Peşi sıra albümler yayımlayan ve sıklıkla ismini değiştiren OSEES’in (ya da Thee Oh Sees’in) şapkasından ne zaman ne çıkaracağını tahmin etmenin pek mümkün olmayan esas kişisi John Dwyer, bu sene Bant Mag.’ın medya partneri olduğu Utrecht merkezli Le Guess Who? festivalinin küratörlerinden. Festival için hazırladığı programda uzun yıllar birlikte çaldığı Brigid Dawson da var. Doğaçlama geleneğinden gelen ve şarkılarına içsel dürtülerle yön veren Dawson, The Mother’s Network projesinin ilk albümünü 2020’de Dwyer’ın plak şirketi Castleface Records aracılığıyla yayımlamıştı. İngiliz müzisyen, festivalde Sunwatchers’la birlikte sahne alacak.

Dwyer ve Dawson, Bant Mag. No:75 için bir araya geldi ve üretim metotlarından turne hatıralarına, klasik müzikte teselli bulmaktan iyi doğum günü hediyelerine uzanan bir sohbete koyuldu. 

“Bu yıl benim için sanki pandemi hiç yaşanmamış gibi geçti; tamamen annemin tedavisine odaklanarak ve onunla ilgilenen babama destek olarak.” -Brigid Dawson 

John Dwyer: Evet, geride bıraktığımız bu yıl. Pandemi ve kapanmalarla dolu bu yılın senin için nasıl geçtiğine dair ne söylemek istersin? Bu ağır soruyla başlayabiliriz.

Brigid Dawson: Evet, ağır bir soru. ABD ve İngiltere’de her şey kapanmadan birkaç hafta önce annem hastalandı. Ben de birkaç ay kalacağımı düşünerek İngiltere’ye geri döndüm. Sonrasında tüm dünya ciddi bir salgın olduğunu fark etti ve tüm sınırlar kapatıldı. Hasta olan kişilerin bakımı ve tedavileri de zorlaştı, çünkü eğer hasta risk grubundaysa yanında hiç kimsenin bulunmaması gerekiyordu. Özellikle de tam olarak ne olduğunu bilemediğimiz zamanlarda.

J.D.: Muhtemelen hastaneye gitmeniz kolay olmuyordu…

B.D.: Evet, İngiltere’de hastaneler çok kalabalık. Annemin ileri yaşı ve risk grubunda olması da bizimkileri tedirgin etti. Nasıl altından kalkacağımızı bilemedik. İkisinin hastanedeki randevularına giderken çekilmiş inanılmaz bir fotoğrafı var bende. Ebeveynlerim disiplinliler ve kendilerini tamamen korumaya aldılar. Gördüğüm en komik fotoğraflarından biri. Lastik eldivenler ve koruyucu elbiseler giymişler, siperlik takmışlar ama sırıtık ve şapşalca bir poz veriyorlar. Nasıl altından kalkacağımızı bilmediğimizin güzel bir örneği. Birkaç ay kalacağımı düşünürken, bir yıl ve iki ay İngiltere’de kaldım. Bu yıl da benim için sanki pandemi hiç yaşanmamış gibi geçti; tamamen annemin tedavisine odaklanarak ve onunla ilgilenen babama destek olarak. 

J.D.: İngiltere’de durumlar nasıldı? Dışarıya çok fazla çıkamıyordun sanırım. 

B.D.: Aslında, çıkabiliyordum. St Leonards-on-Sea isimli küçücük bir sahil kasabasındaydım. Kesinlikle kalabalık bir yer değil. İngiltere’de dışarıda olduğun sırada maske takmak zorunda değildin; yalnızca içeride, kapalı alandayken zorunluydu. Ben de her gün sahilde yürüyüşler yaptım.

J.D.: Yürüyüşler bu sene popüler oldu!

B.D.: Gerçekten çok güzeldi ve hayat kurtardı. Sadece ebeveynlerimi gördüm. Yalnızca bir yeni arkadaşım oldu, onunla da bir yıl önceki bir konserde tanışmıştık.  

J.D.: O hâlde müziğine aşina olan birisiydi…

B.D.: Evet, başka bir müzisyen. Dışarıya çıkmanın yollarını bulup, çay dolu termoslarımızla veya bir şişe şarapla sahilde oturduk… Bu kadar! Dünyam gerçekten çok küçüktü. 

“Şarkı yazım sürecinin en zorlu kısmı söz yazmak olabiliyor bazen. Eğer sözler hazırsa, iyi bir yerden başlıyorsun.” -John Dwyer

J.D.: Müzik yapma fırsatın oldu mu hiç?

B.D.: Başlarda oldu, annemle daha fazla ilgilenmem gerekmeden önce. Bir sürü şarkı sözü yazdım. Her yürüyüşümde de şarkı söyledim. Tamamen eğlencesine söylüyordum, şapşalca. Yine de bir sürü fikir ortaya çıkıyordu. Yılın geri kalanında da bu fikirleri somutlaştıracak vaktim olmadı. Muhtemelen şimdi bunlarla ilgileniyor olacağım.

J.D.: Yani seni bekleyen bir dizi yeni demo var.

B.D.: Fikirler var, evet. Çocukluğumdan kalan blok flüt yanımdaydı, blok flüt çalmayı da onunla öğrenmiştim. Mellotron’u da yanımda götürdüm. Kapanmadan hemen önce, yazmak için ihtiyacım olacağını düşünerek bir sürü garip perküsyon enstrümanı almıştım. Djembe ve gök gürültüsü sesi çıkarabilen tuhaf bir enstrüman daha…

J.D.: Onu ne kadar kullanırsan kullan, yeterli olmayacaktır. Tüm albüm senin onun sesi üzerine şarkı söylemenden bile oluşabilir!

B.D.: Evet mükemmeldi. Sürekli “bu ses çok saçma” diyordum. Bir enstrüman daha vardı; eğilip bükülebilen tahta parçaları arasındaki ipleren oluşuyor, altta da bir tambur var. İpi çekip tahta parçalarını büktüğünde çıkan sesin perdesini değiştiriyor.

J.D.: Talking drum’dan mı bahsediyorsun?

B.D.: Evet, sanırım. Defim ve müthiş bilek zillerim de vardı.

J.D.: Kapanmalar son bulmaya başladığına göre, bundan sonra bu materyal üzerinde çalışıyor olacaksın…

B.D.: Evet öyle olacak. Fikirlerimi biraz somutlaştırdım, bir sürü de şarkı sözü yazdım. 

J.D.: Şarkı yazım sürecinin en zorlu kısmı söz yazmak olabiliyor bazen. Eğer sözler hazırsa, iyi bir yerden başlıyorsun.

B.D.: Genellikle, önce şarkı sözlerini düşünerek başlamıyorum; sesleri düşünüyorum.

J.D.: Evet, ben de.

B.D.: Sözler hep ikinci sırada geliyor ama bir yandan da çok eğlenceliler.

J.D.: Şarkısı olmadan, yalnızca şiir olarak başlıyor. Bir deftere yazmış olabilirsin mesela.

B.D.: Evet, doğru. Sonradan geri dönüp bakabileceğin bir sürü şeyin oluyor. Ben de tüm bunları tek bir defterde yazıya döküyorum.

J.D.: Yeniden konser vereceğin için heyecanlı mısın?

B.D.: Öyleyim. Biraz da gerginim ve yeterince prova yapamadığımı hissediyorum. Ama zamanla geçer. 

J.D.: Le Guess Who?’da kimlerle çalacaksın? Grubun kimlerden oluşacağını biliyor musun?

B.D.: Sunwatchers olacak. Her gece iki grup olarak çalacağımız bir turne planlamaya çalıştım ama bu dönemde çok zor oldu. Sunwatchers grubum olarak çalacak ama esasen The Mother’s Network olacaklar.

J.D.: Enstrümantasyon nasıl olacak?

B.D.: Jeff Tobias korno ve klavye çalacak. Sanırım ben de klavye ve perküsyonda olacağım. Gitarda Jim McHugh var. Basla ilgili durumdan henüz emin değiliz. Davulda da Jason Robira olacak. 

“Ufak tefek konserler vermenin, işin tamamında beni daha yetkin kılacağını ön görememiştim. Bir grubu organize etmek hiç kolay bir görev değil.” -Brigid Dawson

J.D.: Biraz da pandemiden ve annenin hastalığından önce çaldığın ilk Mother’s Network konserlerinden ve nasıl geçtiklerinden bahsedebilir misin?

B.D.: Dört konser verdik ve her birinde farklı bir kadro vardı. Doğru kişileri bulmaya çalışıyordum. İlk performans benim hayallerimdeki kadroydu: Randy Lee Sutherland ve Solo Organ’dan Doug Katelus. 

J.D.: Gürültücü bir grup seçmişsin!

B.D.: Evet, çok özgür ve deneyseller. Bunu bir şarkıya dökebilmek işin zor olan kısmı.

J.D.: Çok mu yükseklerdi?

B.D.: Evet. Harikalardı ama biraz kafa karıştırıcıydı. Zaman zaman “çok güzel ve tam olarak istediğim şey ama tamamen kontrolden çıkmış durumda” dediğimi hatırlıyorum.

J.D.: Kontrolden çıktığında üzerine söylemek de zorlaşıyor hâliyle. Senin de doğaçlama vokalisti olmanı gerektiriyor. Kendini bu yönde geliştirmeye itebilecek bir orkestra bir yandan da.

B.D.: Evet, bu konuda kendimi geliştirmek istiyorum gerçekten. Parçanın nereye gidecekse gitmesine izin vermen gerekiyor.

J.D.: Muhtemelen her gece de farklı bir yöne gidiyor…

B.D.: Aynen, öyle. Ufak tefek konserler vermenin, işin tamamında beni daha yetkin kılacağını ön görememiştim. Bir grubu organize etmek hiç kolay bir görev değil.

J.D.: Küçük konserler, yaptığın şeyi esnetebilmen için mükemmel fırsatlar sunuyor.

B.D.: Baş solist olarak vokal yapmayı öğrenmek bile bambaşka bir mesele. Şimdi de doğrudan turneye çıkıyorum. Ne olacaksa olsun!

J.D.: Le Guess Who? dışında takviminde başka konserler var mı?

B.D.: Turneye İngiltere’den başlayacağım ama Almanya ve Fransa’da da konserler olacak. Sanırım ön grubunuz olarak da çalacağız. Tabii, hepsi değişebilir. Göreceğiz. 

“Hayatımdaki en iyi kararlar hep bir şeyleri bırakmakla ilgiliydi. Bir kapıyı kapadığında yeni bir pencerenin açılması gibi.” -John Dwyer

J.D.: Parçanın başlangıç noktasından final versiyonuna giden sürecin sende nasıl ilerlediğini merak ediyorum, mesela Sunwatchers’la nasıl çalıştınız? 

B.D.: Bu sefer biraz farklı ilerlemek, düzenlemeyi aşağı yukarı belirlemiş olmak istiyorum. Gerçi Sunwatchers’la kaydettiğimiz parçalar en az düzenlenmiş olanlardı, tamamen canlı çalmıştık. Her biri için ikişer kayıt aldık sadece. Bu albümün büyük ölçüde canlı olmasını istediğimi farkettim. Parçalar da bu hissi taşıyor. Canlı çaldığın için performansının çok iyi olması gerektiğini düşünüyorsun. Senin de OSEES kayıtlarında yaptığın gibi. Temelde her şey canlı ama sen üstüne ufak tefek bir şeyler kaydediyorsun…  

J.D.: Bizde genellikle referans kayıtların hepsi canlı yapılıyor. Gitar, bas, davullar, klavye ve belki referans vokaller de. Bugünlerde vokallerimi yeniden kaydetmeyi tercih ediyorum çünkü canlı çaldığımız stüdyoda boktan duyuluyorlar. Belki ekstra gitarlar, shaker ve başka şeyler ekliyorum. Ama duyduklarınızın çoğu canlı, hepimiz aynı odadayız. Canlı olmasının heyecan kattığını düşünüyorum. Her enstrümanı teker teker kaydettiğinde üzerinde çalıştığın sese daha fazla odaklanabiliyorsun. Davulları tek başına bir odada kaydedersen, odada başka ses olmadığı için davul sesi üzerinde daha fazla çalışabiliyorsun. Ama bahsettiğin metotla ilgili sevdiğim şey kayıt sırasında albüme taşınan hissin, dinleyicilerin canlı performansınızda hissedeceklerine yakın olması. Sahnede çeşitlendirsen de şarkının fikrinin temeli stüdyoda yaptığın şey olacak, çünkü ikisi de canlı.

B.D.: Bu yeniden yaratması çok zor bir şey. Biliyorsun, kendi başıma bir sürü armoni söylüyorum. Bu durumda seninle armoniler söyleyecek birini daha bulman gerekiyor.

J.D.: Bol şans! Bu senenin geri kalanında kendin için neler istiyorsun?

B.D.: Geçen yıl çok zorlu olduğu için bu senenin sakin devam etmesini istiyorum. Güzel çalmak, iyi bir turne yapmak. Yeniden yollarda olmanın keyfine varmak. Hayat gerçekten çok kısa olduğu için de ânın tadını çıkarmak istiyorum. Annemle ilgilenmeye gitmeden önce dert edindiğim birçok şeyi artık umursamıyorum bile. Günlük işlerim mesela.

J.D.: Özellikle bu yıl birçok kişi aslında işlerini sevmediğini fark etti sanırım. İşinden ayrılan, yaptığı işe geri dönmek istemeyen çok arkadaşım oldu; sonrasında ne yapacaklarını sorduğumda “hiçbir fikrim yok ama sorun değil” dediler. Senin de söylediğin gibi, hayat kısa. Ânı yakalamak ve tadını çıkarmak harika bir bakış açısı çünkü hiçbir zaman ne olacağını bilemiyorsun. Benim de hayatımdaki en iyi kararlar hep bir şeyleri bırakmakla ilgiliydi. Bir kapıyı kapadığında yeni bir pencerenin açılması gibi. İşinden kovulman, birinin sana “Dwyer, kovuldun!” diye bağırması tabii ki yıkılmış hissettiriyor ve “Eyvah!” dedirtiyor. Ama bir hafta sonra, gerçekten ayrıldığını anladığında, aslında işini ne kadar sevmediğinin de farkına varıyorsun ve “İyi ki kovulmuşum!” diyebiliyorsun. Avrupa’da turne yapacak olman beni çok heyecanlandırıyor. Bence harika vakit geçireceksiniz. Dünyayı içine çekmek için hak ettiğin o zamana kavuşuyorsun nihayet. Ve yanında ben ve diğer şaklabanlar olmadığı için de seviniyorum. Bu kez tatlı New York çocuklarıylasın. Birlikte turnede olduğumuz zamanlardan aklında kalan komik hikâyeler var mı?

B.D.: Tanrım! En sevdiğim anlar, tamamen aklımızı kaybettiğimiz; yapabildiğim tek şeyin sen bir festivalde oradan oraya koştururken kemerinin tokasına tutunabilmek olduğu zamanlar. Geçenlerde kardeşim çadır kurmaya çalıştığımız bir videoyu izliyordu. Ben ablası olduğum için beni genelde böyle görmeye alışkın değil, “Brigid, iyi misin?” diye sordu.

J.D.: “Bir çadırı baş aşağı kurmaya çalışırken seni izlerken biraz endişelendim!” Evet, seninle ilgili en sevdiğim anılarım SF Eagle’da (The Leather Daddy Bar) çaldığımız zamanlardan. Sana bir pint bardağı dolusu dandik kırmızı şarap verirlerdi. Sen de biz çalmak için sıramızı beklerken onun büyük kısmını içerdin. Tam sahneye çıkmadan önce seni saçların tamamen dağılmış hâlde görürdümdüm. “John, tamamen berbat hâldeyim!” derken, şaraptan dişlerinin griye döndüğünü hatırlıyorum. Seni sakinleştirip “Merak etme iyi olacaksın” demem gerekirdi.

B.D.: Üzerinden yıllar geçti ve kesinlikle herhangi bir kötü his hatırlamıyorum. Hatırladığım şey bütünüyle yoldaşlık. Gerçekten önemsediğin bir şeylerin parçası olmak harika ve sana bir amacının olduğunu hissettiriyor. Çok şanslıydık. 

J.D.: Evet, gerçekten güzel vakit geçirmiştik. Yağmurun altında karavanın anahtarını aramamız gibi trajik anılar da var aklımda ama bunları da komik hikâyeler olarak hatırlıyorum.    

B.D.: Tüm karavanı boşaltmıştık ve anahtarlar en son baktığımız şeyin altından çıkmıştı.  

J.D.: O aslında başka bir geceydi! İnanılmaz bir mucizeydi. Peki, Le Guess Who?’da kimi izleyeceğin için heyecanlısın?

B.D.: Aptalca gelebilir ama Bent Arcana’yı ve neler yapacağınızı izlemek için epey heyecanlıyım.

J.D.: Tanıdığın kişilerin dışında demek istemiştim. Teşekkür ederim, eğlenceli olacağını düşünüyorum. Bent Arcana, senin yaptığın şeye fazlasıyla benziyor. Festivalde Faust’un çalacağını biliyor muydun?

B.D.: Bilmiyordum!

J.D.: Programa bakmadın bile, değil mi?

B.D.: Programa baktım ama Faust’un çalacağını bilmiyordum.

J.D.: Faust IV’u çalacaklar, sanırım bir yaylı dörtlüsüyle. Peki seni bu sene ayakta tutan müzikler nelerdi? 

B.D.: Aslında epey klasik müzik dinledim. Babamın Time Life Great Men of Music albümlerinden.

J.D.: Bende de var! Büyük box setler, değil mi? Çöpte bulmuştum.

B.D.: Evet, babam da Santa Cruz’dayken 20 dolara satın almış.

J.D.: Debussy, Beethoven… Yığınla müzik, en az 10 albüm vardır.  

B.D.: Puccini… Gerçekten iyi bir kürasyon.  Leonthyne Price en sevdiğim opera sanatçılarından biri. Benim çocukluk albümüm Porgy and Bess, o da bu albümde yer alıyordu. Tabii ki Bess’in kısımlarını söylüyordu. “My Man’s Gone Now” gibi parçalar… Biliyor musun?

J.D.: Hayır.

B.D.: John, sersemletici bir şarkı bu. O serideki Puccini kayıtlarının çoğunda Leonthyne Price söylüyor. “O Mio Babbino Caro” mesela. Rahat dinlenen bir opera ama gerçekten de güzel aryalardan biri.

J.D.:  Bence klasik müzik, teselli bulmak için harika bir alan. Geçenlerde bir Art Tatum box set’ini dinlerken tam da bunu düşünmüştüm. Sadece kendi başına piyano çaldığı 13 LP’lik Solo Masterpieces isimli bir derlemesi var. Şarkılarda klasik dünyaya girip çıktığı birçok an var. Düşününce, modern kompozisyona dair hiçbir şey bilmiyorum; bana daha deneysel ve garip gelenler dışında bu tür bir şey duymadım ama olduğuna eminim. Great Men of Music’le aynı kumaştan kesilmiş besteler. Disney film müzikleri gibi olmasa da bu tür kendi başına bir şey ifade eden ağır besteler yapan modern kompozitörler pek yok. Öyle şeyler dinlemek isterdim. 

B.D.: Muhtemelen babamın buna bir cevabı vardır.

J.D.: Evet, benim de bu dünya hakkında hiçbir bilgim yok.

B.D.: İşteyken çok fazla klasik müzik dinlerdim ama bu her zaman saçma bir YouTube mix’i olurdu. Klasik müzik hakkında hiçbir şey bilmediğimi farkettim. Yüzeyde görünen bilgilerdi sadece öğrendiklerim. 

“Birbirinize çok iyi davranın. Biraz klişe olduğunu biliyorum ama gerçekten önemli.” -Brigid Dawson 

J.D.: Peki caz ya da bu sene derinlerine daldığın başka müzikler var mı?

B.D.: Brian Eno’nun bir şekilde elime geçirebildiğim tüm erken dönem albümlerini dinledim. Düşünsene, baharda St Leonards-on-Sea’de yürüyüş yapıyorsun ve her yerde çiçekler açıyordu. Her sabah güneşin doğuşuyla çılgına dönen kuşların şafak korosu ile uyanıyorsun. Ve Eno… Gerçekten âşık oluyorum. Hatta biraz takıntılıyım sanırım.

J.D.: Klasik müzikle paralellik görebiliyorum. O da kompozisyon ve keşif geçmişinden geliyor.

B.D.: Yalnızca özgürlük. Fikirlerin özgürlüğü.

J.D.: Eno’nun konuşma sesiyle şarkı söylemesine bayılıyorum. O albümlerde Robert Fripp gibi olağanüstü müzisyenler de var tabii.

B.D.: Bu sene doğum günümde, arkadaşlarımdan biri bana mükemmel bir hediye verdi. Hayatımda bir sihir gibi, en beklemediğim anda karşıma çıkan birkaç hediye var. Sanırım ünlülerden bir arkadaşının doğum gününü kutlamalarını isteyebiliyorsun. Az önce Robert Fripp’ten bahsetmiştin;, doğum günümü kutlayan Robert Fripp’in eşi Toyah Willcox’tu.

J.D.: Pop yıldızı! Tanıyorum tabii, fantastik biri.

B.D.: Çocukken İngiltere’de yaşıyordum ve 7 yaşındayken aldığım ilk albüm Toyah Willcox’undu. Hatta kardeşim albüm kapağını bozmuştu. Gözlerini oyup maviye boyamıştı ve dişlerini de karalamıştı.

J.D.: Doğum gününü mü kutladı?

B.D.: Evet, çok güzeldi. “Merhaba Brigid, ben Toyah Willcox. Arkadaşın Karina bana yazdı ve küçükken California’ya taşındığını söyledi. Harika değil mi?” Tanrım, inanılmazdı!

J.D.: Gerçekten iyi bir hediye. Arkadaşım Dave Sitek de grup arkadaşıyla birlikte Roger Stone’a para ödeyerek bunlardan yaptırmıştı. Roger Stone sırtında Nixon dövmesi olan, Trump’ın arkadaşı, cumhuriyetçi sağcı bir hıyar. Bunlardan birkaç tane yaptırıp konuşmasına sözler eklediler ve bir edit yapıp albümlerinin tanıtımı için kullandılar. Gerçekten çok komikti!

B.D.: İnsanların böyle şeyler yapmasına bayılıyorum.

J.D.: Son olarak söylemek istediğin bir şey var mı?

B.D.: Birbirinize çok iyi davranın. Biraz klişe olduğunu biliyorum ama gerçekten önemli. 

J.D.: Evet, hıyarlık yapmayın. Seninle konuşmak çok keyifliydi. Hepinizle Hollanda’da görüşme üzere!

John Dwyer,  11-14 Kasım tarihlerinde düzenlenecek Le Guess Who? festivalinin bu yılki küratörlerinden biri. Programında Brigid Dawson & Sunwatchers, Faust, Old Time Relijun, Earth Girl Helen Brown, Bent Arcana, Gustaf var. 

  1. Sanatçı zinciri: Esra Gülmen, Martina Paukova, Tarık Töre, Wilfrid Wood ve Juan Molinet

    Ulaştığımız sanatçıların belirlediği isimlerle röportaj yaptığımız, onları heyecanlandıran farklı görsel dünyalar arasında sektiğimiz zevkli bir tur. Başlasın!

  2. 20. yüzyıl kulüplerinin yerel tarihinde gececil bir gezinti

    Gecenin yavaş yavaş gelip inişinin ertelendiği, sesinin kısıldığı, hoparlör fişinin erken çekildiği günler canımızı sıkmaya devam ederken...

  3. Kuir hafızamıza dijital izler: Alt-cut

    Lubunyanın yeni dijital alanı Alt-cut’tan Efe Mine, Ceytengri, Akış Ka, Florence Delight ve Kiki Cicinash ile Okan Urun buluştu. Zoom’dan dosdoğru, kalplerinizin orta yerine...

  4. Müzik endüstrisinden ekolojik açılımlar: Karbon negatif meselesi

    Müzik sektöründe daha yeşil ve daha adil bir gelecek yaratmak için atılan adımlar ve plak şirketleri için karbon negatif olma yolları üzerine bir beyin fırtınası.

  5. black midi için her şeyin başı eğlence

    Yüzdükçe derinleşen bir denize benzeyen ikinci black midi albümü Cavalcade’i konuşmak üzere, Geordie Greep ve Cameron Picton’a bağlandık.

  6. Ne bir başlangıç var, ne de bir son: Darkside

    Dave Harrington ve Nicolas Jaar’ın yeni Darkside albümüne bakış açısını merak edenler için sorular soruldu, cevaplar alındı.

  7. Şarkı şarkı: Lil Zey ve “Kara Tiyatro” albümü

    “Bundan böyle sadece bir gözlemci olmak istiyorum. Müdahale etmeden, herkesin kendi rengini göstermesini bekleyeceğim artık. Gücüm yetiyorsa kendimi değiştireceğim, bir başkasını değil.”

  8. Büşra Kayıkçı hislerine merakla baktıkça

    Kompozisyonlarda zihinde mekânlar kurma fikrini seven piyanist Büşra Kayıkçı’dan aldığımız yanıtlarda da hem fiziksel hem zihinsel pek çok mekâna giriş-çıkış var.

  9. Teselliyi açılan yeni pencerelerde ve klasik müzikte bulmak: John Dwyer ve Brigid Dawson muhabbete oturdu

    OSEES’in John Dwyer’ı ve Brigid Dawson’un karşılıklı sohbeti, üretim metotlarından turne hatıralarına, klasik müzikte teselli bulmaktan iyi doğum günü hediyelerine uzandı.

  10. Gaspard Augé, mükemmel pop şarkısı arayışından çok uzakta

    Justice üyesi Gaspard Augé ile ilk solo albümü Escapades’in prodüksiyon aşamalarından İtalyan film müziği bestecilerine olan ilgisine ve Türkiye’deki klip çekimi maratonuna uzanan bir sohbet.

  11. “Bu dijital çağın şahsi hatıra defterleri”: 15 kısa film, 17 yönetmen

    Kısa metraj çalışmalarıyla son bir sene içinde ses getirmiş 17 sinemacıya, kısa film denen formata dair düşünüp konuşmak istediklerimizi bir bir sorduk.

  12. A’dan Z’ye: Leos Carax

    Bir çift güneş gözlüğü camının arkasına sakladığı gözleriyle eline attığı her şeye düşsel bir bakış kazandıran Leos Carax’a dair güncel bir sözlük.

  13. Pixar ve büyümek, Pixar’la büyümek

    Pixar’la büyümek güzel de, Pixar büyürken nasıl birine dönüştü?

  14. Bir ilham, umut ve güç kaynağı olarak rap müzik: Nisan Dağ, “Bir Nefes Daha”yı anlatıyor

    “Şarkı sözlerinin filmdeki diyaloglardan daha çok ipucu taşıdığını söyleyebilirim.”

  15. Başardıkları ve başaramadıklarıyla Ryan Murphy’nin tek kişilik televizyon imparatorluğu

    Irk, cinsel yönelim ve cinsiyet temsiliyeti ekseninde başardıkları yadsınamayacak Ryan Murphy’nin -yer yer hassasiyetlerini ve niyetlerini sorgulayan- fazlasıyla subjektif bir portresi.

  16. Yas, kayıp, tünelin sonundaki ışık: Yönetmenleriyle “Leylak” üzerine

    Pandemi sürecinde ön saflarda yer almayı tercih etmiş veya zorunda kalmışlara, göz göre göre yitirdiklerimize, sevdiklerine veda edemeyip yasını içinde yaşayanlara adanmış "Leylak", Tribeca Film Festivali’nden ödülle döndü.

  17. “Space Jam” aynı heyecan ve daha yüksek farkındalıkla geri dönerken

    MJ yerine LeBron, Monstars yerine Goon Squad, güncellenmiş karakter kodları, temsiller, beklentiler ve bilinmesi gerekenler.

  18. % 100 dijital dönüşüm kaçınılmaz ve çok yakın: Sudi Etuz

    Sudi Etuz markasının yaratıcısı Şansım Adalı, sanal tasarımla günlük hayatlarda daha fazla yer edinmek istiyor.

  19. Sürdürülebilir sneakerın seyri

    Sneaker tasarımlarının yüzünü doğaya dönme serüveninin seyrinden bazı dikkat çekici duraklar.

  20. Künye

    yayın imtiyaz sahipleri ve etkinlik direktörleri Aylin Güngör [email protected] J. Hakan Dedeoğlu [email protected] genel yayın yönetmeni Ekin Sanaç [email protected] kreatif