Aklımdakiler: Selman Nacar ve Tülin Özen ile Tereddüt Çizgisi

Hazırlayan: Merdan Çaba Geçer - İllüstrasyon: Eda Çağıl Çağlarırmak

Bir iş kazasının getirdiği ahlaki/etik dilemmayı konu edinen İki Şafak Arasında‘dan tanıdığımız Selman Nacar’ın yeni filmi Tereddüt Çizgisi, dünya prömiyerini 80. Venedik Film Festivali’nin Orizzonti bölümünde yapmasının ardından, 43. İstanbul Film Festivali’nde En İyi Yönetmen (Selman Nacar), En İyi Kadın Oyuncu (Tülin Özen) ve FIPRESCI Ödülü’ne layık görülmüştü. İlk filmiyle benzer biçimde, içinde bulunduğu çıkmazların üstesinden gelmeye çalışan bir protagonist var Tereddüt Çizgisi‘nin kalbinde: Canan.

Ceza hukuku savunma avukatı olan Canan’ın gündüz vakitleri adliye koridorlarında, geceleri ise solunum cihazına bağlı annesinin yattığı hastanede mekik dokumasını izleten yapım; annesinin, hâkimin ve sanığın hayatını etkileyecek ahlaki bir tercih yapmak durumunda kalması ekseninde, Canan’ın tereddütleri üzerinden inşa ediyor dramatik çatışmalarını. Filmin oyuncu kadrosunda ayrıca Oğulcan Arman Uslu, Gülçin Kültür Şahin, Vedat Erincin ve Erdem Şenocak gibi isimler de yer ediniyor.

Tereddüt Çizgisi‘nin yolculuğu devam ededursun, Selman Nacar ve Tülin Özen, farklı disiplinlerde üreten konuklarımızdan gelen soruları Aklımdakiler köşemiz için yanıtladı: Muğlaklık ve arafta olma hâli, Selman Nacar sinemasının kodları mı? Tülin Özen’in uzun, kesintisiz planlarla ilişkisi nasıl? Tereddüt Çizgisi ile konuşan mahkeme filmleri var mı?


Mert Fırat soruyor

Sana neler yazdırıyor? Karakterlerden hareketle mi yoksa hikâyeden hareketle mi yazmak daha kolay geliyor?

Selman Nacar: Benim için yazmaya başlangıç aslında içgüdüsel bir şekilde, o dönemde beni heyecanlandıran meselelerin birbirine temas etmesiyle oluşuyor. Bazen bir resimden, bazen sokakta karşılaştığınız bir andan, bazen bir kitaptan, şiirden ilham alırsınız. Beni en çok etkileyen ise genelde karakterler oluyor. Her ne kadar hikâyenin akışını, ritmini ve yapısını çok önemseyip üzerine detaylı çalışsam da bu anlamda karakterle geçirdiğim vaktin her zaman daha öncelikli olduğunu söyleyebilirim. Galiba insanın kendi malzemesinin üzerine düşünüp anlamaya çalışma hâlini seviyorum.


Mehmet Günsür soruyor

Hazırlık sürecinde, karakterle ilgili keşif yaparken, hiç aklına gelmemiş sürpriz keşifler oldu mu? Olduysa nedir? Filmin en beğendiğin sahnesi hangisi, onu da merak ediyorum. Son olarak, bu projenin sana öğrettiği şey ne oldu?

Tülin Özen: Pek sevgili canım Memo:) Aslında filmin yapısından, ritminden ve olayların akışının yoğunluğundan dolayı, duygularını ve ne hissettiğini ifade etme fırsatı bulamıyorsun; sürekli mesleki bir maskeyle dolaşmak gibi bir katman var adliyede. Ailesinin yanında da başka bir inatçı, kontrolcü maske takıyor. Kendini açık edebildiği tek bir an var neredeyse filmde. Bu kadar içini kısıtlı anlarda açtığım ilk karakterdi herhalde. Bunu sonuna kadar saklamayı öğrendim ve denedim diyebilirim. Filmin en beğendiğim sahnesi fabrikada kameralara bakındığım an, bir de Musa’nın görüntülerine baktığım an (bunları Selman okurken gülsün diye yazıyorum). Mahkeme sahneleri benim için çok enteresandı tabi ki. 


Helin Kandemir soruyor

Tereddüt Çizgisi’nde Canan’ın hep bir muğlak ve arafta olma, ahlaki ve vicdani bir muhakeme mi yoksa hırs mı olduğunu ölçemediğimiz flu bir tutumu var. Aynı fluluk İki Şafak Arasında’da Kadir’i takip ederken de sürekli hissettiğimiz bir ritimdi. İnsanları ve sonuçları net sınırlara sokmamak Selman Nacar’a ait bir sinema dili olabilir mi? Kendi hikâyende de bazı durumları tanımlamakta ve ölçmekte zorlanır mısın?

Selman Nacar: Bahsettiğin meseleler benim çok hissettiğim şeyler. Birçok defa da kendimi sıkışıp kaldığım durumlarda bulduğum oldu. Önceleri bu durumla barışık değildim. Ancak zamanla bir kategoriye sokulamayan anların aslında ne kadar kıymetli olduğunu fark ettim. İnsanlar bir an önce seni bahsettiğin gibi tanımlayıp, ölçüp bir yere konumlandırmak istiyor. Galiba böylesi çok daha kolay. Aksi hâlde koca bir belirsizlik onu rahatsız ediyor. Ama böyle olunca da bir şeyleri hapsetmiş olmuyor muyuz? Mesela birini birçok yönüyle derinlikli tanıma fırsatından mahrum kalıyor olabiliriz. Tabii üzerine düşünmesi, yaşaması zor meseleler bunlar. O yüzden de kazıdığım hikâyelerin içine bir şekilde sızıyor diyebilirim.


Barış Aygen soruyor

Uzun planların olduğu bir filmde çalışmak oyunculuk deneyiminde neleri değiştirdi? Özellikle mahkemedeki uzun, akademik ve mesleki diyalog barındıran kesintisiz planın olduğu sahneye hazırlık sürecin nasıl oldu?

Tülin Özen: Uzun planlar her zaman daha çok sevdiğim bir şey. Oyunculuk olarak kesilmediğin, sahnenin başından sonuna aktığın ve daha çok sürprize, yeni anlara açık bir süreç oluşuyor. Daha önce de uzun planların olduğu filmlerde oynadım. Hatta kamera deneyimim öyle başladı diyebilirim. 

Mahkeme sahnesi için gerçekten ezber ya da şunu şöyle oynarım derdinden çok, bu sahneyi izleyenlerin anlaması ve neredeyse tarafıma geçmesi gerekiyor motivasyonu önemliydi. Benim bile ilk okumada bir sürü terim ve durum içinde boğulduğum ve mekân olarak bir masanın arkasında hareket bile edemediğim bir sahnede seyirciyi ikna etmeye çalışma sahnesiydi aslında. Nasıl hazırlandım; iyi ezber, mahkemelere gitme, avukatlarla konuşma ama temelde çok iyi anlama ve anlatma odağıyla.


Nezaket Erden soruyor

Birlikte çalışırken daha önce yaşadığınız oyuncu – yönetmen çalışma deneyimlerinizin ötesinde, yepyeni bir keşfiniz oldu mu?

Selman Nacar: Tülin’le setten önce çok uzun bir çalışma sürecimiz oldu. Bunun içinde hem karakter ve hikâye üzerine sohbet etmek hem doğrudan senaryoyu okuyup incelemek hem fiziksel provalar hem mesleki gözlemler vardı. Filmi çekerken tabii hazırlıktaki kadar zamanınız olmuyor. O yüzden de çok hızlıca anlaşmamız gerekiyor. Bir gün bir sahneyi çektikten sonra başka bir oyuncu arkadaş gelip benim Tülin’le konuşmalarımı gözlemlediğini ve hiçbir şey anlamadığını, sanki yabancı bir dilde konuşuyormuşuz gibi hissettiğini söylemişti. O zamana kadar farkında değildim, sonra baktım ki gerçekten de düşünce akışımız o kadar hızlı ve birbirini tamamlayan bir hâle gelmiş ki bazen düşük cümleler, eksik kelimeler, tamamlanmamış sözlerle bile birbirimizi çabuk anlayabiliyorduk. Galiba bu bahsettiğim çalışmanın ve tabii ki uyumun bir sonucuydu.

Tülin Özen: Her yönetmenle (hele böyle uzun süre, ve her sahnede olan bir oyuncuysan) başka bir deneyim yaşıyorsun. Selman’la da çok özel, çok güven dolu, bir yerden sonra sadece ikimizin ya da belki birkaç kişinin daha bilebileceği kodlarla konuşur hâle geldik normal olarak. Onun dışında Selman ve dostluğu ve varlığı başlı başına, burada anlatamayacağım kadar özel ve güzel bir keşif benim için.


Hakan Emre Ünal soruyor

Filmi henüz izleyemedim sevgili Tülin ve Selman. Tülin’in tiyatro sahnesinde yarattığı büyüyü biliyorum bizatihi yakından. Selman seni de ilk filminin çekim aşaması ve sonrası kurduğumuz dostluktan. Benim için ikiniz de çok değerlisiniz. Yaptığınız her işin otomatik fanıyım. Merak ettiğim ise ikinizin ilk karşılaşma ânı… Audition sırasında unutamadığınız bir an oldu mu? İkinizin bakışından dinlemek isterim.

Selman Nacar: Audition benim için kıymetli bir tanışma ânı, bir anlamda da karakterin inşa sürecinin başlangıcı. O yüzden genelde iki şeyi merak ederim. Öncelikle oyuncunun karaktere yaklaşımını, perspektifini sorduğum sorularla anlamaya çalışırım. Bir de oyuncunun prova sırasında zaten hazırladığı şeyin dışında bir zemine çıktığında nasıl reaksiyon verdiğini gözlemlemeye çalışırım. Tülin’in audition sahnesini Oğulcan Arman Uslu ile çekmek istedim, aralarındaki dinamiği de görebilmek adına. Tülin daha ilk tekrarda harika oynadı. Ancak ben dahasını görmek istiyordum. Ben de Arman’ı arkadaki odaya çekip Tülin’in haberi olmadan sahneden birçok şeyi değiştirdim. Tekrar çalışmaya başladığımızda sahne o kadar dramatik bir hâle döndü ki bundan haberi olmayan odadaki herkes gerildi, ne olduğunu anlamadı. Kamerayı kullanan kişinin elinin titrediğini ve kadrajı ayarlayamadığını hatırlıyorum. Tabii ben ve oyuncular çok zevk aldık. Ve Tülin bir an bile karakterin dışına çıkmadan o bilmediği duruma karşı muazzam karşılık verdi ve ona olan güvenimi tamamen pekiştirdi.

Tülin Özen: İlk karşılaşma ânımız benim için, kendi dertlerimle uğraştığım ve saçma yükseklikte olduğum bir andı. O kadar çok elimdeki saçma soğuk kombucha çayı (ya da içeceği) gibi bir şeyi almak durumunda kalmayı dert etmiştim ki ilk an bende yok gibi bir şey. Sonrasında çok güzel konuştuğumuzu ve onun kafasında her şeyin net ama çalışılmaya açık olduğunu anladığım bir audition oldu. Sonraki çalışmalarımız çok yüksek ve çok zevkliydi, onu söyleyebilirim.


Cihat Süvarioğlu soruyor

Tülin Özen, Uşak’ın -soğuğu dışında- seni en etkileyen yönü neydi? Selman Nacar, Tereddüt Çizgisi’nin başarısında en önemli faktörlerden biri de filmin oyuncuları. En küçük rollerde bile profesyonel oyuncular vardı. Oyuncuları nasıl ikna ediyorsun? Motivasyonlarını nasıl sağlıyorsun?

Tülin Özen: Çok kibar ve rahat bir şehir diye düşündüm. Kiminle konuşsam (tanıyan- tanımayan) hep saygılı ve keyifliydi. Merkezi, kanyonları, müzesi, tahini, çiçeği, tarhanası, tostu, döndürmesi, hamursuzu, her şeyi bu kadar enfes bir ekipleyken hele çok lezzetliydi, çok keyifliydi.

Selman Nacar: Benim film yapım sürecinden en keyif aldığım ve belki de en çok üzerinde durduğum şey, oyuncularla karakteri keşfettiğimiz ve o özü yansıtmak için çalıştığımız süreç zaten. İnsan malzemesine şekil vermeyi çok seviyorum. Ben de zaten senaryomdan ve bu çalışma biçimimden heyecan duyan oyuncularla iş yapmayı tercih ediyorum. İyi yazılmış bir karakter aslında neredeyse sonsuza kadar derinleşebilecek bir alan verdiği için, çalıştığınız sürece öğrendikleriniz kendiliğinden motivasyon sağlıyor. Oyuncu da benim kadar buna konsantre ise provalarınız, tartışmalarınız, sette yaptığınız onlarca tekrar hem bana hem oyuncuya mesleğimizi incelikli yapabilmenin tatmin duygusunu yaşatıyor. En önemlisi de herhalde budur.


Ayris Alptekin soruyor

Selman, başın sıkıştığında bir sebepten tekrar tekrar izlediğin bir film var mı? Varsa onunla ilk karşılaştığın ve en son buluşmanızdaki (ya da herhangi bir zaman) Selmanların nasıl hissedip, ne düşündüğünü paylaşabilir misin?

Selman Nacar: Evet, böyle bir film var. İlk izlediğimde büyülenmiştim. O zaman küçüktüm ve sinemanın anlamı benim için çok farklıydı. Film yapmak gibi bir hayalim de yoktu. Galiba filmde en çok etkilendiğim şey ise karakterin umutla kurduğu ilişkiydi. Daha sonra o filmi her izlediğimde farklı duygular yaşadım ve her defasında o ilk izlediğim andaki hissettiklerimin saflığını, hakikatini bulmaya çalıştım. Tabii hiçbir zaman bu mümkün olmadı. Böylelikle belki de hiçbir zaman sonuçlanmayacak bir arayışın içinde buldum kendimi.


Binnaz Saktanber soruyor

İyi bir hukuk veya mahkeme draması izlemenin seyir zevki çok yüksek. Diğer yandan bu alt-türe aşina veya “hayran” seyircide gelişen kaslar, beklentileri de çok yükseltebiliyor. Ben bir seyirci olarak Tereddüt Çizgisi’ni (ve İki Şafak Arasında’yı) son dönemde en hayran olduğum gerçeklik-sonrası adalet temalı filmlerle beraber düşünmeden edemiyorum. Saint Omer gibi, Anatomy of a Fall gibi, hem türün içinde hem de kendine başka bir dil çizmiş filmlerle… Sen Tereddüt Çizgisi’ni böyle bir ailenin parçası gibi görüyor musun? Senin izleme tarihinde sevdiğin veya sevmesen de ilham aldığın, Tereddüt Çizgisi ile konuşan mahkeme filmleri, dizileri var mı? Varsa hangileri?

Selman Nacar: Benim mahkeme filmlerine özel bir hayranlığım yok aslında. Hatta Amerika’da örneği çok olan ve genelde avukatların jüriye bol bol şov yaptığı filmleri pek sevmem de. Üniversite yıllarımda hukuk felsefesi dersini veren hocamın Türkiye’de geçen ve bahsettiğin gerçeklik-sonrası adalet temalı film neredeyse olmadığı için hiç gösteremediğinden bahsettiği ânı hatırlıyorum. Bunun üzerine çok düşündüm ve galiba bunun en temel sebebi gerçekten böyle bir film yapmanın birçok anlamda zor olmasıydı. Yani hem gerçekliği eğip bükmeden anlatıp hem de hikâyenin sinematik bir akış içerisinde ilerlemesini sağlayabilmek kolay değil gerçekten de. Bu açıdan bahsettiğin iki filmi de bunu başaran örnekler olarak çok seviyorum. Ben Tereddüt Çizgisi’ni çektikten hatta filmin Venedik’teki gösteriminden çok sonra izleme fırsatı buldum iki filmi de. Sadece Türkiye’de değil; dünyanın birçok yerini filmimle ziyaret ettiğimde bu iki filmle birlikte anıldığını gördüm. Demek ki tematik açıdan ya da seyircide uyandırdığı hisler bakımında bir bağ var. Galiba bu filmlerin dertlendiği meseleler ve anlatım biçimindeki yakınlıklarıyla da ilgili. Tereddüt Çizgisi’ni yapmadan önce ise özellikle hiç mahkeme filmi izlemedim. Genelde bir senaryo üzerine çalışırken doğrudan bağı olan hiçbir şeye bakmamaya çalışırım. Bu anlamda dolaylı ilham aldığım şeyleri daha çok severim ve daha derin bulurum.

Son yılların en şerefsiz iki avukatı, Tereddüt Çizgisi’nde Erdem Şenocak’ın canlandırdığı avukat Yasin ve Anatomy of a Fall’da Antoine Reinartz’ın canlandırdığı savcı bir mahkemede karşı karşıya gelse, kim kimi yener?

Selman Nacar: Bu soruyu Erdem’e sordum ve kendisi “Türkiye sınırlarında affetmem ama AİHM’de ne olur, bilmiyorum” diye cevap verdi.


Muammer Brav soruyor

Film boyunca iki Canan izledik: Canan’ın kendisi ve Canan’ın “avukat” personası. Nasıl bir deneyimdi neredeyse iki farklı kadını oynamak?

Tülin Özen: Zor ve çok keyifli tabii. İkisi için de başka bir zırh geliştiriyorsun etrafındaki insanlara karşı. Mahkemede vasatlığın ve güç odaklarının hukuku yönlendirdiği hâlinin devam etmesini isteyen, verdiğin emeği gereksiz bir işgüzarlık ya da ukalalık gibi göstermeye çalışıp, aslında kendi işinin çıtasını aşağıda ve işine geldiği gibi tutmaya kararlı erkek egemen dünyaya karşı geliştirdiğin bir kalkan. Hastanede ise ailesinin içinde geliştirdiği, kendini ve sevgini, sorumluluklarını ifade etme biçimi olarak ve bunlar sorgulandığında saldırma ya da korunma biçimi olarak geliştirdiği bir kalkan.

Ne yazık ki mesleki kalkanını; “vasatlık çıtasına sarılarak iş yapmayı sevenlere” gösterdiği kalkanını çok iyi tanıyorum. O tavrını, bu tanıdığım hisse, bir mesleki dirayet ve inat getirerek çözdüm diyelim. Diğer hastane ve ailevi kalkanı ise hemen her evden her aileden bildiğimiz bir hikâye aslında.


Sezen Sayınalp soruyor

Mevcut iklimin ve ona bağlı olarak mekânın, insanların davranışı üzerinde etkisi göz ardı edilemez. Sinema da bu iklimin ortasında sözünü söylemeye hazır bir aracı olarak duruyor. Etik ikilemlerin ele alındığı bir sinema dilinde kameranın işlevi o ikilemi yönlendiren bir etkiye sahip değil mi sizce? Göstermeyi seçip seçmemek gibi verilen kararlardan, olanı olduğu gibi anlatan tarafsızlığa kadar her seçim etik anlamda bir konumlanmaya sahip. Bunun etrafında sinemayı ve yönetmenlik anlayışını nasıl tanımlarsın?

Selman Nacar: Benim için her zaman hikâye biçimsel kararlarıma etki eder. O yüzden görsel tercihlerimi anlattığım meselenin içinden çıkartmaya çalışırım. Bu anlamda bahsettiğin soruya Tereddüt Çizgisi özelinde cevap vermek isterim. Burada benim için en kıymetli olan seyirciyi mahkeme salonundaki sandalyelerden birine oturtmayı başarıp onların meseleye “şahit” olmalarını sağlamaktı. Tanıklık meselesi benim için hayatta da sinemaya yaklaşımımda da çok önemli. Bunu başarmak için de uzun planlar ve hareketli bir kamera kullanımı tercih ettim. Gözlemci bir dil kullanarak detayları inceleme fırsatı vermek istedim. Bir şeyleri indirgemeci bir şekilde dikte eden bir yaklaşım yerine, zor soruları kaşıyıp zihinleri rahatsız ederek derinleşmek istedim. Bu anlamda kendimce bir gerçekliğin peşindeyim diyebilirim.