Olmaz olsun böyle miras: Adamın Oğlu
Yazı: Korcan Derinsu
Hayvan Hükümranlığı romanıyla tanıdığımız Jean-Baptiste Del Amo’nun yeni romanı Adamın Oğlu sadece bir ailenin değil, insan doğasının ve toplumun da bir parçası olan şiddetin kökenlerini, kuşaklar boyu aktarılışını ve bu durumun bireyler üzerinde yarattığı yıkıcı etkileri gözler önüne seren son derece sarsıcı bir yapıt. Canan Özatalay çevirisiyle Türkçeye kazandırılan kitap, Can Yayınları etiketiyle raflarda.
Ne hakkında? Hikâye ne?
Ailesini birkaç yıl önce terk etmiş baba, bir gün ansızın geri döner. Eşi ve çocuğu bu dönüş karşısında şaşkındırlar. Babanın ısrarıyla çocukluğunun geçtiği, dağ eteğinde yer alan eski bir eve doğru yola çıkarlar. Adam her şeye yeniden başlamak istese de bir yandan da bunun olmayacağı çok bellidir. Tam da bu yüzden anne ve çocuk endişe içinde bir dönüş planı yapar. Ne var ki bu sandıkları kadar kolay olmayacaktır.
Zaman dilimi ve mekân
80’ler sonu 90’lar başı, Fransa.
Okumadan önce bilmemiz gerekenler
*2021 yılı Prix Du Roman Fnac ödülü kazananı Adamın Oğlu, Jean-Baptiste Del Amo’nun Türkçeye çevrilen ikinci romanı. İlki 2022 tarihli, Şule Çiltaş çevirisiyle yine Can Yayınları’ndan çıkan Hayvan Hükümranlığı’ydı.
*Eserleri bugüne dek 15 dile çevrilen Jean-Baptiste Del Amo, özellikle Hayvan Hükümranlığı romanı İngilizce’ye çevrildikten sonra tüm dünyada merakla takip edilmeye başlanan bir yazar.
*Yazarlığının yanı sıra aktivist kimliğiyle de tanınan Jean-Baptiste Del Amo, hayvan sömürüsüne ve türcülüğe karşı olduğunu her fırsatta dile getiriyor.
Kitaba dair en çok neyi sevdin?
Atmosferini. Uzun zamandır bu kadar iyi yazılmışını okumamıştım. Metnin kendisi büyük bir olay örgüsü ya da karakter gelişimi barındırmıyor. Her şey atmosferinde saklı. Karanlık, gergin ve gidişatı az çok sezmenize rağmen ilginizin azalmasına izin vermeyecek kadar baskın. Karakterlerin ismi bile yokken, her şey bu kadar soyutken okuyucuyu kendine bağlamak da yine atmosferin gücü kuşkusuz.
En az neyi sevdin?
Sevmemek değil aksine çok sevdiğim için bu hikâyenin evrenini -özellikle öncesini- biraz daha fazla okumak isterdim sanırım.
Yazıma dair neler söyleyebilirsin?
Del Amo, okuyucuyu doğrudan romanın evrenine dâhil ediyor. Hikâye pat diye başlıyor mesela. Öncesiyle hiç ilgilenmiyor. Karakter değil de durumun peşinden gidiyor. Kendi yöntemleri var hikâye anlatmak için. Bazen tasvirlere başvuruyor, bazen ufacık bir âna yakından bakıyor. Bazen de o ufacık şeyden dev bir gerilim çıkarıyor. Zaten maharetin çoğu burada. Böyle böyle atmosferi inşa ediyor. Atmosfer dediğim de bildiğimiz buz bu arada. Hiçbir şey okuyucuya yardımcı değil. Ama bir şekilde şeytan tüyü var, merakla okutuyor kendini. İşte yazarın gücü!
Kısa sürede sürüklenerek mi okudun? Yoksa biraz sürünerek mi?
Soğuk bir metin olmasına rağmen yarattığı gerilimin tadını (!) çıkarmak istedim. Bu yüzden birkaç güne yayarak okudum. Çok daha kısa sürede biter miydi, biterdi.
Çok etkilendiğin / dönüp tekrar okuduğun bölüm(ler) oldu mu?
Özellikle sonlara doğru tansiyonun arttığı bölümler var. Tadını kaçırmamak için detaya giremiyorum ama çocuğun yaşananları nasıl gördüğünün anlatıldığı paragrafları tekrar okudum.
Kitap, modunu nasıl etkiledi?
Okurken daraldığım, gerildiğim yerleri çok oldu. Derin nefes alma ihtiyacı duydum. Bitirince de genel bir kasvet üzerime çökmüştü. Peki şikayetçi miyim, tabii ki hayır! Duyguları harekete geçiren her kitabın başımın üstünde yeri var da ondan!
Okurken hiç Google’ladığın şeyler oldu mu?
Özellikle zaman belirtilmediği için, fikir sahibi olma adına romanda geçen araba modellerinin üretim yıllarına baktım. 80’ler sonu 90’lar başına da böylece ulaştım.
Kitabın ismi hakkında ne düşünüyorsun?
Kitabın orijinal ismi Le fils de l’homme. “L’homme” kelimesi Fransızcada hem adam hem de insan anlamına geliyor. Bu tercih yazarın anlatmaya çalıştığı şeyi -şiddetin, kötülüğün kuşaklararası kalıtımını ve insan doğasının çirkinliğini- en yalın şekilde özetliyor aslında. Normalde bu kadar düz isimlere yükselmesem de metnin ruhuyla o kadar örtüşüyor ki kulp takamadım doğrusu.
Bu kitabı seven şunları da sever
Her şeyden önce yazarın Hayvan Hükümranlığı romanını herkese tavsiye ederim. Herkese dedim ama hayvanlara şiddet ile ilgili tetikleyici olabilecek bölümleri var. Eğer tadımı kaçırır diyorsanız hiç bulaşmayın.
Aile kurumunu ve şiddeti mercek altına alan kitaplardan yürürsek Alexander Seurat’nın Sakar, Jean-Louis Fournier’nin Asla Kimseyi Öldürmedi Benim Babam ve Elfriede Jelinek’in Dışarıda Kalanlar kitapları ilk aklıma gelenler oldu.
Yazara bir soru soracak olsan bu soru ne olurdu?
Bu romanı için çıkış noktalarından birinin Andrey Zvyagintsev’in Sürgün filmi olduğunu biliyorum. Romanlarındaki sinemasal atmosferi de düşününce sevdiği diğer filmleri / yönetmenleri merak etmiyor değilim.