Nilipek. ve Ahmet Ali Arslan buluştu: Dağılabilecek daha çok alan, daha çok ferahlık

Nilipek. ve Ahmet Ali Arslan, dördüncü albümlerini bir hafta arayla paylaştı. İkisinin de kişisel diskografilerinin en ayrıksı işleri Uydurduğumuz Oyunlarla ve Yangı. Zihinlerinde açılan yenice kapıları, şarkı yazım metotları ve prodüksiyon tercihlerindeki değişimleri, başka şehire taşınmış olmanın şarkılarına nasıl sızdığı gibi konuları merak edip ikisini aynı masada buluşturmak istedik. Nilipek. Berlin’den yola çıkarken bavuluna iki tane çek-at kamera sıkıştırdı; sohbetin üstüne Moda sokaklarında birbirlerine modellik de yaptılar.

Bu sohbet, Bant Mag. Mayıs 2024 sayısında yayımlandı.



Nilipek.: Hoş geldin.

Ahmet Ali Arslan: Sen de hoş geldin.

Nilipek.: Çok ferah bir albüm olmuş Yangı. Şarkı yazarken konu kendi derdini büyütüp herkesin ilgileneceği bir noktaya getirmek ya olay… Kendimde de benzer bir şey hissettiğim ve sende de onu gördüğüm için bunu seninle de konuşmak isterim. Şu an o derde daha ferah bakıyorsun gibi hissettim albümü dinlerken mesela.

Ahmet Ali Arslan: Öyle valla. Şarkılarda bile içinde bulunduğum durumun değişmesini istiyorum; o şarkıları yazmak istemiyorum, orada olmak istemiyorum. Bir şekilde hayatta sağa sapıyorsun, sola sapıyorsun ve şu an onlara şarkı olarak bakabiliyorum. Albümü yaparken de elimi, gönlümü rahatlattı tabii. Senin albümünde de aynı rahatlık hissediliyor. İnanılmaz bir prodüksiyon olmuş bu arada. Senin, Berkay’ın (Küçükbaşlar) ve Taner’in (Yücel) dokunuşları da ayrı ayrı hissediliyor. Baştan sona sular gibi akıyor.

Nilipek.: Çok sağol, bizim için baya heyecanlı bir süreçti.

Ahmet Ali Arslan: Her şarkıyla biriniz mi ilgilendi, üçünüz hep birlikte miydiniz? Biraz süreci anlatsana, merak ediyorum.

Nilipek.: Şarkıdan şarkıya değişti. “Yalan Söyledik”, “Köşk”, “Mezar” ve “Baykuş”u ben önceden düzenledim; nasıl olacakları aşağı yukarı belliydi. Hatta Berkay’la stüdyoda kampa girdik. Ben şarkıyı düzenliyordum, Berkay davul çalıyordu; başka bir şarkıyı düzenliyordum, Berkay girip davul çalıyordu. “Geçmiyor Zaman” da öyle çıkmıştı. O şarkıları ikimiz düzenledik gibi oldu. Sonra onları Taner’e dinlettik; o da heyecanlanınca “beraber çalışalım” dedik. Onun dışında iki şarkıyı grupla düzenledik, çalarak. İki şarkıyı Taner baştan sona düzenledi. “Sandığım”ı tamamen Berkay düzenledi. Üç farklı aranjman ve prodüksiyon süreci var aslında. Prodüksiyon tarafını tamamen Berkay ve Taner yönetti. Son dokunuşları Taner yaptı; Taner, Emre Malikler’e iletti, beraber kararlar verildi. Fırlatılmış bir roket gibi parçalanarak devam eden bir süreçti; ben prodüksiyonda ayrıldım orada Taner eklendi, sonra Berkay ayrıldı Emre eklendi gibi sonsuzluğa giden bir süreç.

Ahmet Ali Arslan: Çok birlikte, beraber, tutarlı duyuluyor buna rağmen. 

Nilipek.: Farklı farklı şarkılar olduğu için biraz korkuyorduk da. Bir uçtan bir uca gidiyor, bütünlüğü olmayacak mı diye. Sende nasıl aktı prodüksiyon süreci?

Ahmet Ali Arslan: Kâbus gibi bir şeydi, yalan söylemeyeceğim. Bu albüme Rana (Uludağ), Ozan (Sarohan), Ozan (Kısaparmak) ve ben, geçtiğimiz yaz başladık. Grup grup hissetmeyi epeydir özlüyorduk. Uzun zamandır, geçen albüm de buna dâhil, ben onlara biraz daha dar alanlar vermiştim. Birlikte düzenlememiştik pek çok şeyi. Müzik zaten benim için daha basit bir armonik yapı ve onun üstüne söz söylemek gibi bir yere gitti. O da bahsettiğim grup dinamiğini isteyen bir şeydi. Biz bu şarkıları birlikte düzenleyelim, bir de video çekelim diye başladık. Birkaç şey düşündük, olmadı, video bir araya gelemedi. Ama bu şarkılar da taş gibi oldu, stüdyoya gidip kaydedelim dedik. Üç şarkı: “Oyun”, “Yeni Hayat” ve “Sevgi”. Ben tipik tezcanlılığımla “hazır girmişken iki şarkı daha atayım” diyerek bir şeyler daha kaydettim. Sonra onları yavaş yavaş işledik. Bir şarkının üstüne Brek çaldı, Alican (İpek) çaldı, “Oyun”a Gülinler geldi, “Yeni Hayat”a Şenceylik geldi. İki şarkıyı Emre Malikler miksledi; gerisini ben miksledim. Prodüksiyon geliştikçe ne istediğimi anladım. Baştan tüm ipleri elimde tuttuğum bir durum yoktu. Yavaş yavaş başladı “bunu istiyorum”lar, “bunu istemiyorum”lar. Mesela “Gülgü”nün bambaşka bir şeyi oldu.

Nilipek.: Çok eğlenceli bu arada, gerçekten çok güzel bir şarkı.

Ahmet Ali Arslan: Bence de tatlı oldu; mesela Cümbüş Cemaat ekibi oradaydı onların enerjisi de güzel oldu.

Nilipek.: Onu soracaktım, kimler vardı orada?

Ahmet Ali Arslan: Cümbüş Cemaat’ten Cem Köklükaya, Burhan Hasdemir ve Hakan Güngör vardı, Taycan vardı, Meriç (Baytaş), Egemen (Kanmaz) diye bir arkadaşım, Brek, Derin (Emre) diye bir arkadaşım, Atakan (Kotiloğlu), Bora (Genel) vardı. Aşağı yukarı böyle. Ziba’nın ikinci katında topladım bunları. Önce birkaç safe take aldık. Beden perküsyonu, zart zurt falan da var. Söylüyoruz ediyoruz, bir yandan biralar geliyor, saat 4’te buluştuk ama herkes içmeye gelmişti. Sonra “salın istediğiniz kadar” dedim; ne kadar eğlendiğimizi anlatamam. Herkesin böyle bir eksiği varmış. O gün “Hassas erkeklerin daha fazla bir araya gelip bağırması gerekiyor” diye konuştuk. Belli ki oradaki ekibin içinde bir sürü insanın böyle bir şeye ihtiyacı varmış. Maça gitmiyoruz, tezahürat yapmıyoruz.

Boşaltabileceğiniz bir yer yok yani.

Ahmet Ali Arslan: Yok. Yalan değil, yok. Ben onu 40 yılın başı Ayvalık’ta halı saha maçına gittiğimde hissediyorum. İnsanlar hakkaten tertemiz çıktı o gün oradan, çok eğlenceliydi. “Gülgü” öyle oldu. Diğerlerini de yavaş yavaş Şen Bakkal’da Barış Yalaz’la kaydettim. Albümün yapılış şekli hayatıma da çok benzedi. Son bir sene içinde o kadar fazla şey değişti ki… Rutine çok ihtiyacım var, rutin diyebileceğim hiçbir şey yok. Bir hafta sonra nerede olacağımı bilmiyorum falan. O yüzden senin albümde gördüğüm tınısal bütünlük, albümde yok gibi hissediyorum. Hatta her şarkıya bambaşka bir şey yazmak istedim.



Nilipek.: Kendini biraz öyle görüyorsun ama dışarıdan öyle duyulmuyor kesinlikle. Ben o bütünlüğü görebiliyorum senin albümünde. 

Ahmet Ali Arslan: Belki yaparken çok kayboldum, buldum falan, onunla alakalıdır. Bunu bir eksiklik olarak da görmüyorum, her şarkının kendi kafası oldu. Bazıları hi-fi oldu, bazıları oldie tınlıyor. Son bir senemi anlatıyor, eninde sonunda mutlu olduğum ve hediyeymiş gibi hissettiğim süreçler bunlar. Peki ya oryantalizm? Darbuka? Gündem Yaylı Grubu? 

Nilipek.: Yok ya, hepsini Altuğ (Öncü) çaldı. Hepsini dediğim, doğu yaylılarını o çaldı “Köşk” ve “Yalan Söyledik”te. O yaylıları yazmak ne kadar eğlenceli bir şeymiş! Artık her şeye yaylı yazmak istiyorum. “Bir Ses Var” ve “Sandığım”da direkt quartet geldi. Nilipek.: Darbukayı da Ercan Bektaş çaldı, sesçimiz olur. Üstüne de Burhan (Hasdemir) perküsyon çaldı. Hepsini sayacağım galiba! Bir de Çeçe beden perküsyonu çaldı “Yalan Söyledik”te.

Ahmet Ali Arslan: Evet orası acayip olmuş!

Nilipek.: Taner’in müthiş fikri ya. “Ben buraya beden perküsyonu istiyorum” dedi.

Ahmet Ali Arslan: Albümde bu anlamda öncekilere kıyasla daha cesursun. Zaten hep şarkıların ve prodüksiyonların müzikal yolculuklara çıkıyordu ama biraz daha cesaret skalası artmış gibi hissettim.

Nilipek.: Janr olarak biraz açıldı. Eskiden de şarkının kendi türünü, düzenlemesini çağırdığını düşünüyordum, janr sınırlaması koymuyordum. Ama illa ki çok hâkim olmadığım alanlara girmekten de çekiniyordum. Kalkıp bir doğu yaylısı koyma konusu mesela hep bir çekinceydi. Yarım yamalak yapmaktansa hiç yapmayalım daha iyi gibi bir algı vardı. Ona dair cesaret biraz grubun dağılmasıyla arttı. Dağılmak demeyeyim ama Umut (Çetin) ve Can (Aydınoğlu) sırayla gruptan ayrıldılar. Ben biraz daha düzenlemelere kendi başıma bakıp karar vermeye başladım. Dağılabilecek daha çok alanım oldu. Berkay ve Taner de neyse ki buna okey oldular, hiç müdahale etmediler. O yüzden o kararlar daha kolay verilebildi. Bu buraya oluyor mu, oluyor, tamam. “Acaba olsun mu?” diye hiç düşünülmedi. Bir grup olarak müzik yaptığında…

Ahmet Ali Arslan: Bilmez miyim!

Nilipek.: Konuşuluyor ya işte “bu buraya olur mu” diye. Bir taraf istiyor, bir taraf olmasın diyor. Çok mu şöyle oldu, çok mu böyle oldu. Daha denemeden bazı ihtimaller elenmiş oluyor. Sen piyanonun ya da MIDI klavyenin başında tek başınaysan, bunların hepsini hızlı hızlı deneme ve o anda karar verme şansın oluyor.  Bir kere olabildiğini duyduktan sonra, diğer insanlara da duyurabilmek kolay oluyor. 

Ahmet Ali Arslan: Ben Ayvalık’a taşınalı neredeyse iki sene oldu. Sen Berlin’e ne zaman taşınmıştın?

Nilipek.: 10 ay oluyor.

Ahmet Ali Arslan: 10 ay mı? Bana neredeyse üç yıl gibi geliyor! Şehir değiştirince her şey başkalaşıyor; hayatın, ortamın, arkadaşların, bir sürü bir sürü şey değişiyor. Bir de orada tutunabilirsen, onun meyvesini yiyebilirsen insana eyleme gücü veren bir durum olduğunu düşünüyorum. Eyleme gücünü çok artırıyor. Sen bunu hissediyor musun? Berlin’deki hayatın nasıl? İki ayrı soru…

Nilipek.: Bu sana tanıdık gelecek mi bilmiyorum ama şöyle bir şey söyleyeceğim: Kendini yabancı hissetmemen gereken bir yerde yabancı hissetmekle, zaten yabancı olduğun bir yerde yabancı hissetmek arasında psikolojik bir fark var. Yabancı olduğun bir yerde yabancı hissediyorsan, dediğin gibi eyleme geçme gücün çok daha fazla oluyor. Zaten orada tanıdık bir şey aramıyorsun, senin tanıdık olman ya da yüzde 100 kabul edilmen gibi bir beklentin de yok. Doğup büyüdüğün yerde birazcık dışarıda hissediyorsan, bununla ilgili biraz suçluluk da duyuyorsan -benim durumumda böyleydi- o insanı çok geriye çeken bir şey oluyor. Dışarıyı çok fazla düşünmeye başlıyorsun. Bir şeylerin istediğin gibi olmamasını, ürettiğin şeyin de istediğin gibi olmamasını yine etrafına bağlı düşünmeye başlıyorsun. Ondan çıkabilmek bana iyi geldi açıkçası. Bilmiyorum, sende bu söylediklerimin ne kadarı geçerlidir?

Ahmet Ali Arslan: Sanki biraz kötü bir aileden ayrılmaktan bahsediyorsun gibi geldi.

Nilipek.: Yani, ailemi çok seviyorum!

Ahmet Ali Arslan: Hayır canım, o şekilde değil tabii. Psikolojik bir ayrışma süreci anlatıyorsun. Bu albümüm biraz daha Ayvalık’tan İstanbul’a dönüş yapıyor olmanın geçiş dönemi ve zorluğuyla geçti benim için. Aslında arada ben, henüz bilmediğiniz bir albüm daha yaptım. O albüm için söyleyebilirim bunu. Ayvalık’a gittim, her şey değişti. Zeytinliklerde ukulele çaldığım ambient bir albüm yaptım. Bundan sonra da ona odaklanacağım muhtemelen. O benim için taptaze, yepyeni bir süreç gerçekten. O albüm özelinde söylediğini kesinlikle hissediyorum. 16-17 şarkı var, hepsini başka birine yolladım bu arada, düet albümü gibi oldu biraz. Yangı için seninkine benzer bir şeyler söyleyemem, biraz daha karışık psikolojik süreci benim için. 



Nilipek.: Peki Yangı sürecinde bestecilik anlamında bir farklılaşma hissettin mi?

Ahmet Ali Arslan: Evet, hissettim. Söz söylemeye, hikâye anlatmaya daha odaklanıyorum.

Nilipek.: Seri bir şekilde hikâye anlatıyorsun hakkaten.

Ahmet Ali Arslan: Arada bir iki masal yazdım, çocuklara masal anlattığım performanslarım oldu falan. Gittikçe sözlerin baştan sona bir hikâye anlattığı bir dünyaya yaklaşıyorum. Bunu bazı şarkılar için söyleyebilirsin albümde, bir kısmı daha eski Ahmet Ali’ye ait tabii ama gitmek istediğim yön de biraz böyle. Müziği basitleştirip, sihirli bir aralık bulup onu tekrar edip, tekrar edip biraz daha fazla anlatmak istiyorum. Bu albümde “Gülgü” öyle, “Sevgi” öyle. Bunlarla birlikte daha hafif hissediyorum artık. Bu da beni ayağa kaldırdı, artık ayakta çalmak istiyorum. O anlamda biraz müzik de basitleşince bu coğrafyaya özgü öğeler de azaldı; kulağım direkt Amerikan folk geleneğine gidiyor. Dylan’a gidiyor, Leonard Cohen’e gidiyor. Sen besteciliğinin nasıl bir yön aldığını düşünüyorsun?

Nilipek.: Bende şöyle bir şey çok net değişti: Normalde önce deftere yazıp, sonra bir şeylerin üzerine koyuyordum; çalarken sözleri kesip biçip bestenin üzerine koyuyordum. “Sandığım”la başlayan bir süreç oldu aslında, “Sandığım”la beraber o sırada çaldığım riff’in ya da arpejin üzerine sözleri doğaçlamaya başladım. Bakalım akınca nereye gidiyor, onu görmek istedim. Bu şekilde yazdıklarıma dönüp baktıkça, bunların ciğerimden direkt çıktığını fark ettim. Normalde bilinç filtresinden geçmeyen şeyler.  Ama içimden bir şey çıkabiliyor bu şekilde. Sonradan oraya dönüp o hikâyeyi ritme göre geliştirmek gibi bir şeye dönüştü şarkı yazma süreci. “Yalan Söyledik” öyle, “Köşk” öyle. Bir yandan kendi aramızda da protest şarkı yapmak üzerine çok konuşuyorduk. Bireysel bir derdi değil de daha genel bir derdi anlatabilmek gibi. Bu benim yapabildiğim bir şey değil. Yapmaya çalıştığımda da “Bu şarkı kötü oldu” diyerek oradan çıkıyorum. Sırf protest olsun diye protest şarkı yapılmaz. Benim her 1 Mayıs’ta Cem Karaca’ya dönüşen bir kocam var. O şarkılar mutlaka açılır sabahtan. Bunun üzerine konuşmaya başladık; bu insanlar devrime inanıyormuş, inandıkları şeyi nasıl söze dökmüşler falan diye. 

Ahmet Ali Arslan: Onlar birlikte sokakta takılıyorlarmış. Babam anlatır benim, “Gelin canlar bir olalım” söylemeye başladıklarında herkesin tüyleri diken diken olurmuş. Biz bir araya gelmiyoruz, gelemiyoruz artık. Biz artık bir festivale dahi gidemiyoruz. 

Nilipek.: Evet, ne yazık ki öyle. Benim sözlüğümde duygularımı anlatmaya dair çok fazla kelime ve cümle var ama öbür tarafa dair bir sözlüğüm olmadığını fark ettim. Bu albümde kendi sözlüğümü de genişletmeye çalıştım aslında. “Yalan Söyledik” çok doğaçlama çıkmış bir şarkıydı, sonrasında “bu şarkı bunu anlatıyor, ben buna sıkılıyormuşum” gibi bir fikirle onu dönüştürmek mantıklı geldi. “Baykuş” çok kişisel bir şarkı olarak başladı; her şeyin, bütün politikaların nasıl bizim hafızalarımıza, hatıralaramıza dair her şeyi nasıl kesip biçtiğine dair bir şarkıya dönüştü. Öyle bir değişiklik oldu bende. Bilinç akışına güvenip sonradan oraya bakmak gibi. İlk akışa kendini bırakıp, sonradan sağını solunu toparlamak gibi bir süreç oldu, özellikle söz yazımında. 

Ahmet Ali Arslan: “Yalan Söyledik” epey şaşırttı beni, tekinsiz baya. 

Nilipek.: Çok eğlenceliydi onu yapmak. Onun orta bölümü de defterime not aldığım bir şeydi. Bir koro gibi kaydettim, sonra başka sesler de girsin dedik. Nihayetinde Emre Malikler’in deyimiyle “dünya üzerinde ses çıkaran her şeyi” son nakarata ekleyerek şarkıyı tamamladık. Ben senin “Post-Sezen”de anlattıklarını da çok sevdim. Sezen Aksu’yu çok sevmekle beraber, gerçekten şarkı yazımındaki asla tam parmak basamadığım şeydi o. Evet ya! Aşk, tutku böyle yaşanmak zorunda değil! Şükürler olsun biri bunu söyledi.

Ahmet Ali Arslan: Oh, ne güzel. “Post-Sezen”deki mevzu da senin söylediğin şeye benziyor, kişisel bir yerden başladı. “Ama o kadar da büyük yaşamaya gerek yok mu acaba?”nın aslında toplumsal bir mesele olduğunu fark etmemle bizle ilgili bir şarkıya dönüştü. İnsanlar özeniyor, inanılmaz şarkılar, “Her Şeyi Yak” dünyanın en iyi şarkısı falan bence. Söyleyecek hiçbir şey yok. Ama “Aşk için ölmeli aşk o zaman aşk”a gönülden inanan bir âşık ordusuyuz 20-30 senedir. Yazık ya, bize de yazık değil mi?

Nilipek.: Hayatı yaşamaya değer kılmak sadece ondan geçiyor gibi. Tamam evet, bence de aşk ve sevgi her şeyin özü ama biraz da eksiklikten oluyor gibi. Hayatı sinematik kılmak için yaptığın bir şeye dönüşüyor.

Ahmet Ali Arslan: Çok toksik bir ilişki düşün, sürekli kavga ediyorsun. O kadar odaklısın ki karşındakinin söyleyeceğine ve senin ona vereceğin cevaba… Herhangi bir boşluk yok, hayat akıp gidiyor, senin hiçbir şey düşünmene gerek yok. Eninde sonunda bu, hayatı anlamlandıran şeylerden biri olabilir, bir sürü insan da bunu böyle yaşıyor. Ama bunun alternatifi boş veya sıkıcı bir dünya değil; senin ilgini çekebilecek ve hayatını doldurabilecek milyarlarca şey var. Herkes adına konuşamam tabii ama eğitimimizin bize bunu vermediği çok aşikâr. İlkokul, lise, üniversitede bize bir şeylerle gerçekten ilgilenip, o tutkuyla hayatımızı doldurmak üzerine kurulu bir tedrisattan geçmedik. O boşluk, bir noktadan sonra kendi küpüne zarar o tutkuyla doluyor. Bu da bir tür alışkanlık ve öğrenilmişlik gerçekten.

Nilipek.: Zaten burada bahsedilen aşk bir insana emek vermek ve bir ilişkiyi büyütmek gibi de olmuyor. Çok sahiplenince hemen olsun ve hemen yanalım, sevişelim, olsun bitsine dönüşüyor. Öyle bir sahiplenme ki karşısındakine de kendisine de zarar veriyor. Konu gerçekten emek vermekten, gerektiğinde geri adım atmaktan, gerektiğinde kendini ortaya koymaktan geçiyor. Bunu yaşamın bir parçası olarak saymaktansa daha kolaya kaçan, hemen her şeyi yakan ve o yanıştan beslenen bir olguya dönüşüyor. Her şeyi böyle yaşıyoruz; geriye kalan her şey de sıkıcı ve anlamsızmış gibi yaşanıyor. 

Ahmet Ali Arslan: Hayatın sadece böyle yaşanabileceği gibi büyük yaşamaya bir özenme var. Vatan sevgisi konusuna da bu gözlükle bakılabilir. Şarkıya marş kelimesini eklemem de biraz ondandı. 

Nilipek.: Bütün aşırılıklara bu gözlükle bakılabilir. Buradan “Gülgü” ve müziğin işlevi gibi bir yere gelmek istiyorum. Sonuçta evet, şehir şehir gezen ozanlar yüzyıllardır varmış ama müziğin işlevinin dinlenir ve mesafeli bir şey olması yeni bir şey. Müzik aslında çok daha katılımcı, çok daha performatif bir şeydi geçtiğimiz asırlarda. Senin “Gülgü”nün kaydıyla ilgili anlattıklarını düşününce, o da onun bir alanı oluyor. Kolektif olarak yaşanan öfori ve o atma hâli. Festivaller öyleydi gerçekten dediğin gibi. Bir sürü insansın… Öğrenciyken festivalleri televizyondan izlerken bile çok etkilenirdim. Müziğin kolektif tarafı da eksildi, illa ki pandeminin de bunda etkisi oldu, özellikle üretim süreçlerinde. Ama dinleme anlamında da azaldığını düşünüyorum; bunda biraz bizim de rolümüz var, “Ben söyleyeceğim siz dinleyeceksiniz” dediğimiz için. Müziğin katılınan bir şey değil de dinlenen ve izlenen bir şeye dönüşmesiyle beraber, bunun olabileceği alanların azalması gibi bir durum da söz konusu. 

Ahmet Ali Arslan: Fiziksel alanımız yok baya. Bu arada dükkân bakıyorum, herkese duyurulur! Bir de albümde bir türkü yazmışsın. “Menekşe” için söylüyorum, baya da olmuş yani. Konserlerinden hatırladığım bir şarkıydı. Uydurduğumuz Oyunlarla’nın lansman konserini ne zaman yapmayı düşünüyorsun?

Nilipek.: Eylül – ekim gibi düşünüyoruz. Ağustosta gelip burada provaları yapacağız. Üflemelili, yaylılı büyük bir lansman olsun istiyorum. Altyapıya yaslanmayalım, her şey çalınsın. Bu albümün en azından lansman konserini kolektif bir deneiyme dönüştürmek güzel olurdu. Senin de o zamanlar olacak sanırım lansma konserin?

Ahmet Ali Arslan: Evet, eylül ya da ekim olacak benim de. Biraz mevzunun nasıl göründüğüne odaklanmak istiyorum. Bu albüme dair beni en çok tatmin eden kısımlardan biri Burçin Esin’le birlikte görsel dünyayı tasarlamaktı. Onu sahneye taşımak istiyorum. Keşke çok sahnemiz olsa da seçebilsek. Kadife bordo perdeli bir yer mesela… Elimden geldiğince o hissi aktarabilmek niyetim. Biz muhtemelen bahsettiğim gibi dört kişilik, o basitliği taşıyabilen bir grup olacağız. Heyecanla bekleşiyoruz.

Nilipek.: Koro olacak mı yoksa biz mi söyleyeceğiz?

Ahmet Ali Arslan: Bak iyi fikir ha, neden olmasın? Ben bunu bir düşüneyim.

Nilipek.: Sen bunu bir düşün…