Kibar ve yumuşak, pürüzsüz ve sakin*: Yacht Rock A Dockumentary 

Yazı: Utkan Çınar

Prömiyerini bu yıl DOC NYC kapsamında yapacan Yacht Rock A Dockumentary, Bill Simmons’ın ardında olduğu Music Box serisinin en yeni işi. Türün 70’ler sonları California’sında Steely Dan öncülüğünde başlayan serüvenini mercek altına alan belgesel, yacht rock ile özdeşleşmiş pek çok isme ve günümüzden müzik insanlarına mikrofon uzatıyor.


Ne hakkında?

2005’teki bir internet komedisi sayesinde vaftiz olan, sınırları biraz flu ama genel anlamda icracılarının ortak bir yaklaşıma da sahip olduğu Yacht Rock tarzının ön plandaki gruplarını ve şarkılarını tecrübe ediyoruz. 

Zaman dilimi ve mekân

Türün çıkış zamanı da çok net olmasa da zirve yıllarını 70’lerin sonları ve 80’lerin başında yaşıyor. Bu yıllara ağırlık veriliyor. Mekân ise ABD. Özellikle Los Angeles.

İlk intiba?

Plakçılarda yer yer ucuz albümler bölümünde bulunan Christopher Cross gibi isimlere yer veriyor olması başlı başına merak uyandırmaya yetiyordu. Süpermarketlerde duyduğunuz müzik tarzının mutfağını öğrenmek hem eğlenceli hem de ilginç olsa gerek diye düşündüm. Ayrıca South Park’taki memberberries karakterlerinin çok güzel bir yorum (!) getirdiği “Africaşarkısının sahibi Toto’yla ilgili bilgi almak da güzel olacaktı. 

İzlemeden önce bilmemiz gerekenler

Belgesel, daha çok basketbol ve NBA takipçilerinin iyi tanıdığı Bill Simmons’ın HBO ile anlaşarak başlattığı Music Box serisinden geliyor. Daha önce Alanis Morrisette, DMX, Kenny G gibi egzantrik konulara sahip işler de yayınmamışlardı. Yönetmen Garret Price da bu serinin en dikkat çekici işlerinden olan Woodstock 99: Peace, Love and Rage’i kotarmıştı. Genelde biraz yüzeysel diyebileceğimiz ama aydınlık, eğlenceli işler olduğunu söylemeli. Yacht Rock için de benzer beklentilerim vardı ki şaşırtmadığını söylemeliyim.

Belgesel nasıl yöntemler/malzemeler kullanıyor? 

Belgeselin malzeme açığı yok. Şarkılar, canlı performanslar, röportajlar hepsi ziyadesiyle mevcut. Hatta yönetmen Price’a, belgesele katılımı için arandığında “gidip kendini becermesini” söyleyen Donald Fagen bile Steely Dan şarkılarının kullanımına izin vermiş. Zaten kullanamasalardı baya bir sıkıntı yaşarlardı diye düşünüyorum. Yapımda da Dan’in bu türe dâhlinin bir tartışma konusu olduğu bahsi de geçmekte. Ayrıca Mac DeMarco, Thundercat ve son zamanlarda iyiden iyiye müzik belgesellerin vazgeçilmez danışanı hâline gelen Questlove da birkaç kelam ediyorlar.

En çok neyi sevdin?

Tabii ki Steely Dan’in bahsinin geçtiği yerler daha çok ilgimi çekti. Hatta sadece onlara ayrılmış bir belgesel de fena olmazdı gibi. Onun dışında günümüzden bakınca icracılarının imajlarının biraz komik durduğunu söylemeliyim. Özellikle hard rock’ı maçolukla özdeştirip yacht rock’ın duygusal, melankolik erkekleri anlattığını söylemeleri epey gırgırdı. Yine de belgesel müziğin ruhunu yansıtmakta sıkıntı çekmiyor. Müzisyenlerin katılımları da yüksek ki bugünden kendi kariyerlerine samimi bakışları da belgeselin en güçlü yanı. 

En az neyi sevdin?

Başlarda ritim biraz dertli. Gruptan gruba geçişleri doğal kılmaya çalışmışlar ama özellikle konuşan kafalarının yorumlarının montajı yer yer kafa karıştırıcı olabiliyor. Ayrıca dönemin sosyal, politik atmosferine değinilmemesi, sanki bu müziğin dünyadan azade bir şekilde ortaya çıktığı, neredeyse uzaydan geldiği gibi bir hava yaratıyor. Hoş, müziğin genel havası da aslında böyle. Bir de son yıllarda, Jamie xx’in sample’laması sayesinde, ara sıra açıp dinlediğim Hall & Oates’ın yeterince “yacht” bulunmayıp dışlanmasından hoşlanmadım. Michael McDonald ve Christopher Cross fazlaca yer kaplıyor. 

Modunu nasıl etkiledi?

Şu zamana kadar ilginizi çekmemiş bir müzik türüne böyle yakından bakmak her zaman ilginç bir deneyim oluyor hâliyle. Ama bir buçuk saat kadar bu tarz müzikleri arka arkaya dinlemek biraz zor. Sinirleriniz yıpranabiliyor. Bundan sonra da belgeselde bahsi geçen grupları dinlemeye başlar mıyım? Sanmıyorum. Gene de Cross’un “Ride Like the Wind”i ve Toto’nun şarkıları bir iki hafta aklıma takılacak sanırım! 

Bunu seven şunları da sever 

Bu noktada “yapılmışı var” demeli. Yine bu konuyla ilgili 2019’dan I Can Go For That: The Smooth World of Yacht Rock isimli iki bölümlük BBC belgeselini tavsiye etmeliyim. Dönemin sosyo-kültürel ve siyasi atmosferini iki saniyelik bir Ronald Reagan görüntüsüyle geçiştirmeyen çok daha eli yüzü düzgün bir yapım. Eksiği yok fazlası var buna göre. 

Soru işaretleri / varsa açtığı tartışmalar… 

Yoksa Tame Impala’nın Currents’ta yaptığı Yacht Rock mıydı?! Şaka bir yana, bu suya sabuna dokunmayan, “gamsız” müzikal akım için “yeterince zaman geçerse cool olabilir” şiarıyla yaklaşım kanımca çalışmıyor. Evet müzisyenlik konusunda oldukça yetenekli isimler var ama sonuçta sanat bir “dert” arıyor anlam kazanmak için.


*Bu başlıktaki sözleri, belgeselde de bahsi geçen The Blue Jean Committee şarkısından aldım. Bu kurmaca grup; Bill Hader, Seth Meyers ve Fred Armisen’ın kotardığı, ses getirmiş belgesellerin mizahi versiyonlarını yaptıkları, pek keyifli Documentary Now! serisinde yer almaktaydı ve şarkı da Yacht Rock ruhunu iyi yansıtıyordu.