Kaçınılmaz bir gelecek tasvirine itiraz: Özgür Mumcu ile Dünyalılar üzerine
Yazı: J. Hakan Dedeoğlu
Özgür Mumcu April’den çıkan yeni romanı Dünyalılar’ı “… şu anda kuruluşunu izlediğimiz yeni dünya düzeninin içinden bir hikâye” diyerek özetliyor. Mumcu güncel küresel akımları, bu akımlara yön verecek ya da sebep olabilecek tarihi elementleri, siyasal mekanizmaların dışardan ve içerden nasıl işlediğini çok iyi bilen bir yazar ve akademisyen. Bunun dışında kendine has bir zevke sahip, çok iyi bir bilim kurgu okuru ve izleyicisi.
İşte bunlardan ötürü Dünyalılar dört dörtlük, okurun tüm gereksinimlerine tam da tutarında karşılık veren, baştan sona sürüklemeyi başaran bir roman. Peki Dünyalılar’da ne oluyor? En sıkışıtırılmış özetiyle; İstanbul’a bir uzay aracı düşer, uzaylılarla ilk temas kurulur ve olaylar başlar! Uzaylılarla temas kuran grubun başında baş kahramanımız antropolog Can Yaban ve biyoakustik uzmanı Karla Silva var. Diplomat İzzet Derman, istihbaratçı Konuralp Sarpkaya, dünya düzenini değiştirmeye soyunan Nathan Sterling ve yeni çağın karizmatik kâhini Alice Collins… Yukarıda bahsi geçen konulara hakimiyetinin getirdiği birikimle çok karakterli hikâye, yabancısı olmadığımız bir kurgusallıkta ufuk açıcı sorgulamalar taşıyor. Ve tabii bir de uzaylılar var! Onlarda Mumcu’nun renkli hayal gücünün bir ürünü.
“Bir refah sonrası toplumu yaratabilecek teknolojiye teorik olarak sahibiz. Ama dümeni oraya kıracak iradeyi gösterebileceğimizden şüpheliyim. Bunda maalesef çok sevdiğin siberpunk ve distopik kurgunun da rolü var.”

İlk romanın Barış Makinesi’nın üstünden epey bir zaman geçti. Bu süreçte köşe yazarlığından, akademik hayatından da uzaklaştın… Farklı şeylere yöneldiğin, geçmişin yüklerinden arındığın bir dönemin ürünü diyebilir miyiz Dünyalılar için?
Köşe yazarlığından uzaklaşmak, günlük haber ritminden de uzaklaşmak demek. Bunun da ilgi alanlarıma daha çok yoğunlaşmama ve perspektifimin genişlemesine katkısı oldu. Geçmişin yüklerinden çok geleceğin yüklerinin daha önemli olduğu bir dönemden geçiyoruz. Barış Makinesi’nde yaklaşık on sene önce bugünlerin emarelerini biraz olsun sezip aktarmaya çalışmıştım. Dünyalılar ise şu anda kuruluşunu izlediğimiz yeni dünya düzeninin içinden bir hikâye.
Barış Makinesi’ne kıyasla daha yalın, daha akıcı bir anlatımı kullanıyorsun Dünyalılar’da. Romanın ihtiyaç duyduğu anlatı bu muydu? Yoksa senin bir arayışının sonucu mu?
Barış Makinesi bir dönem romanıydı. Dolayısıyla betimlemelerden diyaloglara, o dönemin dil ve üslubuna uzak olmasın istemiştim. Dünyalılar ise günümüzde ya da çok yakın bir gelecekte geçiyor. O sebeple günümüzün ritmiyle uyumlu. Bir de elbette insan yazdıkça meramını daha sade ve akıcı anlatmanın yollarını daha iyi bulabiliyor. Yani hem bu romanın buna ihtiyacı vardı hem de bir arayışın sonucu. Ama her durumda bilinçli bir tercihti.
Sen Dünyalılar hakkında ne düşünüyorsun? Romanı yazarken dünyalılar ile ilgili düşüncelerin, fikirlerin değişti mi?
İnsanın trajikomik bir varlık olduğu düşüncem pekişti diyebilirim. Büyük kavramlar, soyutlamalar, inançlar, ideolojiler üreten bir zihne sahibiz. Diğer yandan dünya ve evreni çok kısıtlı algılarımızla kavramaya çalışıyoruz. Evrilmiş bir primatın gözüyle, yüksek ateşte erittiğimiz kumdan yaptığımız merceklerle evreni gözlemliyoruz. Acaba tam olarak neyin ne kadarını görebiliyoruz? Dünyadaki canlıların çıkarttığı seslerin birçoğu işitme frekansımızın dışında. Acaba neyin ne kadarını duyabiliyoruz? Bir hayli aciziz aslında. Ama buna taban tabana ters hırslarımız, iddialarımız var.
İnsanların Yanari ve Gaikalılara yaklaşımı benzer aslında. Yanari ve uzaylıların doğaya olan bağları da öyle. Yanari ve Uzaylılar arasındaki Dünyalılar’ın doğa ile ilgili derdi ne sence?
İnsanın tarım devrimiyle başlayıp sanayii devrimiyle kurumsallaşan, dijital devrimle de arşa eren bir sömürü ilişkisi var doğayla. Modern hayatın konforundan faydalanan her birimiz de bunun şu ya da bu oranda bir parçasıyız. İhtiyaçlarımızın sınırsız olduğu ön kabulü ve kaynakların sınırlılığı gerçeği arasındaki gerilim sürdükçe de bu sömürü düzeni devam edecek. Kendi dünyamıza, avcı toplayıcı kabileleri bırakalım uzaylılara göre bile yabancılaşmış sayılabiliriz. Şayet alternatif gelecekleri düşlemezsek, bu yabancılaşma derinleşerek devam edecek. Belki de insanlığın yolu budur. Transhümanizm ve zihnin maddi dünyadan çok dijital dünyada şekillendiği, iklim yıkımının sonuçlarını kabul eden bir gelecek. Diğer yandan bir refah sonrası toplumu yaratabilecek teknolojiye teorik olarak sahibiz. Ama dümeni oraya kıracak iradeyi gösterebileceğimizden şüpheliyim. Bunda maalesef çok sevdiğin siberpunk ve distopik kurgunun da rolü var. 80’lerde, 90’larda bizi bugüne karşı uyaran eserler, zaman içinde uyarı yerine kabullenmenin vesilesi olmaya başladı. Estetiği ve anlatısı içselleştirilince sanki uyarının yerini kaçınılmaz bir geleceğin tasviri aldı. Dünyalılar buna da bir itiraz. Daha iyi bir geleceği kuramasak da onu hayal etmeye başlamalıyız.
Uzaylılar, doğa bilimciler, devlet ve derin devlet, ordu, yeni bir dinin peşinde koşan fanatikler, dünyayı dizayn etmeye çalışan zenginler… Kalabalık bir karakter kadrosu var karşımızda. Romanda kaleme alırken en keyif aldığın karakter hangisi oldu?
Uzaylıların temsilcisi Nolka’yı yazarken çok keyif aldım. Tüm karakterler arasında en kolay onunla empati kurabildim. Can Yaban’ı, çevresine kendine bile mesafeli bir karakter olarak tasarladım. O sebeple, bana açılması da biraz vakit alsın istedim. Diplomat İzzet Derman ve biyoakustik uzmanı Karla Silva’nın zihin dünyalarına çekildiğimi söyleyebilirim. Recep Komutan ve Alice Collins’e de ayrı bir sempatim var.
Özellikle “uzaylı” teması Amerika tekelinde olan bir anlatı. Referanslarımızın çoğu, bu konudaki hayal gücü elementlerimizin çoğu Amerikan edebiyatı, sineması ve dizileri üzerinden belki de… Dünyalılar’ı yazarken bundan sıyrılmaya, yeni bir anlatı yaratmaya özen gösterdin mi?
Amerikan edebiyat ve sinemasının bilim kurguyu bir hayli şekillendirdiği malum. Çocukluğumdan beri uzaylıların İngilizce konuşmasına ve UFO’ların neredeyse sadece ABD’ye gelmesini tuhaf bulurum. İstanbul’a düşen bir uzay gemisini hayal etmek bile buradan sıyrılma çabasının bir göstergesi. Perspektif ve bakış bakımından Amerikalı bir roman değil bu. Anlatım biçimlerindeki alışılageldik unsurları bununla harmanlamaya çalıştım.
Gaikalıları ve uzay gemilerini tasarlarken ne gibi referanslar kullandın? Bir uzaylı yaratmanın eğlenceli ya da zorlayıcı tarafları nelerdi senin için?
Önce, bugüne kadar keşfedilen, yaşam barındırabileceği düşünülen bilinen öte gezegenleri araştırdım. Onlardan birini seçip gezegenin kendi yıldız sistemindeki konumunu ve olası diğer özelliklerini değerlendirdim. Böyle bir gezegende yaşayan canlıların fizyonomisinin nasıl olabileceğini kestirmeye çalıştım. Hem gezegendeki hem de uzay gemisindeki toplumsal yapılarının çerçevesini çizmek vakit alabiliyor. Sonuçta uçup kaçmaya çok müsait bir tema. Kendi içinde tutarlı maddi ve manevi bir çerçeve içinde uçup kaçmayı hedefledim.
Bilim kurgu’ya olan sevgini bilen biri de olarak, üç dizi / film ya da roman önermeni istesem?
Battlestar Galactica (dizi)
Abre los ojos (film)
2001: Uzay Efsanesi serisi (Arthur C. Clarke)