2024 yıl ortası raporu: Tek oturuşta okunacak 20 kitap

Yazı: Asya Yigit, Deniz Dursun, Esin Çalışkan, Eylül Ege, Korcan Derinsu

Kapağını açmakla kapatmak bir olmuş gibi hissettiren kitaplar, bünyeye ekseriyetle iyi gelir. Belki küçüklüğünü bilmekten, belki akıcılığından; şanslıysak ikisinden birden, insanı yerinden kolay kolay kaldırmazlar. Uzundur istediği gibi okuyamayanlara, bir şeyi başlayıp bitirmenin şevkini yaşatır; evin konforu dışındaki tatil, yolculuk, türlü bekleme anlarına da harika birer arkadaş olurlar. 

2024’ün ilk yarısında yayımlanmış kitaplardan tek oturuşta bitirebileceğiniz 20 tanesini derledik; sıralama alfabetik.


Ağustosta Görüşürüz
Gabriel Garcia Marquez (Can)

Marquez’in kayıp romanı olarak anılan, ölümünden 10 yıl sonra yayımlanan Ağustosta Görüşürüz; özgürlüğü, aşkı, kişisel kırılmaları, pişman olmayı ve hayatın yüzünü geç gösteren, saklı kalmış taraflarını 88 sayfada, derinlere ine ine çözümlüyor. 27 yıldır süren “mutlu” bir evlilik içinde, hayatının yolunda gitmemesi için hiçbir sebep yok gibi görünen Ana, her yılın ağustos ayında annesinin mezarının bulunduğu adaya gelip, o geceye mahsus yeni bir sevgili ediniyor kendine.


Arkada Yaylılar Çalıyor
Melikşah Altuntaş (Holden)

Yakın zamanda stand-up gösterileriyle de radarımıza giren yazar Melikşah Altuntaş’ın ilk öykü kitabı. Kayıpların yasını tutmaya, kördüğüm ilişkilere, günlükler üzerinden iletişim kuran anne ve çocuklara, sorunlu baba oğullara yani kısacası, kısalarak ve azalarak anlamını yitiren her şeye dair bir toplama sunan Arkada Yaylılar Çalıyor, ölüm kadar yaşamı da ağırlıyor. Ağır ağır…


Aslında Her Şey Yolunda
Duygu Terim (Notos)

“Hak ettim. Her şeyin suçlusu benim. Doğum haritasının kusursuzluğu onun suçu olamaz.” Toplumla uyuşamayan, kendiyle uzlaşamayan insanları Ankara sokaklarından Ege kasabalarına doğru uzun yolculuklara çıkaran Duygu Terim ilk öykü kitabında parlak, oyunlu ve naif bir dil inşa ediyor. Aynı sokaklarda göz göze gelme arzusuyla dolup taşanları hayal âleminde yaşayanlarla buluşturan Aslında Her Şey Yolunda; bazı tarot kartları, kadınlar ve köşe başlarında dikilen ruhlar hakkında.


Billur Örüntüler
Rıdvan Hatun (Can)

Pırıl pırıl bir ilk kitap daha. Rıdvan Hatun’un 13 öyküsünü bir araya getiren Billur Örüntüler, hayatta kalmak ya da bir başkasını hayatta tutmak için uğraşıp duran, “aile”nin bıraktığı yükleri özenle sırtlayan insanların yaşamlarına kapı açıyor. Tedirgin ediyor, diken üstünde hissettiriyor; özgün biçimiyle peşinden sürüklüyor okurunu.


Bjørn Hansen’e Dair Üçüncü ve Son Roman
Dag Solstad (YKY)

Norveçli yazar Dag Solstad; On Birinci Roman, On Sekizinci Kitap ve 17. Roman kitaplarının devamı niteliğindeki Bjørn Hansen’e Dair Üçüncü ve Son Roman’da aynı karakter Bjørn Hansen’i bu kez iyice yaşlanmış, Oslo’da küçük bir dairede tek başına yaşayan bir adam olarak ele alıyor. Satırlarından, Hansen’in ölen anne ve babasıyla hayali konuşmalarının da taştığı anlatı, esasında ölümü bekleyen birinin izini sürüyor.


Burada Olmak Muhteşem
Marie Darrieussecq (Harfa)

Ebeveynlerinin isteksizliğine rağmen çocukluğundan beri ressam olmayı hayal eden feminist sanatçı Paula Modersohn-Becker’in kimilerine göre alışılmadık, kimileri içinse ezbere bilinen yaşamına bakıyor Burada Olmak Muhteşem. 1897’de gittiği Almanya’nın Worpswede kasabasında manzara resimleriyle ilgilenmeye başlayan ve ömrünün yettiği 10 yıllık kariyerine, kendini çıplak ve hamile olarak resmeden ilk kadın sanatçı unvanını da sığdıran Becker, bu kitapta Marie Darrieussecq’in aydınlatıcı ve dokunaklı satırlarıyla buluşuyor.


Fil Gözü
Mevsim Yenice (Can)

Boşluğa alışanların, boşlukla barışmaya çalışanların ya da boşlukta salınanların; onunla yaşamayı öğrenenlerin ya da onu reddedenlerin; boşluğu dolanların, dolamayanların ya da dolduranların öykülerinden oluşan Fil Gözü, Mevsim Yenice’nin lezzetli kaleminden çıkan derinlikli karakterlerle dikkat çekiyor. Merkezine “Bu boşlukla ne yapacağım?” sorusunu alan kitap, kendi sesini işitme gayretinde olanlara tanıdık bir el uzatıyor.


Gemiden Düşen Adam
Herbert Clyde Lewis (Holden)

Holden Kitap; yayımlandığı dönemde kıymeti bilinmemiş, üzerinden onlarca yıl geçtiği hâlde hâlâ modernliğini koruyan ve Türkçeye daha önce çevrilmemiş kitapları Holden#Kuytu çatısı altında sunmaya başladı bu yıl. Thomas Wolfe imzalı Yalnızlığın Anatomisi ile birlikte dizinin ilk iki kitabından biri olan Gemiden Düşen Adam; Pasifik Okyanusu’nun ortasında tek başına hayatta kalmaya çalışan, tıpkı yazarı Herbert Clyde Lewis gibi unutulmuş bir adamın hikâyesini konu ediyor. 35 yaşında, New York’ta yaşayan, evli, iki çocuklu, hayatı dışarıdan kusursuz gibi görünse de kendisi öyle hissetmeyen Henry, adını koyamadığı huzursuzluğunu gidermek adına bir gemi yolculuğuna çıkıyor ve bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmuyor.


Genç Adam
Annie Ernaux (Can)

Annie Ernaux yazmıyor; onun kelimelerle yaptığı oyunları, büyülü dünyasına dalıp berrak bir zihinle okuduğunuzda, yaşama nasıl müdanasızca sarıldığını görüyorsunuz. Genç Adam, yazarın 1990’ların sonunda, 50’li yaşlarındayken; kendisinden 30 yaş genç bir erkekle yaşadığı ilişkiyi ve aralarında gelişen bu tutkulu aşka nasıl teslim olduğunu anlatıyor. Geride bırakılan tüm açmamış tomurcuklar için…


Gerçek Hayat
Kerem Görkem (Sia Kitap)

Bireysel ve toplumsal kurtuluşun çizgisini sıradanlaşmaktan çekenlere bir yanıt niteliğindeki Gerçek Hayat, arzu ve ihtiyaçlarımızın karşısına tüketim odaklı olmayı koyuyor. Ortak dertlerin, yeni bir kimlik yaratma refleksinin, “başarı”nın kıstasının peşinden koşarken bizi ayıran ve bir araya getiren şeyleri mercek altına alıyor; herkes gibi olmak ve biriciklik arasında sakin ama emin adımlarla yüzüyor.


İstanbul’u Bul Bana
Hulki Aktunç (YKY)

1989 – 1993’te yayımlanan Konstantıniyye Haberleri’ne, ilk sayısından itibaren “İstanbul’u Bul Bana” başlığı altında yazan Hulki Aktunç’un gazetede yayımlanmış denemelerinden bir toplama. İstanbul’un argosunu, sokaklarını, ayazmalarını, deli­lerini konu eden; hayatında iz bırakmış İstanbulluların portrelerini çıkaran Aktunç, hem eleştirel hem de sevecen bakışıyla daha çok, daha derin düşünmeye yönlendiriyor okuyanı. Şöyle diyor mesela: “Şehir, tarihtir; kent ise yeni bir türeyişi simgeler. Şehir, hikâyedir; kent, öyküdür. Ve evet, çünkü şehir kelimedir, kent sözcüktür.”


Köpeklere ve Duvarlara Dair
Yūko Tsushima (Can)

Japon edebiyatının nitelikli kalemlerinden Yūko Tsushima ile Türkçede tanışma merasimi. Köpekler ve Duvarlara Dair’de, kadınlık penceresinden baktığı bir avuç sayfaya yas duygusunu, kaybetmeyi, terk edilmeyi ve yalnızlığı sığdırıyor Tsushima. Hem kardeş hem evlat hem de anne olarak hayatının farklı periyotlarını masaya yatırırken, aile olmanın yükünü de sırtlanıyor. Bu vesileyle kendi kuşağından bir başka feminist yazar Annie Ernaux’yla 2004’te yaptığı sohbeti Eylül Görmüş çevirisiyle hatırladık; ona da göz atmak isterseniz buradan buyrun.


Küçük Tilkili Kadın
Violette Leduc (Can)

Paris’teki bir çatı katında, yoksulluğun sınırlarında yaşayan; sırf diğer insanların sıcaklığını hissetmek için son parasıyla kalabalık metro vagonlarına binen yaşlı bir kadının öyküsü. Küçük bir tilki kürkü bulmak onun için neyi değiştirebilir? Sayesinde eğlenceli bir dünya uydurup yalnızlığını dindirebilir belki. Büyükşehirlere sinmiş görünmezlik hakkında, tüy hafifliğinde bir roman Küçük Tilkili Kadın.


Milföy ve Arkadaşları
Feride Çiçekoğlu (Can)

“Siz hiç, biri sizi sahiplensin diye beklediniz mi?” sorusuyla empatinin mümkünsüzlüğüne ağıt yakan, bu sırada ezbere duyarlılıklara da kor atan Feride Çiçekoğlu, 30 yıl aradan sonra kaleme aldığı kitapta, okurunu “sahiplendirilme” yolunda adım adım ilerleyen Milföy’le tanıştırıyor. Senta Urgan’ın çizimleriyle zenginleşen Milföy ve Arkadaşları, türün kendi dışında kalana, tabiata, şehirlere ve hatta kendine yaptıklarını bir türlü anlayamayan ruhlarını hüzün kuyularına atmaya gelmiş.


Ne Duygu Ama! Ama Duygu Ne?
Georges Didi Huberman (Lemis)

Başlığıyla bile okuma iştahını derhâl kabartan bu kitap, Fransız düşünür ve sanat tarihçi Huberman’ın, 13 Nisan 2013’te, 10 yaş üzerindeki çocuklar ve eşlikçilerine “duygulardan, duygularımızın bazen bizi nasıl ‘aştığından’, bizi ve dünyayı nasıl dönüştürdüğünden bahsettiği konuşmanın metnini ve takip eden soru – cevap bölümünün transkripsiyonunu içeriyor.


O Eski Türkü
Kevin Barry (Epona)

Daha önce Tanca’ya Gece Feribotu adlı bir kitabı daha Türkçede yayımlanan Kevin Barry, oyun yazarlığıyla kurduğu derin ilişki sayesinde dili eşsiz bir ritimde kullanan, muzip yazarlardan. İrlanda’nın yalçın topraklarında tehlikeli işler yürüten, zamansız ve mekânsız karakterlerini yine anlamsızlığın içine sürükleyen Barry, zamanın akışının yarattığı tahribatı kusursuzca sergiliyor O Eski Türkü’de.


Sanat ve Siyaset Konuşmaları
Ken Loach & Edouard Louis (Tellekt)

Farklı ülke ve kuşaklardan gelen yönetmen Ken Loach ve yazar Édouard Louis, Sanat ve Siyaset Konuşmaları’nda, değindikleri ortak bir başlık olan “sınıf şiddeti” ve onun temsili üzerine kafa yoruyor; eserlerine dayanarak bazı soruların yanıtlarını arıyor: “En güvencesizlerin aşırı sağa yöneldiği küresel politik bağlamda sanatın rolü nedir? Milliyetçiliğin ve sağ popülizmin dünyanın her yerinde yükselişini tersine çevirmek için sol ne yapabilir?”


Sayfa Sınırları İçinde
Elena Ferrante (Everest)

Napoli Romanları ve daha pek çok şaheserin yazarı, çağdaş İtalyan edebiyatının güçlü seslerinden Elena Ferrante, bu kez okumak ve yazmak üzerine düşüncelerini kelimelere döküyor. Okuru, “edebiyat kanonunun dikte ettiklerinin ve daimi bir yazar adayının yerle bir ettiklerinin sonucunda bir dilin keşfedilişine” ortak ediyor.


Soğan Doğradığın Çıplak Eller
Pınar İlkiz (İletişim)

“Sadece yok denecek kadar az huzurum, çok denecek kadar kalabalık kedilerim var.” Hayatın farklı evrelerindeki insanların biraz tanıdık, biraz tuhaf dünyalarına eşlik ettiren hikâyeler anlatan Pınar İlkiz’den hüzünlü, nazik ve neşesi bol öyküler… Kocalarından bezmiş kadınları; körkütük âşıklar, parlak yıldızlar, kederli yalnızlar, silik yalanlar ve daha nice karanlık yakınmalarla buluşturan sihirli bir ilk kitap Soğan Doğradığın Çıplak Eller.


Taşların Anlattığı
Clara Dupont-Monod (İletişim)

Clara Dupont-Monod, bir ailenin Fransa’nın ücra bir köyündeki sessiz sakin hayatının, engelli bir çocuğun doğumuyla geçirdiği dönüşümden bahsediyor Taşların Anlattığı’nda. Ailenin başına gelen bir durumda herkesin nasıl farklı yöntemlerle hayata tutunmaya çalıştığını anlamak ve anlatmak istiyor. Bu yüzden de karakterlerine karşı bir şefkati var hep. Kızmıyor, küsmüyor, ötekileştirmiyor.