Mert Tugen animasyonu ve Twenty Million People tınılarıyla bir kâbusun portresi
Yazı: Deniz Tümer
2020’nin sonlarında gitarist ve vokalist Bah Sarp ile davulcu Batu Bekmen, İstanbul’dan Vancouver’a uzanan yolculuklarında yanlarına basçı Brian Vincer’ı da alarak Twenty Million People adlı heavy metal grubunu kurdu. Geçtiğimiz sene Piss & Vinegar International etiketli ilk uzunçaları New Rome’u dinlemeye açan ekipten şık bir haber var: Albümle aynı ismi taşıyan parçanın Mert Tugen imzalı animasyon klibi yayında. Tugen yakın zamanda, kendi grubu Hav Hav!’ın “Havlıyor Köpekler”i ve Nilipek. ile Taner Yücel düeti “Vazgeçtim” için de harika videolar hazırlamıştı.

“New Rome”, yozlaşmanın etkisiyle dağılmakta olan bir şehirde yaşamanın getirdiği korku ve öfkenin ötesinde, oradan ayrılmaya karar vermenin eş zamanlı olarak yarattığı belirsizlik ve umut hislerinden doğan bir parça. Renksiz görüntüleri ile kapitalizmin sunduğu monoton hayatın ruhsuzluğunu vurgularken sadece bir sistem eleştirisi yapmıyor; aynı zamanda bu mahkumiyetten kurtulmanın mümkün olduğuna dair bir umut ışığı da yakıyor. Aslında “Yeni Roma”nın sahte vaatlerine inanıp yaşamımızı paranın hükmüne bırakmamız için bir uyarı ve başka bir hayatın varlığına dair bir güvence.
Bütün bu eleştiri ve başkaldırı zengin bir ses değişkenliği ile anlatılmış. Görece yumuşak başlayan vokaller parçanın ortasına doğru acımasız davul vuruşlarıyla güçlü kükremelere dönüşüyor. Sarp, sesinin tüm gücüyle şehirden hesap sorarken, enstrümanlar sessizliğe saldırarak tüm enerjiyi kulaklara ulaştırıyor. Parçanın kapanışını da öfkeli ve tiz riffler ile old school metal melodikliği ile buluşturan ve tadı damakta kalan bir enstrümantal kesit yapıyor.
Gri bir girdap ve yeşil bir umut ışığı
Mert Tugen’in animasyonu, sistem boyunduruğunda hayaletleşmiş bir insan figürünün yaşamına kapı açıyor. Gri tonlarına bulanmış şehir manzarası, kafamızın sisli olduğu günlerin İstanbul’unu tasvir ediyor. Günlük hayatın koşturmacasında oradan oraya savrulan protagonist, kendisinden farksız başka figürlerin kalabalığı arasında bir Camus karakteri gibi yabancılaşarak bir kâbusun içine düşüyor. Hayatından parçaların hızlanan müzik ile birlikte canavarlaştığı bu girdabın içinde, grinin yerini yeşilin aldığı bir hayal çağırıyor onu. Bu karmaşada hikâyenin başladığı apartman dairesine geri geliyor ve izleyiciyi bir soru ile baş başa bırakıyor: Her şeyi baştan almak mı, yoksa yeşil hayalin içine atlamak mı?