Arşivden: Günlük görsellerden ufak tarihçeler yaratmak: Jason Lazarus
“Arşivler hakkında daha fazla şey öğrendikçe nesnellik ve düzenden ziyade gittikçe özgünlüğü ve içgüdüyü kucaklamayı istedim…”
Röportaj: Leyla Aksu
Sanat çerçevesinde günlük deneyimlerimizin, kendi özel arşivlerimizde tuttuklarımızın, fotoğraflarımızın ve anılarımızın taşıdığı değer ve etkileri sergileyerek, Florida merkezli çalışan Amerikalı sanatçı, küratör, yazar ve eğitmen Jason Lazarus’la, arkadaşlarına onları Nirvana’yla kimin tanıştırdığının peşinden giden projesi aracılığıyla karşılaştık. Yakın dönem projelerinde form olarak arşive ağırlık veren ve yıllara yayılan projeleriyle dünya çapında sergilere katılan Lazarus, çalışmalarında basit görünen sorulardan yola çıkıyor. Nirvana, Recordings, T.H.T.K. (Too Hard to Keep) gibi projeleri, aynı zamanda önemleri göz ardı edilmiş tarihçelerin belgesi niteliğinde işlev görüyor. Sanatçının 2004 yılında başladığı ve arkadaşlarına onları Nirvana’nın müziğiyle kimin tanıştırdığını sorarak atıldığı Nirvana projesi, enstantane fotoğraflar ve hikâye parçalarından oluşan, içtenliğiyle etkileyici bir derleme. Here Press tarafından kitap olarak da yayınlanan bu proje vesilesiyle konuştuğumuz Lazarus, arşivlerden ve projelerinin bir bitiş noktası olup olmadığından bahsetti.
Seni fotoğraf objelerine ve arşiv yaratmaya çeken nedir? Başlamadan önce ne arıyor oluyorsun?
Aradığım şeyin en basitinden bir kamera kullanarak yaratmanın sınırlamalarına karşı duyduğum sabırsızlığın sonucu olduğunu düşünüyorum. Arşivler, her nedense, sahip olduğum bazı kişisel değerlere ve öznel bir bakış açısından yola çıkarak arşiv yaratma arzusuna hitap ediyor (arşiv yaratmak için fikirler, yöntemler, stratejiler ve taktiklerin müzelerle ilgili olmayan her yönünü kucaklamak).
Nirvana projesi için fikir nasıl ve ne zaman ortaya çıktı? Bu projeyle yapmak istediğin neydi?
Arkadaşım bana onu Nirvana’nın müziğiyle tanıştıran adamın enstantane bir fotoğrafını göstermişti. Benim yüksek lisans eğitimimin ardından çekeceğim bir fotoğraf değildi. Odaklanılmamıştı, ışık göz kamaştırıyordu, 35 milimetreydi, vs… Fakat bu fotoğrafın muazzam bir gücü olduğunu hissettim ve günlük fotoğraflardan oluşan bir arşiv veya koleksiyon yaratmayı ilk düşündüğüm an buydu.
Peki seni grupla ilk tanıştıran kimdi?
MTV!
Her arşivin, küratörün seçim sürecinde belirlenen, ima edilen ve maruz kalınan sınırları vardır. Bize bu görselleri derleme dönemini biraz anlatabilir misin? Daha önceki çalışmalarına kıyasla farklı bir deneyim miydi?
Evet, bu deneyim edindiğim tüm bu yeni arzuları, günlük görsellerden küçük, ufak tarihçeler yaratma isteğimi tatmin etti. Tüm bu tarihçelerin kendi fotoğraf çalışmalarım için azami önem taşıdığı kanaatini de… Arşivler hakkında daha fazla şey öğrendikçe nesnellik ve düzenden ziyade gittikçe özgünlüğü ve içgüdüyü kucaklamayı istedim. Hiçbir zaman hiçbir şeyi cam altına yerleştirmem; her şey her an duvardan yırtılıp çalınabilir, çünkü bunun yarattığı mevcudiyet ve hassasiyet hissini seviyorum. İşlerim üzerinde aşırı derecede oynamamaya çalışıyorum; seyircilerin elimi hissedebilmesini istiyorum. Büyütme işlemi gibi yazıcıyı akla getirebilecek tek bir çoğaltma (reprodüksiyon) bile yok.
Bu kişisel fotoğraf ve hikâyeleri, anı parçalarını halka açık bir şekilde sergilerken arşiv formunun başardığı nedir? Özel ve umumi kavramlarını kavrayışımızla nasıl oynuyor?
Tamamen bulandırılmış oluyorlar. Her birimiz, bu da dahil olmak üzere başka bir sürü çokluğu içimizde barındırıyoruz… İnternet artık tarihi/günümüzü doğrusal olmaktan ziyade rizomatik bir yapı olarak ele almak için kullanılan bir başka araca dönüştü ve bu benim için çok ilham verici…
Seyircilerin deneyimlerini koleksiyona eklemesiyle sürekli büyüyen, etkileşimli bir proje olarak bu ve bunun gibi parçaların bir sonu olduğunu düşünüyor musun?
Ne zaman ki enerjim tükenir veya öğrenmem, öğreneceklerim duraklar, o zaman proje de bitmiş olur. Fakat ben işleri açık tutmayı, “pencereleri kapatmamayı” severim.
Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:51’e ulaşabilirsiniz.