Z Raporu: Erol Babaoğlu
Şu sıralar gündemin başat konularından olan Kurak Günler’de Şahin karakterine hayat veren Erol Babaoğlu, performansıyla 59. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülüne uzanmıştı. Köklü bir sinema, televizyon ve tiyatro geçmişi olan oyuncuyu; kariyerinin Daire, Araf, Monologlar Müzesi, Red Speedo gibi duraklarından da tanımak mümkün.
Erol Babaoğlu yanıtlıyor: Hayatta yaptığın ilk iş? Belgesel çekecek olsan neyle ilgili olurdu? Yeniden yaşamak isteyeceğin bir gün? Buyrunuz Erol Babaoğlu Z Raporu’na.

Hafızana kazınmış ilk dizi?
Pek çok dizi vardı sevdiğim, her hafta ekran başında beklediğim ama seçmem gerekirse -ilk olmasa bile- Kavanozdaki Adam diyebilirim. Beyin naklini konu alan dört bölümlük bir diziydi ve özellikle Ahmet Mekin’in oyunculuğu beni etkilemişti. Yıllar sonra beyin nakli geçiren birini oynadığım bir filmin ilk denemelerini çektik Serkan Ertekin’le ama bütçe yüzünden proje olarak kaldı. Hâlâ oynamak istediğim bir filmdir.
Hafızana kazınmış ilk film?
Anayurt Oteli‘ni seyrettiğimdeki tuhaf his kalmıştır bende. Onun dışında Gandhi, Züğürt Ağa, Kuyu, The Good, the Bad and the Ugly, Muhsin Bey, Ölü Ozanlar Derneği, Suçlular Aramızda, Modern Times ve sonradan Gölge Oyunu da hafızama kazınmış filmlerden.
Son zamanlarda izlediğin filmlerden favorilerin?
Bu ara çok az şey izleyebildim. Hem bu sebeple hem de gerçekten defalardır dışarıdan bir göz gibi seyrettiğimdeki etkisi nedeniyle, benim de içinde oyuncu olarak yer aldığım Kurak Günler.
Belgesel çekecek olsan neyle ilgili olurdu?
Erzincan Sovyeti ile ilgili olabilirdi. Bu toprakların en ilginç deneyimlerinden biri olduğunu düşünüyorum. Uzaya giden ekipler de ilginç geliyor; hazırlığı, orada yaşananlar ve özellikle algının değişimleri. Bir de az bilinen bir iki biyografi var aklımda.
Hayatta yaptığın ilk iş neydi? Anlatır mısın?
Niyetçilik, su satmak gibi mahallede başkalarından görüp denediğim bir iki günlük işleri saymazsak, ilkokul 1. sınıfın yaz tatilinde dayımların matbaasında yaptığım çıraklık.
Minibüs ile Şehremini’den Bakırköy’deki matbaaya gelir, Heidelberg marka tipo maşalı siyah baskı makinesini yağlayarak güne başlardım. Gün boyu kaba, rahatsız edici bir çaycıya sürekli çay, kahve arada da kendime tarçın söyler; telefona bakar, gelen müşterilerle ilgilenir, muhabbetleri dinlerdim. Müşterilere davetiye kataloglarını göstermeyi çok severdim. Haftalığım 1000 liraydı. O yaz iki bayrama denk geldiği için iki kere 5000 lira bayram ikramiyesi aldığımı hatırlıyorum.
Yaz tatilinin sonunda, sekiz yaşındayken, müşteri siparişi alan, tahsilatları gidip halleden, Bakırköy merkezi oldukça iyi bilen, klişe dizmek dışındaki teknik işleri yapabilen bir çıraktım. Beni çok büyütmüş, ufkumu açmıştır o yaz.

Son zamanlarda en çok dinlediğin müzikler?
Genelde kemik şeyler oluyor. Bu aralar eskilere döndüğüm bir dönem de olduğu için şunları söyleyebilirim: Orchestra Baobab’dan Made in Dakar, The Sound Defects’ten The Iron Horse, 60s-70s Japanese Instrumental Cinema Funk Breaks & Beats, The Specials’ın aynı isimli albümü, Dead Kennedys’ten Fresh Fruit For Rotting Vegetables, Joy Division’dan Unknown Pleasures, Judgement Night filminin soundtrack albümü, Gorillaz’dan Demon Days. Ayrıca Tanburi Cemil Bey, Neşet Ertaş, Pink Floyd, Erkan Oğur, Ceza, Sonic Youth, King Crimson, Mikis Theodorakis, Velvet Underground, Replikas, Sepultura, Red Hot Chili Peppers, Nekropsi, Morphine, Adamlar, Bandista.
En iyi yaptığın yemek?
Klasik olacak: Fırında balık çeşitleri ve pek çok sebze yemeği.
Son zamanlarda edindiğin bir mutfak alışkanlığı?
Baharat kullanımını çok artırdım. Zerdeçal, köri, çeşitli biberler, pasta rossa, sumak, fesleğen, nane başta olmak üzere.
Son zamanlarda keşfettiğin bir podcast?
Benim de oyuncu olarak içinde yer aldığım, üç boyutlu ses tasarımıyla bir polisiye podcast dizisi olan K’nın Sesi – Kıvılcım’ı dinledim en son.
Yeniden yaşamak isteyeceğin bir gün/an?
Genelde uç, esrik hâller bende yeniden yaşama isteği yaratıyor.
Sanırım 1993 senesiydi,16 yaşındaydım. Solisti olduğum Simurg grubuyla Ortaköy Flatline’da 70-80 kişiye konser vermiştik. Punk ve rock bestelerimizi çalıyorduk. Fişek gibi başlayıp şaman ayini gibi devam eden; finalde elimde mikrofon, Hüseyin Avni Dede’nin “Ben Ölmeden Önce”sinin sözleriyle, yerde yatmış, transa geçmiş bir hâlde devinirken bitirdiğimiz bir gündü. Seyircinin şaşkın, kilitlenmiş gözlerini hatırlıyorum ara ara. Konser sonrası Ortaköy’ün şarapçılarından Nuri Baba ve başka insanlarla iki üç gün devam eden muhabbetlerimiz olmuştu.
Pek çok performansta olmuştur ama Monologlar Müzesi’nde üç yıl oynadığım, seyircinin önünde intiharı denediğim oyunda da 2006 yılında oynadığımız Dünya Tiyatro Olimpiyatları’nın da açılışını yapan Persler‘i oynadığımızda da çok yüksek hislerle bittiğini hatırlıyorum.
Bir de 21 yaşındayken, âdeta bir çocuk gibi Bodrum Aquapark’ta “blackhole” diye çok uzun bir borudan havuza atlama deneyimine âşık olmuştum. Aslında birçok aynı tipte uzun boru vardı ama onun içerisindeki his ve sound gerçekten farklıydı. Bir süre dünyevi seslerin çok uzaklaştığı, bir kara delikten son sürat aşağı kayıp, giderek seslerin yaklaştığı ve sonu havuzda biten bu deneyimi; dik ve uzun merdivenleri çıkıp yeniden sıraya girerek, belki 25- 30 kere üst üste yapmıştım. O güne de dönebilirim.