Duygudurum: Florist – Jellywish
Yazı: Tuğçe Hitay
Amerikalı grup Florist, folk müziğin geleneksel ritimleriyle rahatlatıcı, sakinleştirici ezgileri harmanlayan parçalar yapıyor. Ekip beşinci albümü Jellywish ile doğa sesleri, fısıldayan vokaller ve meditatif dokunuşlarıyla bir serüvene ortak ediyor.
Şarkılarda işlenen tema sadece doğayla sınırlı değil; sözlerde yas süreci, kabulleniş, zamanın yavaşlaması gibi duygusal motifler var. Albümün adı, jellyfish (denizanası) ile wish (dilek) sözcüklerinin birleşiminden oluşuyor; bu temaya işaret eden bir metafor aynı zamanda. Florist’in sesi Emily Sprague bir söyleşisinde, denizanalarının kırılgan olup bir yandan da denizin derinliklerinde süzülerek hayatta kalışlarını albümün ruh hâline benzettiğini söylüyor. Jellywish, ritmin değil duygunun taşıyıcı olduğu şarkılardan oluşuyor ve albümün kapak görseli de bu his çemberiyle oldukça uyumlu. Pastel tonlar, su altında süzülen denizanası silüetleri, gittikçe soluklaşan zemin…
New York merkezli bağımsız plak şirketi Double Double Whammy etiketiyle nisanın ilk günlerinde yayımlanan yeni Florist albümünün his haritasını çıkardık.
Albümün ilk şarkısı “Levitate” adıyla müsemma, havada kalma hâlini, gerçekle hayal arasında geliş gidişleri, varoluşsal sancıları, sorgulamaları anlatıyor. Emily Sprague’in fısıltılarına gitar arpejleri eşlik ediyor. Sözler belki ağır, hatta karamsar ama ezginin sakinleştirici, rahatlatıcı bir etkisi var.
“Have Heaven”, kolektif bir huzur arayışını çağrıştırıyor. Kuşkusuz, en umutlu ânı nakaratı. İç huzurun paylaşılan bir alan olabileceğine işaret ediyor şarkı. (Bu işaretin, Türkiye’de yaşanan son gelişmelerden sonra şarkıdaki gibi tüm karamsar tabloya rağmen birleştiğimizi, birlikte direndiğimizi anımsattığını söylemeden geçemeyeceğim.) Gerçek hissetmemize karşı, geçici olduğumuzu söyleyen parça, “Biz birlikte bir cennet olabiliriz” diyerek kayıpların ve melankolinin ötesinde bir şey söylüyor. Florist, doğayla çok anlamlı bir bağ kuran bir grup. İnsanın iç dünyasındaki değişimler ve dönüşümlerle dış dünyadaki mevsimlerin arasında sürekli bir paralellik var. Bu paralelliği “Have Heaven”da da hissediyoruz. Şarkıda ölüm, bitiş, boşluk gibi temalar bulunuyor ama hem bu cennet olma hâli hem de ritmik kurgu, elektronik dokunuşlar ve çeşitli efektlerı enerjimizi yükseliyor.
Üçüncü durağımız “Jellyfish”, kendimi en ait hissettiğim şarkılardan biri. Folk öğeleriyle dingin, rahatlatıcı seslerin kullanılması, yumuşak tonlar, ara ara doğadan gelen sesler… Müzik duyguyu çağrıştırıyor, sözler onu düşünceye dönüştürüyor. Farkındalık, anlam arayışı, kafa karışıklığı karşısında insanın kendisine şefkatli, sevgi dolu olmasını istiyor bu şarkı. Sanırım pek çoğumuzun ihtiyacı olan şey bu…
“Started To Glow”, ölüm ve ölüm düşüncesinin yoğunlaştığı melankolik bir şarkı. Ama bu rahatsız edici bir melankoli değil. Hikâye, ölümü sıradanlaştırarak başlıyor; acıyı, diğerlerinden farkılılaştırıyor. Belli ki bu depresif bir çöküşten ziyade bir kabulleniş, farkındalık süreci. Kaybın ardından yeniden doğuşun hikâyesi. Şarkının vurucu cümlesi şöyle: “Saçlarını kestin ve ışıldamaya başladın.” Saç kesmek burada bir dönüşüm metaforu, parlamak ise ruhani bir aydınlanma. Acıdan sonra yeniden doğuşu, insanın başka bir şeye dönüşmesini anlatıyor. Dönüşüyor muyuz sahiden, yeniden doğuyor muyuz ya da aydınlanıyor muyuz, cevabı net değil.
Yine yas sürecini anlatan bir şarkıyla, “This Was A Gift” ile devam ediyoruz. Sevgi ve kayıp arasındaki çizgide yürüyen bir parça. Şarkı, ölüme rağmen sevginin nasıl kalabildiğini anlatıyor. “Sadece ölüler hayatta kalır.” cümlesi tekrarlanıyor şarkıda. Bu söze pek çok şey yüklemek, içinden farklı anlamlar çıkarmak mümkün. Anılarla yaşamaya devam etmenin, önemli olanın da anılarda yer etmek olduğunu çıkarıyorum ben. “Gift”, yani “hediye” ise var olmak, birini sevmek, birlikte müzik yapmak, hatta sadece anılarla birine bağlı kalmaktır belki..
“All The Same Light”, iç konuşmalarla ilerleyen bir şarkı. Parçada bir yolculuk hissi var, bir arayış, belki de bir kaçış. Metaforları anlamak biraz zor ama geçmişe özlem, birine ulaşamama duygusu yoğun. Sözlerde beni çeken kısım şu cümle oldu: “Ayrı hayatlar, hep aynı ışık.” Bu satırda çok sade ama etkileyici bir fikir var: Herkes kendi hayatını yaşasa da hepimiz aynı evrenin, aynı ışığın altındayız. Size bir çağrışım yapar mı bilemiyorum ama benim aklıma ilk gelen Nazım Hikmet’in şu dizeleri oldu: “Aynı gökyüzünün altında bir direniştir yaşamak.”
Florist şarkılarında genellikle şununla karşılaştım: Sıradan bir ânı anlatırken o ânın içine büyük duyguları sığdırabilyorlar. “Sparkle Song” da bu tanıma mükemmel uyuyor. Şarkı, hayatın küçük, sıradan anlarını duygusal bir derinlikle anlatıyor. Umut ve sevgi kuşatmış şarkıyı. Bir yanda yetersizlik duygusunu söylüyor, öte yandan da sevgiliye hayranlığını. “Beyaz pirinç ve tatlı patates / Basit bir şey seni bu kadar mutlu ediyor.” Belki de bu yüzden çok içten, samimi geldi bana. “Neden iyi bir insan olmak bu kadar zor?” Bu, çok dürüstçe ve yerinde bir soru. Şarkıda sevginin ve birlikte olmanın gücüne dair bir umut ışığı var: “Bir süre daha yanımda kal / Sana ve gücümüze inanıyorum.”
“Moon, Sea, Devil”, sanırım albümün en içe dönük, sorgulayıcı ve sorgulatıcı şarkılarından. Florist, bu küçük dünyada kayboluşunu, yalnızlığını ve kabullenişini anlatıyor bu parçada. Şarkının adı olan “moon, sea, devil” sözcüklerinin yer aldığı dörtlük de oldukça düşündürücü. Aile kurma isteği, kaosla ilişkilendirilmiş, bu karışıklığa da bir teslimiyet söz konusu. “Kendimi denize, aya ve şeytana bırakıyorum.” Bu teslimiyet, doğa ve bilinmeyenle barışma çabası gibi okunabilir.
Benzer bir sorgulayıcı şarkıyla, “Our Hearts in a Room” ile devam ediyor albüm. Florist bu kez hayatı, seçimleri bir sohbet havasında sorguluyor. Şarkının sadece sorulardan oluşan bir bölümü var. Burada soru sormakla kalmıyor, kendisine de soru sorulmasını istiyor. Bu bölüm, en insani ve kendimle de en özdeşleştirdiğim yer. Sadece konuşmak değil; duyulmak, anlaşılmak istiyor. Hem soru soruyor hem de onun da aynı soruyu kendine yöneltmesini istiyor. Bu empati arayışı çok saf ve kırılgan.
“Gloom Designs”, albümün son şarkısı, benim de sözlerinde kendimi bulduğum bir parça. Yine sorularla zenginleştirilmiş, içinde pek çok şey barındırıyor. Yas, zamanın akışı, kişisel çöküş ve insanlığın gidişatı… Bu şarkıda yas, bambaşka bir zemine oturtulmuş, kolektif bir çöküşle birleştirilmiş: “Seni kaybettiğimde sadece 22 yaşındaydım. Dünya değişiyor ve biz giderek uzaklaşıyoruz.” Şarkıda, teknolojiyle gelen yabancılaşma ve insanın tükenişinden söz edilmesi dikkat çekici. “Evet, bilgisayarlar epey akıllanıyor ve ben birkaç aya 30 oluyorum.” Bu satırlar yalnız olmadığımı düşündürüyor bana. Modern insanın iç dünyasından kopuşu, kendi yönünü, farkındalığını kaybedişi, bulanıklaşması şöyle anlatılmış: “İyi bir şey değil bu / Asla da iyi olmayacak / Dürüst olmak gerekirse, bu konuda konuşmaktan sıkıldım.” Şarkının sonunda, denizanası metaforu var. Bunu albümün ismine bir gönderme olarak da okumak mümkün. “Denizanası, beyni yok ama dileği var.”
Robotlaştık. Artık düşünmüyoruz, hatta hissetmiyoruz. İstiyoruz sadece. Mantıksızlığına rağmen dilek tutmak, elimizde kalan tek şey.