Furiosa: A Mad Max Saga ile intikamın ötesinde
Yazı: Ezgi Oğraş
Furiosa: A Mad Max Saga, 2015 tarihli Fury Road’da serinin omurgasını oluşturan Max’in yanında kendine özgü bir alan açarak hafızamıza kazınan Furiosa karakterinin gençliğine odaklanıyor. Kazınmış saçları, kesik kolu, geçmişine olan bağlılığından aldığı inanılmaz gücüyle ilgi çeken Furiosa’ya dair bütün soruları cevaplama niyetinde film.
*Bu yazı henüz Furiosa: A Mad Max Saga filmini izlememiş olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.

Fury Road boyunca Furiosa’nın tutkuyla kavuşmaya çalıştığı Yeşil Yer; Ölümsüz Joe’nun damızlık eşlerini erkeklerin hâkim olduğu tehlikeli ve sömürgeci dünyadan kurtararak nihai özgürlüklerine kavuşmalarını sağlayacak, kadınların hüküm sürdüğü güvenli bölgeydi. George Miller, Fury Road’un sonunda evini kaybetmiş ve bir daha asla bulamayacak olan Furiosa’yı çocukluğunun huzurlu limanlarına götürüyor ilk olarak. Tabii uzun sürmüyor. Savaş Lordu Dementus’un çetesinden iki üyenin Furiosa’yı kaçırmalarıyla cennetvari bir hissiyata sahip bolluk diyarından, çorak toprakların karanlık ruhuna hızlı bir geçiş yapıyoruz. Furiosa’nın annesinin, kızını kurtarmak için iki çete üyesinin peşine düştüğü; süre olarak oldukça uzun ilk sekansta tempo ve aksiyon dozu yüksek. Nefes nefese bir kovalamaca, âdeta bir benliği olan motorlar, harika bir sinematografi. Böylece, ilk dakikalardan itibaren seyircinin beklentilerini karşılayarak, serinin diğer filmleriyle istemsizce kıyaslanmasına da izin vermeden dikkati hızla üzerine çekmeyi başarıyor.
Dikenli yollarda özgürlüğe adım adım
Furiosa: A Mad Max Saga, Fury Road’un kısa sürede geçen takip sekansının aksine 15 yıla yayılan, beş bölümlük post-apokaliptik bir masala dönüşüyor. Alyla Browne’un canlandırdığı Furiosa’nın çocukluk zamanları, Dementus’un sadist gösterilerinin içinde geçmekte. Chris Hemsworth ile hayat bulan Dementus, kaybettiği çocuğunun oyuncağını bedeninde taşıyan, yaşadığı acıların onu beklenmedik anlarda naifleştirdiğini gördüğümüz ancak acımasızlığından ödün vermeyen bir çete lideri. Karakterin grotesk unsurlar ve şiddet sahneleri içindeki varlığı, filmin mizahi eksenini çiziyor. Furiosa’nın kendini koruma adına ördüğü duvarların travmatik sebeplerini ve gidişatını, Browne’un duru oyunculuğuyla izliyoruz öncelikle. Dementus’un kasvetli dünyasına zorla dahil edilen Furiosa, tanık olduğu sahnelerin yükünü kelimelerin gücüyle değil; ifadesiyle gösteriyor.

Çorak toprakların hükümdarı Ölümsüz Joe ve Dementus arasındaki pazarlık sonrası, Furiosa’yı Ölümsüz Joe’nun kalesinde görüyoruz. Petrol ve yiyeceğe karşılık Ölümsüz Joe’nun hükümdarlığına verilen Furiosa, intikamının peşinden gitmek için daha az mutsuz olacağı bölgeyi seçmek zorunda kalıyor. Henüz reşit bile olmayan Furiosa, Fury Road’da Charlize Theron’un canlandırdığı karakterin özgürlüğüne kavuşturmak için kaçırdığı Ölümsüz Joe’nun damızlık eşlerinin bulunduğu hareme alınıyor.
Erkeklerin hüküm sürdüğü post-apokaliptik dünyada, kadınlar yalnızca erkeklerin onlara biçtiği rollerle var olabiliyor: Cinsel nesne ve doğurganlık aracı. Kendilerine yazılan kaderi değiştirmelerine ve süslenmiş kafeslerinden çıkarak yaşamın devam ettiği alanlara ulaşmalarına izin yok. Kadınlığa ithaf edilen her ne varsa yıkıp yeniden inşa etmeye ve esaret altındaki kadınları Yeşil Yer’e kavuşturmaya karar veren Furiosa’nın motivasyonu burada oluşuyor. Gözünü açtığı dünyadaki sevgi ve özgürlüğün peşinden gitmek, artık eve dönme isteğinin ötesinde. George Miller, Fury Road’da kurcaladığı temaların çıkış noktasıyla tanıştırıyor böylece.
Furiosa, adaletsiz hükümdarlığın içinden çıkabilmek için erkeklik kodlarıyla kendisini sansürlemek zorunda. Zekâsı ve becerilerini, çocukluğunda yeşermeye başlayan intikam duygusuyla pekiştirerek Kale’deki varlığını sağlamlaştıran karakterin yetişkinliğe geçiş zamanlarında Anya Taylor-Joy perdede yerini alıyor. Charlize Theron’un akıllarda kalan performansının ardından, “Acaba olur mu?” sorularını -hatta George Miller, Theron’a gençleştirme efekti kullanma fikrinden bahsetmişti- boşa çıkarıyor Taylor-Joy. Bir röportajda söylediğine göre, filmde yaklaşık 30 satırlık diyalogda yer alan Taylor-Joy, buna rağmen hem donuk hem duygu yüklü ifadesiyle Furiosa’nın öfkesini, yasını ve yalnızlığını aynı anda hissettirmeyi başarıyor.

Furiosa: A Mad Max Saga, serinin yarattığı evrenin ücra köşelerinde gezdirerek hikâyesiyle derinlikli bir bağ kurduruyor. Rictus Erectus, The Organic Mechanic gibi tanıdık karakterler varlığını sürdürürken, Furiosa’nın yolculuğundaki ilk şefkatli eşlikçisi olduğunu öğrendiğimiz Praetorian Jack gibi yenileri de yer buluyor hikâyede.
Künyede yeniden yer alan yapım tasarımcısı Colin Gibson, kurgucu Margaret Sixel’in ve kostüm tasarımcısı Jenny Beavan’ın payıyla Ölümsüz Joe ve Dementus’un tiranlık savaşlarında serinin devam filminden beklenen görsel ihtişam fazlasıyla var. Ancak Fury Road’da gezindiği temaların hakkını veren incelikli bir anlatımdan mustarip. Furiosa’nın kolunu nasıl kaybettiği gibi detayları verse de özellikle zaman atlamalarında karakterin yolculuğuna dair yeni soru işaretleri ve boşluklar bırakıyor. Yine de bunlar filmi tam anlamıyla gölgelemiyor tabii. Yaklaşık iki buçuk saat süresince karakterlerin motivasyonunu açık ederken ekrana kilitlemeyi başaran George Miller hayal kırıklığına uğratmıyor.