Arşivden: “Ben ki Abdülcanbaz’ım”

Zamanın ötesinde çizgileriyle Türkiye’de karikatür sanatının modernleşme dönemi öncülerinden Turhan Selçuk’un 1940’lardan 2000’lere, tüm farklı dönemlerinden eserlerini bir araya getiren retrospektif sergi, 17 Mayıs’ta Yapı Kredi Kültür Sanat binasında açıldı. Turhan Selçuk’un ünlü Abdülcanbaz tiplemesinin odağında yer aldığı sergide ayrıca 400 orijinal eser, karikatür ve mizah dergisi, kitap, afiş ile kendi yaptığı satranç takımı ve Nasrettin Hoca hatıra parası, posta pulu, Abdülcanbaz resimli sigara tabakası, kapak resimlerini çizdiği kitaplar, çeşitli portre fotoğrafları, gazete kupürleri gibi heyecan verici koleksiyon parçaları da yer alıyor. Turhan Selçuk Retrospektifi sergisi 9 Ağustos 2019’a kadar Yapı Kredi Kültür Sanat’ta gezilebilecek.

Turhan Selçuk’un 10 Mart 2010’da hayata veda etmesinin ardından anısına 59. sayımızda Abdülcanbaz tiplemesiyle yarattığı dünyayı derginin kapağına taşımıştık. Abdülcanbaz’ın yayın haklarını elinde bulunduran Osman Uslu ve şirketi BİZ’le görüşmüş, ilerleyen günlerde maceraları yeni yollarla, yeni insanlarla paylaşmak adına ne gibi planları olduğuna dair tüyolar da almıştık.

Yazı: Ekin Sanaç
Bu yazının orijinali Mayıs-Haziran 2010 tarihli Bant No: 59’da yayımlanmıştır.

Abdülcanbaz, Mart 2010’da hayata veda eden Turhan Selçuk’un olağanüstü çizgileriyle 1957’de hayatına başlamış. Yer yer dünya dar gelmiş, büyük ilim insanı Karanfil Hoca’nın, El Kabili Sevk-ül Karakuş ya da Vel Kebir-ül Köstebek gibi önemli buluşlarıyla masal diyarlarına, uzaya, ayın dibine kaçmış. Abdülcanbaz, muazzam bir hayal gücünün kaleminden çıkan, grafik anlamda akıl almaz bir yeteneğin çizgileriyle altmışın üzerinde olağanüstü macera tamamlamış.

Abdülcanbaz’ın hikâyesi, İstanbul’da turistleri gezdiren bir rehber olarak başlar. Trafik, yeşilin katliamı, sürekli kazılan yollar, kiralık ev problemleri gibi bugünün dahi sıradan sayılabilecek sıkıntıları üzerinden kurulan İstanbul serüvenlerinin yanı sıra, sık sık çıkılan ve her birinin ayrı bir hikâyesi olan seyahatler de söz konusudur. Turist rehberliğinin ardından Abdülcanbaz, arkadaşı Raci ile bir artist ajansı kurmaya karar verir. O zamanlar açıkgöz ve kurnaz kişiliğiyle tanınan Abdülcanbaz, Yeşilçam simsarlığına girişir. Zaten yol arkadaşı Tarzan’la da, film çekmek üzere yaptığı bir Tarsus seyahatinde tanışır. Sonrasında, Turhan Selçuk onu çizmenin yanı sıra yazmaya da başlayınca Abdülcanbaz’ın kişiliği oturur, sağlamlaşır. Maceralarına bir İstanbul beyefendisi olarak devam eder. Haksızlığa, dolandırıcılığa ve dalavereye tahammülü yoktur, savaşını bu yolda verir. Kötülüğün karşısında onuru ve kıvrak zekâsıyla dikilir. Yalnızca dürüst, cesur ve akıllı değil, aynı zamanda yakışıklı ve fittir de. Ve bu yolda yalnız da değildir. Tarzan ve Karanfil Hoca ile hoşsohbet Fettah ve Fayrabi de onunladır. En büyük düşmanı ise, Osmanlı sarayına mensup bir mirasyedi olan Gözlüklü Sami’dir. Abdülcanbaz maceralarında, tüm kötülüklerin başı, çıkarcı, hazırlopçu Sami ve onun dalkavuğu Sürmegöz İhsan Bey’le karşı karşıya gelir. Abdülcanbaz’ın süper gücünün adı Osmanlı tokadıdır. Nerede zalim görsün, sömürücü duysun, haksızlık yapan bulsun, basar o tokadı.

Abdülcanbaz’ın maceralarının zaman ve mekân kavramlarının sınır tanımadığı düzlemini, daha siz portakalda vitaminken çizilmiş maceralarından rastgele bir tanesini açtığınızda bile görebilirsiniz. Örneğin Al Kapon, sevgilisi Klara ve azılı adamlarıyla, Niyork’tan Avrupa’ya doğru gemiyle seyahate çıkar ve yolda rotayı İstanbul’a doğru çevirmeye karar verir. Al Kapon’un gözleri, İstanbul’a inip Gözlüklü Sami’yle tanışınca burada ne kadar fazla iş çevirebileceğinin motivasyonuyla fal taşı gibi açılırken, sevgilisi Klara, “Erkeklerin bakışları bir tuhaf, insanı gözleriyle soyuyorlar sanki, alışmak pek zor” diye dert yanar… Ve âniden karenin köşesindeki not gözünüze çarpar: “Al Kapon’un bu serüveni zabıta kayıtlarına geçmemiştir. Biz burada, onun gizli kalmış bir eylemini açıklamakla gazetecilik görevimizi yapmış oluyoruz” (!) Okuyucu çizgi romanın içine çekildiği gibi, bilinçli olarak zaman zaman dışına da çıkarılır. Bunun en keyifli örneklerinden birinin Abdülcanbaz’ın Tarzan’la birlikte yaptığı Afrika seyahatinde Nuba’ların elinden kaçtıktan sonra bir sandalla denizin ortasında kalmalarının ardından yaşandığı söyleniyor. Tarzan, “Ne yapacağız şimdi?” deyince Abdülcanbaz, “Korkma. Tefrikanın devamı için yaşamamız lazım. Turhan Selçuk bir yolunu bulur bizi kurtarır buradan” diyor. Bir sonraki karede birden bire ortaya çıkan vapurla birlikte Abdülcanbaz ve Tarzan bundan da kurtulmayı başarıyor.

Abdülcanbaz’ı özel kılan bir diğer yaratıcılık ögesi de birden bire yolda ünlülerle karşılaşabilmesi. Örneğin Afrika’da geçen bir serüvende Abdülcanbaz, Hemingway ile karşılaşıp ahbap olur ve ondan romanlarının ilginç kesitlerini dinler… Abdülcanbaz serüvenlerine aynı şekilde politikacılar da, hattâ Süpermen de âniden dâhil olabilir. Turhan Selçuk’un, anlatım tekniklerine yönelik olarak 1950’li yıllarda yoğun bir arayış ve araştırma içine girdiğini, karikatür, desen oluşturma ve grafik tasarım adına yurtdışından, özellikle de Fransa’dan birçok kitap getirerek onları okuduğunu öğreniyoruz. Hattâ bu konuda bir yazı dizisi bile hazırlamış zamanında. Çizgileri farklı dönemlerinde farklılıklar gösteriyor. Yuvarlak çizgilerin ağırlıklı olduğu bir başlangıcın ardından bu anlatım, yerini çok daha güçlü bir şekilde kendini ifade eden düz, kesik, kısa çizgilere ve daha yalın bir tarza bırakıyor. Sonrasında ise her iki tip çizgi de beraber kullanılarak arka plan dokularının aşırı detaylı işlendiği, yer yer gravürleri anımsatan görkemli mi görkemli bir estetik söz konusu oluyor. Özellikle de fantastik hikâyelerde bu estetiğin ulaştığı nokta nefes kesici. Maceralardaki kadın çizimleri de özellikle dikkat çekici, her ne kadar hikâyelerin akışında öyle konumlandırılmasalar da… “Güzel” kadınlar ve “çirkin” kadınlar var. Farklı özellikler, farklı çizgiler aracılığıyla anlatılıyor. Nasıl iyiler ve kötüler arasındaki çizgiler son derece net ve keskinse, güzeller ve çirkinler arasındaki çizgiler de öyle. Süregelen iyiler kötülere karşı mücadelesi, çizgilerde de devam ediyor.

Turhan Selçuk’un Milliyet’te başlayıp Cumhuriyet’te devam ettirdiği Abdülcanbaz’ın çizgi mizahı detaylı hikâye kurgusu tekniğiyle karikatürden ayrılıyorsa da, sürekli bir toplum ve durum eleştirisi yapıyor olmasından ötürü karikatüre yaklaşıyor. Sistemin dışından değil, içinden sistemi eleştiren bir duruşa sahip. Elli yılı aşkın süre yayımlanan Abdülcanbaz’ın maceraları her ne kadar Osmanlı döneminde geçse de, çizildiği süreç içindeki gelişmelere paralel olarak bu politik tavrını ortaya koyuyor. Dolayısıyla Abdülcanbaz maceralarının ortaya çıkması ve gelişmesi, tamamen içinde bulunduğu zaman ve ortama bağlı. İnsanı asıl hayrete düşüren ise zamanının ve ortamının çok ötesinde olan grafik anlatımı ve çizgi değeri.

Bant No:59’un orijinal sayfaları ve kapağı da aşağıda.