Aino Väänänen insanlara fotoğrafçılığıyla bağlanıyor

2013’te Helsinki’de yüksek lisansını tamamladıktan sonra tam zamanlı olarak belgesel fotoğrafçılığına atılan Aino Väänänen, kendi deneyimlerinden yola çıkarak Finlandiya ve İngiltere’de yaşayan ikinci nesil göçmenlere odaklandığı ilk projesi True Citizens ile global alanda dikkat çekti. 2020’nin sonunda We Shall See adı altında kendi fotoğraf dergisini çıkarmaya başladı. Bu dergiyle bağımsız sanatçıları desteklemeyi ve teşvik etmeyi görev ediniyor.

Aino Väänänen’den son dönemde işlerine yön ve ilham veren başlıca unsurları, nelerin onu bir şeyler üretmeye ittiğini, geride kalan bir seneyi aşkın sürecin çalışma pratikleri üzerinde ne gibi düşündürücü / dönüştürücü etkileri olduğunu, bir hikâye anlatıcısı olarak neleri önemsediğini, fotoğraf makinesinin arkasında olmanın onun için ne ifade ettiğini, işlerinde kendisini nasıl konumladığını paylaşmasını istedik.

Aino Väänänen yanıtlıyor

Son günlerde, Romanya’da HIV riski taşıyan kadınların hikâyelerini anlattığım Dandelions (Karahindibalar) projesi üzerinde çalışıyorum. Beni bu hikâyelere çeken unsur, tanıdığım bu kadınların tehlikeli ve genellikle umutsuz durumlar atlatan savaşçılar olmasıydı. Hayatlarına dâhil olmama izin verdikleri için onur duyuyorum ve minnettarım. Azimleri ve güçleri beni motive ediyor. 

Sahici doğallıktan ve dokulardan ilham alıyorum. Kırılganlık ve kusurlar her zaman dikkatimi çeken şeyler. Birkaç sene Balkanlar ve Doğu Avrupa’da yaşadığım için Doğu’ya hafif bir yönelimim var. Bir önceki hayatımda dilbilimciydim ve öğrendiğim diller (ki fotoğraf kariyerimde yaptığım işlerde hâlâ yardımları dokunuyor) insanlar ve kültürlerle bağ kurmak için önümü açtı. Bugünlerde insanlara, fotoğrafçılığım aracılığıyla bağlanırken buluyorum kendimi.

Küçümsenen veya yanlış temsil edilen konular ve insanların hikâyeleri beni üretmeye yönlendiriyor. Haksızlıklar ve özellikle kadınlara yönelik olanlar da. Kadınların çok fazla ıstırap çektiğini ve acıya katlandığını hissediyorum. Yani burada kişisel bir bağlantı var.

Hayatlarını bana açan ve yolculuklarının bir parçası olmama izin veren insanlara gerçekten çok şey borçluyum ama bu, aynı zamanda büyük bir sorumluluğu da beraberinde getiriyor. Hayatlarına erişmenize izin verenlerin hikâyeleri hakkıyla anlatılmalı ve işimi besleyen şeyin (biraz klişe duyulacak ama) sevgi olmasından dolayı, seçimlerimin ardındaki güdüleri ve nedenleri kendime sürekli soruyorum: Bunların kaynağı sevgi mi?

Geçen bir buçuk yıl, pek çoğumuz için olduğu gibi benim için de zorlu geçti. Sokağa çıkma yasağı zamanları beni, We Shall See adlı fotoğraf fanzinimi başlatmaya itti.  Bu fanzin, bağımsız fotoğrafçılar olarak çalışmalarımızın yeni seyirciler tarafından görülmesindeki zorluk ve bu zorluğun yarattığı hayal kırıklığından doğdu. Bu yüzden düşündüm, kendi çalışmalarım ve gelecek vadeden birçok ilgi çekici fotoğraf sanatçısı için neden kendi platformunu kurmayayım? 

İlk sayıyı geçen yılın sonlarında yayınladım ve neredeyse hepsini sattım. Şu anda harika bir ekiple bir yenisi üzerine çalışıyorum ve fanzinin yavaş yavaş büyümesi beni güçlü hissettiriyor. Fotoğraf sanatçıları, bir şeylerin olmasını beklemek yerine kontrolü ele alıp kendilerine ait bir şey yaratabilirler. 

Bir hikâye anlatıcısı olarak yolda karşılaştığın her şeye açık olmayı önemsiyorum. Bir projenin rotasını önceden belirleyemem; o kendi yolunu kendi göstermeli ve bir şeylerin gerçekleşmesini istiyorsam, bunlara alan tanımam gerekli. Genellikle de öyle oluyor. 

Bir diğer önemli öğe de zaman. Belgelediğim hikâyeleri daha derinden anlamak için projelerime uzun zaman ayırıyorum ve insanlarla kurduğum bağlantılara çok değer veriyorum. Bu bağlantılar sayesinde beklenmedik ve yeni bir şey doğuyor ve onun şekil alışını izlemek heyecan verici bir süreç. 

Kameranın arkasına saklanmamaya ve kendimi tamamen yanına koymaya özen gösteriyorum. Öyle bir dürtü var ki başkalarının hikâyelerini anlatırken bir şekilde kendini unutuyorsun. Ayrıca kolay bir roldür sessiz gözlem yapmak. Yine de kendimi sürecin dışında bırakmamaya çalışıyorum. Bu fotoğraflar, kişisel bir bağlantı sayesinde benim tarafımdan çekildi ve ben bu bağlantılara yatırım yapmak istiyorum. 

İnsanlar, işlerimi Finli bir fotoğrafçının, Kuzeyli bir fotoğrafçının veya bir kadın fotoğrafçının işleri olarak görebilir. Bunlar sadece birtakım nitelikler.

Bu tanımları düşünmemeye çalışırken aynı zamanda işime sadık da kalıyorum. Benim için ilginç olan, görsel dilimin sürekli gelişimi, çünkü görsel hikâye anlatımı yoluyla insanların dikkatini çekiyorsunuz. 

Bence bir hikâyenin hakkını verebilmek için, bağlamını ve küçük karmaşalarını anlayabilmeniz gerekiyor. Bu nedenle her proje üzerinde uzun süre çalışıyorum. Peşin hükümlü bir anlatıyı zorlamadan araştırmaya, anlamaya ve bir şeylerin şekil almasına zaman ayırıyorum. Bu, çok fazla sorgulamayı ve duraksamayı beraberinde getiriyor. Sürekli öğreniyorum ve bunun asla bitmeyeceğini kabul ettim. Bu yüzden sürecin tadını çıkarmaya bakıyorum.

 

Aino Väänänen’le birlikte Cansu Yıldıran, Cemre Yeşil Gönenli, Devin Yalkın, Civan Özkanoğlu, Ekaterina Solovieva, Ege Kanar ve Cemil Batur Gökçeer’le röportajların yer aldığı 6 derece uzak teorisinden ilhamla 8 fotoğraf sanatçısı dosyasının tamamını okumak için buradan Bant Mag. No:76’ya ulaşabilirsiniz. 

Hazırlayanlar: Cem Kayıran, Ekin Sanaç, Cansu Çubukçu