Malezyalı sinemacı Yen Tan, beyaz erkek egemen düzenin işkence ettiği Julia Pastrana’nın hikâyesini anlatacak

Sömürgeci düzen, “keşfedilen” toprakların yağmalanması ile elde edilen zenginliklerin sergilendiği mekânların açılmasını beraberinde getirdi. Beyaz erkek egemen Avrupa’nın zenginlerine ait koleksiyonlar, zamanla Doğa Tarih Müzeleri, Etnografya Müzeleri ile “bilimsellik” adı altında meşrulaştırmaya çalışıldı. Bu süreçte zarar gören ve esir tutulanlar sadece sanat eserleri ya da hayvanlar değildi. Hayvanat bahçesi mantığında kurulan insanat bahçeleri, diri ve ölü, beyazların dar kalıplarının dışında gördüğü bedenlere sahip insanların sergilendiği vahşet mekânlarını oluşturdu. Hotanto Venüsü olarak bilinen Saartjie Baartman, Dünyanın En Çirkin Kadını ilan edilen Julia Pastrana ve hikâyesi daha önce çeşitli filmlere konu olan Ota Benga; bu zalimliğin doruklarında yaşandığı 19. yüzyılın en bilinen örneklerinden.

1985 ve Pit Stop gibi yapımların yaratıcısı, Malezyalı sinemacı Yen Tan, yeni projesi Beauty’de Julia Pastrana’nın yaşantısını ekrana taşıyacak. Ten’in bu projesinin yapımcılığını bir iç savaş draması olan Emperor’ın yaratıcısı Mark Amin ve Hacksaw Ridge ile Oscar adaylığı kazanan yapımcı David Permut üstlenecek.

Projenin duyurulmasının ardından Mark Amin, “ Yen Tan, benzersiz hikâyeleri kendine has bir sesle anlatabilme yetisine sahip ve onun sıradaki projesinin yapımcılığını üstlenmekten dolayı çok mutluyuz” dedi. David Permut ise Beauty’yi kalp kırıcı gotik bir aşk hikâyesi olarak tanımlıyor. 

Filmle ilgili elimizdeki detaylar şimdilik bu kadar. Ancak Julia Pastrana’nın yaşamına kısaca değinmekte fayda var.

1834’te Meksika’da dünyaya gelen Pastrana, Hipertrikoz sendromuna sahip. Tarih boyunca kurt adam sendromu gibi isimler de almış bu biyolojik durum, insanlar arasında batıl inancın etkisiyle büyük bir fenomene dönüşmüş. Pastrana’nın hayatı da önyargılarla mücadelenin bir öyküsü. Maymun Kadın, Ayı Kadın, Canavar gibi nitelendirmelerle hitap edilen Pastrana’nın yaşamı, korkunç bulunan bedeninin sergilendiği şovlarla dünyayı dolaştırılmakla geçmiş. Sıra dışı görünüşü sebebiyle insanlığın bastırılmış hayvani doğası ve canavarlarla cinsel ilişkiye girmek gibi fikirlerin temsili olarak gösterilmeye çalışılmış. 

Pastrana’nın döneminde pek çok araştırmaya ve metne konu olduğunu da belirtelim. Julia’nın izlerine, Darwin’in Variation of Animals and Plants Under Domestication tezinde, onu köpeklerle kıyaslayarak yaptığı çıkarımlarda ve Edgar Allan Poe’nun kaleme aldığı Morgue Sokağı Cinayetleri öyküsündeki orangutan karakterinde rastlamak mümkün. Ancak Pastrana’nın bedeni ve ruhunun gördüğü işkence, ölümüyle de sona ermemiş. 2013’te beyaz güllerle süslü beyaz bir tabut içinde ülkesine geri gönderilerek toprağa verilene kadar, cesedi mumyalanarak yine dünyanın dört bir yanındaki şovlarda sergilenmeye ve eziyet çekmeye devam etmiş.

Yazı: Biçem Kaya