Mark Sandman ile büyüme ve büyülenme maceralarımız

Yolu -ne mutlu ki- bu dünyadan geçmiş en eşsiz ve yaratıcı şarkı yazarlarından Mark Sandman, 3 Temmuz 1999 günü aramızdan ayrıldı. Tam 25 yıl olmuş. 

Sihirli Morphine müziğinin bir diğer bileşeni Dana Colley, 2020’de bir röportajda kendisine yöneltilen “Sence Mark Sandman’in en büyük mirası nedir?” sorusuna şu yanıtı vermişti: “Eğer sevdiğiniz şeyler için yeterli tutkuya sahipseniz, hiçbir şey önünüze geçemez. Bir şeyi, kendi başınıza mümkün kılın.”

Evet, tutkunun her köşesinden fışkırdığı şarkılar yazıyor, çalıyor ve söylüyordu Mark Sandman. Biz de kendisine şükranlarımızı, ekipçe Sandman’den miras birer şarkı seçerek ve hissettirdiklerini ya da başımızdan geçenleri paylaşarak sunuyoruz. Morphine Radyosu çalma listesi aşağıda, duygudurumlarımız da hemen altında. 


J. Hakan Dedeoğlu seçti:
Candy
Albüm: Cure For Pain (1993)

Morphine’in müziğini sıfatlarla tanımlamaya çabalamak çok zor. Karanlık, erotik, hüzünlü? Ama bu üç sıfatı en sevdiğim Morphine şarkısı “Candy” için kullanmak yanlış olmaz. Nihayetinde üçünü de ancak Sandman bir araya getirebilirdi tabii.

Ekin Sanaç seçti
I’m Free Now
Albüm: Cure For Pain (1993)

Okulu kırıp öğleden sonra saatlerinde (Beyoğlu’nda) Gizli Bahçe’ye gittiğimizi hatırlıyorum. Hava çok güzel, ışık çok güzel, mekân erken saate rağmen hareketli. Morphine çalıyordu kapıdan girdiğimizde ve sonrasında da çalmaya devam etti. Kesintisiz bir şekilde Cure For Pain albümünü dinlemenin şaşırttığını hatırlıyorum. (Bir albümün baştan sona çalınması adeti yoktu.) Kıllanıp mekâna sorunca Mark Sandman’in göçtüğü haberini almıştık. Hafızam da yanıltıyor beni demek. 3 Temmuz olduğuna göre okulu filan kırmamışız, hevesli bir yaz günüymüş.

Yiğit Atılgan seçti:
Super Sex 
Albüm: Yes (1995)

Yeni müzikleri hâlâ dergiler ve televizyondan öğreniyorduk. Bir gece vakti MTV Alternative Nation’da davul ve bas birbirini sarmalamış, onlara aynı anda iki saksafon çalan bir adam eklenmişti. Sözler viskiden, sigaradan, seksten bahsediyordu; blues mu rock mı caz mı belli değildi. Vokalleri yapan adam sahnede bu şarkıyı çalarken ölmüş. Yıllar sonra bir işporta tezgâhından soluk sarı kapaklı bir CD satın aldığımda haberim yoktu.

Merdan Çaba Geçer seçti:
French Fries W- Pepper
Albüm: Like Swimming (1997)

“Yapılmış belki de en seksi şarkılardan biri nasıl olur da patates kızartmasına yazılmış olabilir?” veyahut “Patates kızartmasına ithaf edilmiş bir şarkının bu kadar seksi olabileceği kimin aklına gelirdi?”. Mark Sandman’in kendi yaşam hikâyesini kronolojik bir biçimde özetlediği “French Fries W- Pepper”; gündelik hayatın keşmekeşi içinde kaybolan küçük hazlara, basit mutluluklara -biraz da troll bir yerden yaklaşılarak- methiyeler düzülen bir başyapıt bana göre. Çıtır çıtır, sıcacık bir patates kızartmasını mideye indirip, parmak ucunda kalan tuz kalıntılarını çaktırmadan emmek kadar zevkli bir 2 dakika 53 saniye. Sandman’in, verandasında şarap – patates yapmayı hayal ettiğini söylediği 9-9-99’u göremeden aramızdan ayrılmış olması ise her dinlenişte iç burkan bir detay olmayı sürdürecek elbet.

Elif Öz seçti:
Claire
Albüm: Good (1992)

Morphine’in başka kimselerde olmayan büyüsü henüz ilk albümden üzerimize parlıyor. Her dinlediğimde Claire olmak mı istiyorum yoksa beni Claire kadar heyecanlandıracak birini mi bulmak istiyorum diye düşünmemek elde değil. Saksafonların omzunda flörtöz bir dans bu.

Aylin Güngör seçti:
The Night
Albüm: The Night (2000)

Bu şarkıyı ilk dinlediğimde ergenliğimin finalini yaptığımı ve büyüyüp gerçek bir dramaya düşmüş olduğumu anlamıştım.

Utkan Çınar seçti:
Patience (Alternate Version)
Albüm: At Your Service (Anthology) (2009)

En sevdiğim gruplar triodur, en sevdiğim trio da Morphine’dir. Bundan 25 sene kadar evvel eski bir dostun Cure for Pain’i dinletmesiyle ağzım açık kalmıştı soundlarına. Hâlâ da kapatabildiğimi söyleyemeyeceğim. Bir harf öğretenin nasıl kulu kölesi olunuyorsa işte benzer bir his. Onları tanır tanımaz da Mark Sandman’in çok yakın geçmişte, genç yaşta aramızdan ayrıldığını öğrenip bir hayat dersi daha alacaktım. Seçecek şarkı çoktu. Sonra da dedim uyuzluk yapıp Morphine’in en az Morphine gibi tınlayan şarkılarından birini, “Patience”ı seçeyim. “Dün bütün günü çimlerin büyümesini izlemeye, kırmızı ışıkta beklemeye, kapının çalmasını dinlemeye ayırmış” karakterimize bir hanım “sabretmesini, zaman vermesini, her şeyin yoluna gireceğini” söyler. Mantra-vari basit sözleri, son derece pozitif bir havası vardır. Bu versiyonunda imzaları olan slide bass’ı belli belirsiz duyarız; mandolin dominant enstrümandır. (Hoş “In Spite of Me”de de öyle ama onda davul yok.) Nakarattaki kalın perdeden tek notalık saksafon beşlemelerini o kadar severim ki… Morphine’in sıradan bir Amerikan, 90’lar alternatif rock grubu gibi tınladığı bir an. Ama düşünürüm de işte bunu da yapabildikleri için diğer şarkılar o kadar tarifsiz, o kadar zaman dışı. “Patience” olduğu, olabildiği için “The Night”, “Cure For Pain”, “Rope on Fire” var.  

İlayda Güler seçti:
You Look Like Rain
Albüm: Good (1992)

Morphine dönüp dolaşıp kendimi bulduğum; bedenimdeki tensel uyarılmayı müthiş bir hızla tetikleyen, ruhuma aynı anda tutkuyu ve zevk duyulan bir melankoliyi boca eden, penceresinin ardında hep gece olan, içi loş, sıcak ama ferah, hoş kokulu bir oda gibi. “You Look Like Rain”, grubun dinlediğim ilk şarkısı; aklım çıkmış, kanım kaynamıştı. “Bu müzikten daha fazla yok mu?” diye albümlerine koştuğumu hatırlıyorum bittiğinde. Mark’ın güzel sesi önce nefesiyle birden, sonra ürkütmeden, adım adım yakınlaşır, şaşırtıcı iltifatlarıyla etrafı sararken; flört etmeyi nasıl da iyi bildiği her defasında gülümsetiyor beni. Ölümün bile en cool’unu bulup erkenden diğer tarafa geçmeseydi, daha kim bilir neler yapacaktı diye düşünmekse kalbimi acıtıyor pek çoğumuz gibi. Bir biçimde hâlâ buradasın; iyi ki varsın!

Korcan Derinsu seçti:
Sharks
Albüm: Yes (1995)

Morphine’e dair sevdiğim çok şey var ve bunların başında da Mark Sandman’in vokali geliyor. Sharks’ı ne zaman dinlesem Mark Sandman sanki yanımdaymış da hem konuşuyormuş hem bir şarkı mırıldanıyormuş gibi hissediyorum. Üstelik görece hareketli bir melodiye karanlık sözlerle! Daha ne isterim ki!

Zeynep Naz Günsal seçti:
Shame
Albüm: B-Sides & Otherwise Compilation (1997)

Buraya bir deep cut öneriyormuşum gibi hissetmenin ukala gururunu yaşamak ve 2021’de kaybettiğimiz Billy Conway’in ne zaman dinlesem beynimde / vücudumda garip tepkimeler yaratan 15 saniyelik efsanevi davul solosunu cümleten hatırlayalım diye seçtim.

Meltem Demiraran seçti:
Do Not Go Quietly Unto Your Grave
Albüm: Good (1992)

Derin bas ve bariton saksafonun birleşimiyle dumanlı bir sisin içine hapsedip; caz, rock ve blues arasındaki sınırları bulanıklaştıran hipnotik bir hâli var “Do Not Go Quietly Unto Your Grave”in. Mark Sandman’in çakıllı vokalleri ve parçanın insanın içine işleyen sözleri ise yaşamın kırılganlığına ve direnişin güzelliğine dair nefes kesici bir ağıt gibi.

Cem Kayıran seçti:
I’m Yours, You’re Mine
Albüm: The Night (2000)

“Ben seninim, sen de benim” diyen ilk şarkı değil ama bunu Mark Sandman’den duymak bir başka oluyor tabii. Ortamı çok gergin, loş; ritmi bir kalp atışı simülasyonu. Her zamanki gibi enstrümantasyonu yalın ama dev bir senfoni etkisinde. Hayret etmeden dinlemek mümkün değil.

Deniz Bankal seçti:
Down Love’s Tributaries
Albüm: B-Sides & Otherwise Compilation (1997)

Oyun kurallarını bozup yeniden yazmayı pek sevdiği sesler parkında ve Morphine diskografisinde nadir görülen bir olay; vokalini son derece kişisel bir enstrüman gibi kullanan ve konfor alanını geniş tutan Sandman, mikrofonunu sevgilisi Sabine ile paylaşıyor ve varoluşçuluğun derinliklerine uzanan ama sadece sekiz dakikalık psikedelik bir yolculuğa çıkıyorlar. Yalnızca Cure for Pain’in Japonya baskısında ve B-Sides And Otherwise toplamasında bulunan bu kayıtta olasılıklar, salınamayan kökler ve güncelleme gelmeyen bir aşk hikâyesinin izlerini sürebilirsiniz.

Esin Çalışkan seçti:
The Saddest Song
Albüm: Good (1992)

Bu şarkının asla dünya üzerindeki en üzücü şarkı olduğunu düşünmüyorum. Kahredici bir güne uyandığımda, kendimi bir bütünün parçası hissetmek için mutluluğun kendisini değil bünyemde yarattığı o garip yorgunluğu hatırlıyorum. Daha da kötüsü, bazen her şeyi unutup sadece bunu hatırlamak kadar güzel bir şey olmadığını fark ediyorum. Mark Sandman, her zerrenle buna değersin!