılığının ne kadar önemli olduğu gerçeğinin altı bir kez daha çizilmiş oldu. Kişisel olarak hayata geçirmek istediğim 1 milyon tane filan fikir var. Ama hep onlara el atmak için çok yoğun ya da yorgun oluyordum. Şimdi ise bu dengeyi daha iyi sağlamaya çalışıyorum. Fikirlerimin gelişmesine ve onları uygulayabilmeye alan açmaya çalışıyorum.”
“Bir yandan da korkunun asla iyi bir şey olmadığını fark ettim. Çuvallama korkusu; başkalarının işlerimle ilgili düşüneceklerinden korkma duygusu. Bunun üstesinden gelmek her zaman kolay olmuyor. Ama artık son üründen ziyade sürece odaklanıyorum. Her şey daha zengin ve daha değerli oluyor.”
“Son dönemde benim için en özel olan çalışma Dünya Günü için Snapchet’e yaptığım sticker serisiydi. İlgimi çeken konular hakkında yorum yapmayı, endişelerim ve dünya görüşüm adına önemli olanlar konusunda sesimi çıkarmayı sevdiğimi keşfettim. Eskiden estetiğe daha çok önem verirdim. Şimdi ise bir mesaj geçirebilmekle daha çok ilgileniyorum.”
“Magic Spoon için yaptığım kahvaltılık gevrek kutuları da özel bir işti. Çünkü ezelden beri gevrek kutuları için karakter yapma hayalim vardı. Bu fırsatı Gander isimli bir ajans sayesinde geçen sene elde ettim. Bu arada çok iyiler, bakmanızı tavsiye ederim!”
“Gelecekte benden daha analog işler bekleyebilirsiniz. Halı ya da ahşap işler gibi. Çünkü dijital dünyadan biraz uzaklaşmaktayım. Açıkçası ekran önünde biraz fazla vakit geçirdim gibi hissediyorum.”