Arşivden: İstanbul Eğlence Hayatı ve Caz

Cazın bu ülkede takipçi sayısı epey kısıtlı bir meşgale olduğu konusuna itiraz edecek yoktur. Pop müzikle ayrımının kesin çizgilerle belirlenmediği dönemlerde de şehirde günlük hayatın içinde yer alması zor olan bir türdü caz. 1960’lardan sonraysa kitlelere daha kolay hitap eden türlerin satışıyla ortantılı olarak iyice seçkin bir sınıfa hitap etmek zorunda bırakıldı. İstanbul’da caz kulübü işletmek hep zordu, bugün de yapanlar açısından karşılığı sınırlı bir deli işi. Takip etmek isteyenler içinse giderek pahalanan bir zevk. İstanbul’un son 60 yılında caz müziğiyle ilişkisi ve bir açılıp bir kapanan caz kulüplerinden kısa bir geçit hafızalarımızı tazelerken, bu işin hangi merhalelerden geçtiği ve hem sunanın hem alanın tarafında ne kadar zorlaştığı hakkında da bir fikir veriyor. 

Yazı: Doruk Yurdesin – Görseller: Gökhan Akçura
Babylon Dergisi, No:6, Kış/2010

Büyükdere Park Gazinosu, 1930

1950 öncesinde caz

Türkiye’de cazın temelleri klasik müzik eğitimi görmüş kemancı Leon Avigdor’un 1920’lerde bir Paris seyahatinde cazla tanışıp alto saksafona başlamasıyla atıldı. Onun kurduğu ilk İstanbullu caz dörtlüsünde kendisinden başka bir piyano, bir davul ve bir de banço yer alıyordu. 1930’larda Almanya’daki baskılardan kaçıp Türkiye’ye gelen Yahudilerin ve Amerika kökenli siyahların aralarında bulunduğu müzisyenler de caza olan ilginin artmasını sağladı. İstanbul Radyosu’nda caz programları dünyada swing dönemine girilen 1940’larda başladı. Saray Sineması ya da Kadıköy Halkevi gibi konser mekânlarının yanısıra Avrupa yakasında Taksim Gazinosu, Tokatlıyan Oteli, Anadolu yakasında da Moda Deniz Kulübü, Caddebostan Plaj Kulübü ve Büyükada’daki Anadolu Kulübü gibi eğlence yerlerinde caz dinletileri arttı.    

Caza adanan ilk kulüpler

Tarih, Türkiye’nin ilk caz yıldızlarının 1950’lerde yetiştiğini yazar. Bu on yıl içerisinde İsmet Sıral Orkestrası, Süheyl Denizci Orkestrası gibi toplulukların yanısıra Ayten Alpman, Sevinç Tevs, Rüçhan Çamay gibi solistler de tanınmaya, İstanbul’un çeşitli mekânlarında sahne almaya başladılar. Aslında bu mekânların hepsinde bildiğimiz anlamda caz yapıldığını söylemek zor, zira alafranga menşeli tüm hafif müzik ve dans türleri caz ismi altında pazarlanıyor, sık sık da yanlış anlaşmalara sebep oluyordu. (Dave Brubeck Quartet’in “Take Five” parçasının Billboard Hot 100 listesine girebildiği yıllardan bahsedildiği için, bu karışıklık pek de absürt olmasa gerek.) Yine de, İstanbul’un ilk caz kulübü 1956’da armonikacı Hasan Kocamaz tarafından Bebek’te 306 ismiyle açıldı. Dizzy Gillespie, Dave Brubeck’in Saray Sineması’nda verdiği konserler, has caza olan ilgiyi arttıran etkenlerdendi. Şan Sineması da önemli bir konser salonuydu. Bunun dışında Caddebostan Mehtap, Maksim, Taksim Belediye Gazinosu, Kervansaray gibi mekânlar, caz dinlenebilen eğlence odaklarıydı. Eğlence hayatına 1950’lerin ikinci yarısında dâhil olan Hilton Marmara Roof Bar, 1959 yılı Şeker Bayramı’nda konuklarını Louis Armstrong’la ağırlamıştı.

Taksim Belediye Gazinosu
Taksim Belediye Gazinosu’nda bir çaylı dans saati

Taksim Belediye Gazinosu

Bugünkü Ceylan Otel’in yerinde olan gazino birkaç kattan oluşurdu. 1950’lerin başında, bahçede akşamüstleri “ucuz tarife” denen bir seansta dondurma eşliğinde caz dinleniyor, daha fazla parası olanlar gece aynı eğlenceye verandada yemek yiyip içkilerini yudumlayarak devam ediyorlardı. Anlatılanlara göre kapalı salona daha çok “ecnebiler ve turistler” takılıyordu. Mekânın akustiğinin pek de iyi olmaması, caz orkestralarının “gürültüye sebep” olmaları bir şikâyet konusuydu.

Aralık 1954’te Hafif Batı Müziği Mensupları Sendikası’nın düzenlediği “Caz Yıldızları ve Orkestraları Geçidi” buraya 16-35 yaş arası, seçkinlerden üniversite ve lise öğrencilerine uzanan 400’den fazla dinleyiciyi çekmişti. O zamanın haberlerinde “Swing, rumba ve mambo hastası genç kızlar ve erkekler orkestraların tıttırı pıttırıları karşısında kendilerinden geçtiği” yazıyordu. Napoliten ve tango icra eden orkestraların da yer aldığı bu geçitte bir pazar sabahından akşamına kadar eğlendirenler arasında Taki Çeverini’nin triosu, New Orleans stili caz çalan ve sahneye yüzlerine mantar karası sürüp “Arap kılığında” çıkan Turgut Serter ve orkestrası (siyaseten doğruluk teriminin yayılmasına henüz 20 yıl kadar var!), Ayten Gencer’in solistliğini yaptığı bir yaylılar orkestrası ve İsmet Sıral ile Faruk Aker’in orkestraları gibi topluluklar vardı. Ama Milliyet gazetesine göre caz konseri tanımı hakikati ifade etmiyordu.

İlham Gencer Kuarteti

Kervansaray

“Alafranga olarak tanımlandığı için alaturka tutkunlarının kaçındığı mekânlardan biri” olarak tanıtılan Kervansaray, İstanbul’un en lüks mekânlarından biri olmasına rağmen pahalı değildi. Taksim’den Harbiye’ye giderken Radyoevi’nin hemen öncesinde yer alan apartmanın en altında çayhane, gazino, kabare ve bar salonları vardı. Yazlık kısmına “pergola” denirdi. Pergolada 1950’lerin başında Ayten Alpman’ın solistliğinde keman, piyano, davul, akordeon ve elektrikli gitardan oluşan bir İtalyan orkestrası çalıyordu. Aynı orkestra dansözlere de eşlik ediyordu.

Akşam saat 5’te kapıdan içeri girenin, sabah 4’te hâlâ mekânı terk etmemiş olması mümkündü. Akşamüstü çayını müzik eşliğinde içtikten sonra saat 9 gibi yemek salonuna gidilir, dünyanın çeşitli yerlerinden gelmiş dansözlü, şarkıcılı bilumum gösterileri seyrederek yemek yenip içki içilirdi. Saat 12’den sonra iç bahçe gibi dekore edilmiş pavyon kısmına geçilir, canlı orkestra eşliğinde dans edilir, saat 2’den sonraysa Rustik Bar’a gidilerek bir piyano ve keman eşliğinde dinlenilirdi.

Hayat dergisi, barlardaki yeni caz heyecanını okurlarına 25 Ocak 1957’de böyle duyuruyordu.

Caz, pop müziğe yeniliyor

1960’ların ortasına kadar İstanbul’da çeşitli canlı müzik mekânları açılmaya devam etse de, bu yıllardan sonra müziklerin plaklardan dinlendiği diskoteklerin sayısının artması, 1950’lerdeki trendde düşüş yaşanmasına sebep oldu. Canlı müzik, özellikle de caz yapılan kulüplerin çoğu geçici oldu, zarar edip çabucak kapandı. Bunda müzikte caz ve pop ayrımının 1960’ların ortasında iyice belirginleşmesi de rol oynadı kuşkusuz. Zira o on yılın hemen başında, 1962 yılında Spor Sergi Sarayı’nda yapılan Caz Konseri ve Orkestralar Geçidi’nde Erol Büyükburç, Erkin Koray, Barış Manço Orkestra 6 (Mango olarak yazılmış) gibi isimlere de rastlanıyor.

1960’lı yıllar Erdem Buri, Tülay German, Doruk Onatkut, Erol Pekcan gibi isimleri de caz dünyasına takdim etti. Buri ve German, Ruhi Su’yla beraber As Klüp adlı bir mekân açtılar. Bundan başka, Taksim İlkyardım Hastanesi karşısında Burç Kulüp (1962) açıldı. Sevinç Tevs, Süheyl Denizci Kenteti burada programlar yaptılar. İstanbul’un dört bir yanına dağılan canlı müzik mekânlarından Moda Deniz Kulübü’de, daha çok hafif müziğe yakın duran Şerif Yüzbaşıoğlu Orkestrası, Selçuk Ural ve Ayla Dikmen’in solistliğinde düzenli olarak sahne aldılar. Şerif Yüzbaşıoğlu’nun yönettiği orkestra ayrıca Caddebostan Gazinosu ve Suadiye Gazinosu’nda –Tülay German’la beraber– boy  göstererek, Anadolu yakasında bir nevi hâkimiyet kurmuştu.

Vero Kapitano Orkestrası, Bebek Belediye Gazinosu’nda (1968)

Avrupa yakasındaysa Yalçın Ateş Beşlisi’nin Altan Erbulak, Semiramis Pekkan, Özdemir Erdoğan eşliğinde program yaptığı Playboy, 1968 yılında açıldı. Bunlar dışında Ataköy Plaj Gazinosu, Suadiye S Kulüp, Lido, Viski A GoGo, Klüp 12, kısmen de olsa diskotek çağına karşı durmaya çalışan canlı müzik ve caz mekânları olarak ön plana çıktılar.

Bir başka mekân, Hilton’ın bıraktığı otelde caz geleneğini sürdüren Sheraton Caz isimli bardı. Erol Pekcan’ı, Kudret Öztoprak’ı, Tuna Ötenel’i burada dinlemek mümkündü. 1970’lerin ikinci yarısında Taksim’deki ünlü bohem kulübü Fuaye’ye gidenler ise, piyanist Altan İlter eşliğinde duayen klarnetçi Hrant Lusigyan’ı dinliyorlardı. Bunun dışında Ceneviz Meyhanesi zaman zaman caz programlarına yer veriyordu. Bu arada İstanbul Müzik Festivali de başlamıştı ve sayılı caz müzisyenlerini Nişantaşı Konak Sineması’nda ağırlıyordu. Yeni bir on yıla girerken, caz dinleyicileri kısıtlı mekânlardaki programları takip etmek yerine festival zamanlarını bekleyeceklerdi.

Viski A GoGo

Elmadağ’da ilk açıldığında sadece üyelerin anahtar kullanarak girebildiği kulüpteki içki fiyatları muadillerine nazaran düşüktü. Işıklı bir tabelada içerideki üyelerin ismi yanıyor, kimlerin olduğu biliniyordu. Hattâ her üyenin, üzerinde ismi yazılı bardağı bile vardı. Cumartesi geceleri iki içki içme zorunluluğu devreye giriyor, içeridekilerin belli bir miktardan az harcamamaları garanti altına alınıyordu. Mekân saat 15’ten sabaha kadar açıktı. Müzik eşliğinde sadece dans edilmez, kazanana bir şişe şampanyanın (kalabalık akşamlarda iki şişe!) hediye edildiği rulet de oynanırdı. Geç saatlerde döner servisi de yapılıyordu. Kulübün döner sahnesinin büyük yıldızı, her gece 70-75 parça seslendirdiği söylenen Durul Gence Beşlisi’ydi. Ayrıca bazı akşamlar Özdemir Erdoğan ve haftasonları Leyla Sayar da sahne alır, her gün matinede ise Moğollar çalardı. Üstün Poyraz’ın orkestrası da burada sahne aldı.

Klüp 12

1960’ların başında Tülay German’ın, Şevket Uğurler’in ve daha nicelerinin da sahne aldığı Klüp 12, Sıraselviler’in hemen girişindeydi. Kulübün bir dönem diskotek olarak kullanılan üst katı daha sonraları Haldun Taner’in Devekuşu Kabare tiyatrosuna tahsis edildi. Alt katta ise İlhan Feyman orkestrasının geniş programlı canlı müziği vardı. Arda Uskan’ın deyişiyle, 24 saat süren “kesintisiz şamata”yı bu kulüpte yaşamak mümkündü.

Hilton Marmara Roof Bar

1955’te kapılarını açan Hilton’daki bar ve restoranlar 1960’a gelindiğinde İstanbul sosyetesinin gözbebeği olmuştu. Sadece geceleri değil, akşam beş çayında Eduardo Gadea, José Bartel, İsmet Sıral gibi isimler çalar, sadece üst gelir kesiminden değil, bütçelerini zorlayan evlenme çağındaki kızlar da cuma akşamüstleri otelin lobisine ya da Şadırvan’a doluşurlardı. Önce İsmet Sıral, ardından Süheyl Denizci, Önder Bali, Şerif Yüzbaşıoğlu gibi isimlerin orkestraları hem Şadırvan’da hem de çatıdaki Marmara Roof Bar’da müşterilere eşlik ettiler. Sonradan Mavi Çocuklar ismini alacak ve Altın Kelebek müzik yarışmasını kazanıp tüm Türkiye’de ünlenecek olan Blue Boys da Roof Bar’da tanındı. Roof Bar, geniş manzarası, kubbeli tavanı, orkestranın önünde yer alan oval parke tabanlı dans pistiyle elit kesimin vazgeçilmeziydi. Yaz aylarında ön ve yan taraftaki kapılar açılır, orkestra portatif pistle beraber terasa alınırdı. Roof Bar, 1960’ların sonunda Türkiye ve dünyada bir dönemin kapandığını, caz müziğiyle dans müziğinin birbirinden birleşmemek üzere ayrıldığını simgelercesine Cloud 9 adlı bir diskoteğe dönüştürüldü ve disko bar dönemini açtı.

Üretim var, paylaşacak mekân yok

1970’lerde caz müziği seçkin bir sanat dalı olarak kabul gördü. Bu kabul, caz müzisyenlerine itibar kazandırdı belki ama zaten az olan orta sınıf caz dinleyicisi kitlesinin bu müziğe ulaşması zorlaştı. Caz tarzı canlı müzik yapılan yerlerin sayısında belirgin bir azalma oldu. Diğer yanda, 1970’lerin sonunda Erol Pekcan, Tuna Ötenel, Selçuk Sun ve Kudret Öztoprak’tan mürekkep kadro, “Türkiye’nin ilk özgün caz albümü” iddiasıyla Jazz Semai’yi (1978) kaydetti. Bunu Neşet Ruacan ve orkestrasının Ruacan (1979) ve Okay Temiz’in Zikir (1979) albümleri izledi. Caz üretimi, mekân olarak olmasa da, üretim anlamında bir kıpırdanma yaşadı, ama malûm darbe, bu ufak kıpırdanmayı da yok etti.

Bu dönemde sadece caza yönelik olarak açılan yegâne mekân The Ryhthm Section gibi duruyor. The Rhythm Section, Emin Fındıkoğlu’nun İsveç’te bir süre kaldıktan sonra, 1970’in sonunda Elmadağ’da, Hilton Oteli’nin karşısında açtığı bir mekândı. Fındıkoğlu’nun anlattığına göre, bir kuyruklu piyanonun çevresinde salaş biçimde oluşturulmuştu. İsmet Sıral ve Melih Gürel gibi dönemin tanınmış cazcı isimleri burada dinleyici önüne çıktılarsa da, tahmin edilebileceği gibi, kulüp pek uzun ömürlü olmadı. 1977’ye gelindiğinde Fındıkoğlu, Galata Kulesi’nde bir kulüpte basta Onno Tunç, davulda Arto Tunç, gitarda Neşet Ruacan ve armonikada Hasan Kocamaz ile birlikte sahnedeydi.

Darbe sonrası yeniden hareket

1980’lerin başında Berklee ve Julliard’da eğitim gören birçok müzisyenin dönüşüyle İstanbul’daki caz geceleri de yeniden hareket kazandı. Caza adanan ilk festival de, 1982’de Filarmoni Derneği tarafından Beyoğlu Sineması’nda düzenledi, ama ikincisi yapılamadı. Üç yıllık bir aradan sonra Bilim Sanat Kültür Kurumu’nun (BİLSAK) 1989 yılına kadar sürdürdüğü yeni bir caz festivaliyle tanıştı İstanbullular.

Festivallerde ayrılan programlarda caz müzisyenleri Atatürk Kültür Merkezi, Elmadağ Şan Tiyatrosu gibi mekânlarda dinleyicileriyle buluşurken, BİLSAK Caz Festivali, İstanbul’da caza yönelik gece mekânlarına olan rağbeti de bir miktar arttırdı. Kışları Sıraselviler, yazlarıysa Yeniköy’de konuk ağırlayan BİLSAK Caz Merkezi’nde Önder Focan ve grubu haftada dört gün sahne almaya başladı. Bir dönem cazseverlere hitap eden Taksim’deki Bodrum Cafe, Gayrettepe’deki Cazino gibi mekânların yanısıra Korukent Cazbar, Levent’teki Ece Bar ve Arnavutköy’deki Naima, süre anlamında olmasa da, etki olarak daha kalıcı sahneler oldular. Ancak bu mekânların orta gelir sınıfından ve üniversite öğrencilerinden maddî olanak anlamında uzak oluşu, dönemin tartışmalarındandı.

Korukent Cazbar, Levent Ece Bar, Arnavutköy Naima

Korukent Cazbar, sahibi Mehmet Ali Açılmış’ın anlattığına göre bazı geceler bin 500 kişi kadar müşteriyi ağırlıyordu. Düzenli olarak sahne alanlardan Nükhet Ruacan’ın solist olduğu ekipte trombonda Fatih Erkoç vardı. Kerem Görsev de 1989’dan itibaren burada çaldı. Her ne kadar caz programı Latin dans geceleriyle biraz sulandırılsa da, 1991’de Dave Jones, Kerem Görsev, Murat Yeter, Oğuz Durukan, İmer Demirer ve Jane Yancy’den oluşan ekip bu Latin havalarını biraz caza çekiyordu. Levent Ece Bar’da Nükhet Aruca ve Tuna Ötenel’in programlarının yanısıra, Emin Fındıkoğlu, Şenova Ülker gibi isimleri barındıran Euphony grubunun “Pazartesi Akşamları Cazı” programı, dönemin önemli caz olaylarındandı. Münir Nurettin Selçuk’un Arnavutköy’deki evinde davulcu Selim Selçuk tarafından 1989’da açılan Naima ise, festivallere gelen ünlü cazcıların, Aydın Esen, Can Kozlu, Emin Fındıkoğlu, Tuna Ötenel, Neşet Ruacan, Önder Focan gibi dönem cazının önde gelen isimleriyle doğaçlama seanslarına katıldıkları bir ortam sunuyordu.

Krize karşın yeni mekânlar

Pozitif, 1990 yılı nisan ayında Beyoğlu’nun trafiğe kapatılması şerefine Sun Ra’ya Galatasaray Lisesi önünde bir kamyonun arkasında çaldırdı ama bunun gibi kitlesel caz olayları festivaller dışında pek gerçekleşmedi. Bundan sonraki dönemin önemli olayları 1991’de başlayan Akbank Caz Festivali ve 1994’te başlayan İstanbul Caz Festivali’ydi. Caz, bir yandan festivallerle kalabalıkları çekerken, öte yanda 1991 yılında kurulan Caz Derneği’nin 1993 yılına gelindiğinde yalnızca 150 civarında bir üyeye sahip olması bir başka yapısal soruna işaret ediyordu. Sadece Türkiye’de değil bütün dünyada da caz müziğinin bir açmaz içinde olduğu, yeni dinleyici kitlelerine ulaşmakta zorlandığı bir dönem başlamıştı, en azından caz müzisyenlerinin değerlendirmeleri bu yöndeydi.

Bu zorluğa rağmen İstanbul’un gece hayatına caz saçan yeni mekânlar da açıldı, bunların bazıları kısa sürede kapandı. Tünel’deki Gramofon, Balıkpazarı girişindeki Jazz Bar, Beyoğlu Atlas Pasajı girişindeki Sefahathane ve Sıraselviler’deki C’est La Vie, 1990’ların başında açıldı. Gramofon bunların arasından sıyrılsa da, Sefahathane kısa sürede konsept değiştirdi, diğer kulüpler de kapandı. 

Bugün 15 milyonluk bir şehirde programında tamamen ya da ağırlıklı olarak caza ağırlık veren kulüpler yine parmakla gösterilecek kadar az. 2000’lerin sadece caza odaklanan ilk önemli mekânı Çırağan’daki Q Jazz’di (2005’ten sonra Çırağan Oteli’yle anlaşmazlık yaşayıp taşındı). Adını Miles Davis’in yazdığı ünlü Bill Evans Trio parçasından alan Nardis, “Jazz , kulüpte dinlenir” sloganıyla Galata’da 2002’de açıldı. Caz müziğinin yaşadığı kitlesel olamama krizine karşın işlevini sürdüren bir diğer mekân, İstanbul Jazz Center ise Ortaköy’de, Kerem Görsev ve iki ortağının girişimiyle, 2005’te hizmet vermeye başladı.

Son bir söz, kaynaklar için

Memleket caz tarihi üzerine ilk çalışma İlhan Mimaroğlu’nun 1958 tarihli Caz Sanatı adlı kitabı ve bunu bulabilmek için sahaflarda garantisiz, sıkı bir arama yapmak gerekiyor. Bu yüzden bu meselede bilgi edinmek pek kolay olmasa da, bu konuda ufak adımlar atılıyor. 1980’lerde ve 1990’larda caz üzerine birkaç kitap yayınlanmış. Bu yayınlar ve Türkiye caz tarihi üzerine Murat Meriç’in Pop Dedik (İletişim, 2006) kitabından da bilgi edinilebilir. Yine Murat Meriç’in de kendi yazısında kullandığı ve bu yazı için kendisinden ödünç aldığım Hürriyet Gösteri dergisi (sayı 64 ve 76) ve Milliyet Sanat Dergisi (sayı 377) iyi sayılabilecek kaynaklar arasında. Milliyet gazetesinin internette paylaşıma açılan 60 yıllık arşivi, özellikle 1950’ler ve 1960’lar gece hayatına dair çok değerli bir hazine sunuyor. 1950 öncesi caz ve gösteri dünyasıyla ilgili hoş ayrıntılar, Gökhan Akçura’nın Gramofon Çağı ve İstanbul Twist kitaplarındaki çeşitli makalelerinde bulunabilir. Saadettin Davran’ın Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi’ndeki “Caz” başlıklı makalesi, adından da anlaşılabileceği üzerine İstanbul’da cazın gelişimi hakkında bilgi edinmek için en kestirme yol. Bu sayfalarda kullanılan tüm görseller Gökhan Akçura’nın arşivinden. Kendisine bir kez daha çok teşekkürler…