Şehrin kadınları: Belmin Söylemez’in sözleriyle Ayna Ayna

Röportaj: Tuvana Adalı

Sinemasının unsurlarına dair birçok emare barındıran kısa film ve belgesellerin ardından, ilk uzun metrajı Şimdiki Zaman’ı 2012’de önümüze getirmişti Belmin Söylemez. Hatırı sayılır bir aranın ardından, Haşmet Topaloğlu ile birlikte kaleme aldığı ve başrollerini Manolya Maya, Laçin Ceylan, Şenay Aydın’ın paylaştığı Ayna Ayna ile dönüş yaptı yazar – yönetmen.

Antalya Altın Portakal, İstanbul gibi çeşitli festivallerden ödülle ayrılan yapım; amatör bir tiyatroda yolları kesişen, bambaşka hayatlar yaşasalar da benzer duygusal ve finansal çıkmazlar içinde hayallerinin peşinden giden, patriyarkanın ve giderek daha fazla muhafazakârlaşan bir toplumun içinde var olma mücadelesi veren üç kadın karaktere çeviriyor kamerasını. Dördüncü bir karakter ise -Söylemez’in ifadesiyle- şehrin, İstanbul’un ta kendisi.

Belmin Söylemez’den Ayna Ayna ve ardındakilerini dinledik.

“Kurmaca ve gerçeklik arasındaki etkileşim, filmin her aşamasında bana ilham verdi.”

Önceki filminiz Şimdiki Zaman’dan bu yana yaklaşık 10 sene geçti. Ayna Ayna da başlangıcı epey önceye uzanan bir film aslında. Sürecin uzamasını etkileyen neler oldu? Uzun bir zamana yaymak bir tercih miydi yoksa çeşitli engellerle karşılaştınız mı? 

Ayna Ayna‘nın öyküsü hayat ile iç içe, yaşadığımız atmosferden ve gerçek hikâyelerden beslenerek geliştiği için yazım süreci uzun sürdü. Bazen bir filmi yaparken bambaşka bir filmin karakterleri canlanır zihninizde. Ayna Ayna‘nın fikri de Şimdiki Zaman‘ın oyuncu seçmelerinde oluşmaya başladı. 

Şimdiki Zaman‘ı tamamladıktan sonra Bilge Olgaç ile asistanlık yıllarımı anlatan bir kısa belgesel yaptım: Bilge ve Öğrencisi. Bir taraftan da bu defa İstanbul dışında Ege ve Akdeniz kıyılarında geçmesini tasarladığımız bir film hikâyesi üzerine çalıştık. Destek için çeşitli fonlara başvurduk ancak maalesef sonuç alamadık. “Belki de zamanı değildir.” diyerek, o projeyi ertelemeye karar verdik. Bir yandan da Ayna Ayna‘yı geliştirmeye devam ettik. Filmin çekimlerini Şubat 2020’de tamamladık. Hemen sonrasında pandemi başladı. Araya pandemi sırasındaki kapanma süreci girince acele etmedik. Ben zaten filmin yazım ve çekimi kadar post prodüksiyon sürecini de seven, önemseyen ve titizlenen biriyim. Bunda biraz da kurgudan geliyor olmamın rolü var. 

Kurgucumuz Evren Luş ile filmin kurgusu üzerinde aralar vererek, dinlendirerek, uzun aylar boyunca çalıştık. Kurguyu takiben ses tasarımı (Fatih Rağbet, Eli Haligua) ve ses atmosferi üzerinde zaman geçirdik. Filmin müziği için Ekin Fil ile aralarla uzunca zamana yayılan bir çalışma yaptık ve Ekin karakterlerle, atmosferle bütünleşen bir müzik besteledi. Renk çalışmasını da James Norman ile yine  aynı şekilde, aralar vererek yaptık. Post prodüksiyon yaklaşık iki yıla yayılınca filmin seyirci ile buluşması 10 yıla tekabül etti.

Ayna Ayna her şeyden önce, sizin de söyleminizle “bir dayanışma filmi”. Üç kadın karakterin birbirlerine usulca tutunarak, yan yana durmayı seçerek inşa ettiği bir dayanışma. Perdede izlediğimiz bu kadın birliğinin arka planında oyuncularınızla kurduğunuz derin bir ilişki ve kendi hikâyelerini deneyimlemeleri için onlara açtığınız oldukça geniş bir alan var. Kamera arkasında başlayan bu dayanışma ve birlik olma hâli nasıl şekillendi?

Üç oyuncumla da karakterleri birlikte şekillendirdik. Şenay Aydın ile dostluğumuz Şimdiki Zaman filminin hazırlık aşamasına dayanıyor. Şenay bana Frida Kahlo üzerine farklı bir oyun tasarladığından ve onu oynamak istediğinden bahsetmişti zaten. Ne zaman ki onunla Pera Müzesi’nde açılan Frida & Diego sergisini dolaştık, (2011) o zaman zihnimde bundan bir öykü, bir karakter çıkarma düşüncesi oluştu. Fiziksel benzerliği dışında Şenay’ın Frida ile tutkuyla ruhsal bir bağ kurduğunu görmek beni çok etkiledi. Yıllar içinde Frida’dan hep bahsettik. Şenay’ın oyunculuğunun yanı sıra yazar yönünü de biliyordum. Frida karakterini oluştururken bizzat onun yazdığı şiirleri kullandık. Gerçek olan duyguları karaktere kattık.

Laçin Ceylan ile tanıştıktan sonra, tiyatrosunda verdiği oyunculuk kursuna misafir olarak katılıp izledim. O günlerde oyuncuları anlatan bu hikâyeye rüyaları nasıl dâhil edebiliriz diye düşünüyordum. İzlediğim ilk derste Laçin, kursiyerlerden rüyalarını canlandırmalarını isteyince, aradığım yanıtı büyülü bir tesadüfle karşımda buldum. O noktadan sonra hikâye merkezini buldu; taşlar yerine oturdu. Rüyalara ve hayal gücüne olan ortak ilgimiz bizi yakınlaştırdı. 

Atölyede farklı motivasyonları olan kursiyerler vardı. Onların beklentilerinin senaryodaki Aylin ve Fatih ile benzerlik taşıması da cesaretlendirdi. Bir yandan da Laçin’in oyuncu adaylarını yönlendirmesini, onlara oyunculuk sanatının temellerini anlatmasını izlerken Lale karakteri zihnimde şekillenmeye ve güçlenmeye devam etti. Çekim sürecine geldiğimizde Laçin bize tiyatrosunu açtı (Bitiyatro). Bu benim için çok değerli bir destekti. Lale için kendisine ait arşiv fotoğraflarını ve yine kendi yaptığı resimleri kullandık. Bu sayede Lale daha derinlikli ve gerçek bir karakter oldu. 

Manolya Maya zaten hazırlık sürecinden itibaren ekibin bir parçasıydı. Reji ekibindeydi. Oyuncu deneme çekimlerini yaparken iç sesim bana aradığım Aylin’in aslında yanı başımda olduğunu söylüyordu. Sinema tutkusu, yeni başlıyor olması, oyuncularla roller ve oyunculuk üzerine konuşması, sufle vermesi… İçimdeki sesi dinleyip Aylin rolünü teklif ettim. Manolya oyunculuk macerasına evet deyince birbirimize güvenerek ilerledik. Cast direktörümüz Erengül Öztürk, uygulayıcı yapımcımız Hülya Gürsoy, yardımcı yönetmen Serap Aydoğan, kostümde Meltem Balakan, sanat yönetmeni Görkem Canbolat, saç ve makyajda Pelin Türk, rejide Sinem Kanat… Onların varlığı da sette güçlü bir kadın dayanışması oluşturdu.

Oyuncuların kişisel deneyimleri, hikâyeleri ve hayallerine yer vermenizle birlikte gerçekliğin kurgudan beslenmeye başladığı, etki alanının genişlemeye ve dönüşmeye devam ettiği canlı bir yapısı da var filminizin. Kurgu ve gerçeklik arasında yaşanan bu karşılıklı etkileşimin sizdeki yansımaları nasıl oldu?

Bu çok güzel bir değerlendirme. Kurmaca ve gerçeklik arasındaki etkileşim, filmin her aşamasında bana ilham verdi. Özellikle de tiyatro çekimlerinde. Bitiyatro’nun karanlıktan aydınlığa, içerden dışarıya geçişlere, yani değişime elverişli bir mimari yapısı var. Bir taraftan İstanbul’un tam göbeğindesiniz ama bir taraftan da her şeyden kopuk ve uzak, kendi rüyalarınızla baş başasınız. Bu duyguyu en çok orada yaşadım diyebilirim. Filmin her süreçte alan açıcı bir yapısı olmasını önemsiyorum. Bu yapı çekimler bittikten sonra, kurgu sürecinde de şekillenmeye devam etti. 

Oyuncuların kişisel deneyimleri üzerinde çalışırken bunu oynayacakları role, karakterlerine aktarabilmelerini kolaylaştırmak / desteklemek için yaptığınız çalışmalar ve paylaşımlar nelerdi, nasıl şekillendi? 

İlk çalışmamız 2011 yılında Şenay ile Frida & Diego sergisini gezerken yaptığımız video çekimi oldu. Şenay’a  Frida üzerine duygu ve düşüncelerini, onunla nasıl özdeşlik kurduğunu sordum. Hem tabloları hem de Frida’nın portre fotoğraflarındaki yüz ifadelerini yorumlamasını istedim. Çok özel bir karşılaşmaydı. Tablolar ve fotoğraflar ile direkt ilişki kurmak, yüz yüze yorumlamak,  hayal gücünü besleyen bir çalışma oldu. Yaptığı özgün yorumlar, sonra şiirlerine de yansıdı. Şiirler için okuma provaları yaptık. Bit pazarında tezgâhı olan bir karakteri canlandıracağı için önceden Feriköy pazarında zaman geçirdi, çalıştı, prova yaptı. Oyuncuların mekâna aşinalık kazanmalarını önemsiyorum. 

Aynı şekilde Fatih’i oynayan Cengiz Orhonlu‘ dan da İMÇ’deki döşemeci dükkânında zaman geçirmesini, orayı tanımasını istedim. Çekimler başladığında Cengiz, İMÇ’ye uyum sağlamıştı ve dükkân sahibi de onu benimsemişti. Manolya ile Aylin’in geçmişine dair konuşmuştuk. Aylin’in gözünden bir günlük yazmasını teklif ettim. Yalnızca duyguları değil, günlük rutininde neler yaşıyor, öğrenci yurdundaki oda arkadaşları, kim arıyor, kurs… Manolya günlüğe sesleri, kokuları da  katarak yaratıcı bir yorum getirdi. Günlüğe duyuları da eklemesi onu Aylin’e yakınlaştırdı. 

Belgeselleriyle de tanınan bir yönetmen olarak bu filminizde de belgesele yakın, kurgunun gerçeklikten çokça beslendiği, gerçekliği keşfettikçe şekillenmiş bir yapı oluşturuyorsunuz. Bu anlamda oldukça sezgisel, belirsizliğe alan tanıyan bir yaklaşımınız olduğu hissediliyor. Akışkan ve açık bir tavırla üretiyor olmak, süreci keşfederek ilerlemek sizin için nasıl bir deneyim? 

Bu güzel tespit için teşekkür ederim. Açık ve esnek bir şekilde ilerliyorum ancak ekleyeceğim plan, sahne veya imge hikâyeye hizmet ediyor mu, yoksa bütünlüğü bozar mı diye mutlaka sorguluyorum. Bazen karşınıza çıkan gerçeklik büyüleyici olabilir; bazen de yanıltıcı. Büyülü derken gerçekliğin sürprizli, şaşırtıcı yanını kastediyorum. Siz bir hikâyeye konsantre olduğunuzda hayat onunla ilgili tesadüfler çıkarıyor yolunuza. Örneğin Frida karakterini yazarken hemen her gün onun bir imgesi çıkıyordu karşımıza; bazen bir duvar resmi, sık sık Frida çantası taşıyan biri veya Frida tişörtü giyen biri geçiyordu yanımdan. Bu tür karşılaşmalar bana devam etmek için motivasyon da veriyor. Şehrin merkezinde doğal belki ama şehirden uzak bir noktada Frida çantalı biri gelip yakınınıza oturunca bir işaret gibi geliyordu. Filmdeki “Frida her yerde.” cümlesi de buradan çıktı örneğin. 

Bu yaklaşım ile çekim yaparken ekip arkadaşlarınızı da benzer görüşte olması, uyum sağlaması çok önemli. Ayna Ayna‘da hazırlık sürecindeyken, görüntü yönetmenimiz Vedat Özdemir‘e belgesel unsurlar da kullanacağımızı, bazen sahne bitse de kayıtta kalacağımızı anlattım. Vedat çok iyi bir kurmaca görüntü yönetmeni olmasının yanısıra, geçmişte kısa filmler yapmış, belgesel sinemaya da açık biri. Ânı değerlendirmesini biliyor ve seviyor. Benzer bir bakış açısına sahip olduğumuz için karşımıza çıkan tüm sürprizli sahneleri değerlendirdi. Feriköy bit pazarındaki belgesel görüntüler buna en iyi örnek. Pazarın kuruluşu, pazar sakinlerinin günlük akışı, toplanışı… Gözlemci belgesel çeker gibi çektik. Defalarca gidip geldiğimiz için pazardakiler de varlığımızı kanıksadılar. Böyle olunca Frida karakterinin performans sahnesinde gelip geçenler, izleyenler, hayret edenler, aldırmayanlar; hepsi doğal gelişti. Kurguda bir kısmını -üzülerek de olsa- eledik zira önemli olan bu sahnelerin filmin bütününe olan uyumuydu. 

“Şehirde tek başına yürüyen kadın imgesinin çoğalmasını önemsiyorum.”

Filmde izlerini sürdüğümüz, dozu yavaş yavaş artan Osmanlıcılık geleneği ve karşısında konumlandığını söyleyebileceğimiz tiyatro ve sunduğu özgür alan, sizin için nasıl bir karşıtlık / ikilik ya da temsil oluşturuyor? 

Gelenekten ziyade bir öykünme var. Şekilci bir yaklaşım, yanlış veya kasten yanıltıcı bir aktarım. Bu da filmimizde, gitgide muhafazakarlaşan toplumda özellikle kadınlara dayatılan rolleri simgeliyor. Cariye rolü, anne rolü gibi. Osmanlı modası televizyon dizileri ile, padişah ve cariye kostümlü fotoğraf kabinleriyle, savaşçı kartonetleriyle, Hürrem yüzüğü ve kıyafetleriyle, düğünlerde çalınan dizi müzikleriyle  yıllar içinde popüler kültürün bir parçası hâline geldi; “aslan parçası” gibi deyimleri ile dilimize bile sirayet etti. “Cariyeni seç” gibi çocukların zihnini bulandıracak tehlikeli oyunlar türedi. 

Tiyatro ise rolleri bizim de seçebileceğimiz, sorgulayabileceğimiz bir kolektif üretim alanı. Anlamaya çalışan, tartışmaya açan bir sanat platformu. 

Toplum olarak yaşadığımız bu çelişkiyi Aylin ve Lale karakteri üzerinden anlatmak istedim.  Baskıcı babasından kurtulup bağımsız bir genç kadın olarak kendi ayakları üzerinde durmak istiyor Aylin. Osmanlı dizisinde cariye rolüne başvuruyor zira genç bir kadın oyuncu adayı olarak önünde fazla seçenek yok.  Tiyatro ise ona kendi sesini keşfetmesi, kendini ifade etmesi için bir alan açıyor.  Lale ise tecrübeli, tanınmış bir oyuncu ancak ona gelen rol seçenekleri de çoğunlukla anne rolleri ile sınırlı. Kendi bağımsız tiyatrosu ise ona istediği rolleri oynaması için bir sahne, genç oyuncular ile bir sinerji alanı sunuyor. Bir çeşit kurtarılmış bölge gibi. Bu nedenle Lale, tiyatrosunu ayakta tutmak için mücadele ediyor. 

Filmde karakterlere dair bilgilerin önemli bir kısmının da şehirle kurdukları ilişki yoluyla edinildiği söylenebilir. İstanbul, kadın karakterlerin adımlarıyla ve onların gözünden, perdede örneği sık görülmeyen bir forma bürünüyor. Şehre dair oldukça güçlü ve incelikli bir görsel anlatı karşımıza çıkarıyorsunuz. Böyle bir anlatı kurmaya dair motivasyon kaynaklarınızdan ve nihayetinde yaptığınız çalışmalardan biraz bahsedebilir misiniz?

Kısa film ve belgesellerimde de ilk kurmaca filmim Şimdiki Zaman‘da da İstanbul filmin karakterlerinden biridir. İstanbul’u, içinde yaşadığımız hâli ile anlatmaya çalışıyorum. Yürümeyi severim. Yürürken yeni yerler, imgeler keşfedip not alırım; fotoğraf çekip görüntülü bir günlük oluştururum. Ortak senarist Haşmet Topaloğlu ile senaryo sürecinde, filmde yer alan mekânlarda yürüdük, sahneleri oluşturduk. Filmde karakterlerin dolaştığı mekânlar İstanbul’un dokusunu taşısın, şehre ait eserler de olsun istedik. Örneğin Aylin’in Fatih’i İMÇ’de ziyaret ettiği sahnede önünden geçtiği, Bedri Rahmi Eyüboğlu’na ait İstanbul mozaiği gibi. 

Tıpkı benim yürüdüğüm gibi Ayna Ayna‘daki üç kadın da şehirde yürüsünler istedim.  Şehri onların gözünden keşfedelim. Alacakaranlıkta Karaköy kıyısı, aynalı cephesiyle Lütfi Kırdar, sanayii mahallesinin karanlık sokakları, merkezde bir park, karanlık bir alt geçit… Şehirde tek başına yürüyen kadın imgesinin çoğalmasını önemsiyorum.

Tabii bir yandan da şehrin kesitlerini, bu üç karakterin ruh hallerini, endişe ve umutlarını yansıtacak şekilde seçtim. Seyircinin sadece diyalogla değil, aynı zamanda değişen atmosferle de karakterlerin iç dünyasına yakınlaşmasını istiyorum.

Ayna Ayna’nın fikir olarak şekillenmeye başlamasından çekimlerin tamamlanması, hatta kurgu sürecine kadar yayılan zaman diliminde İstanbul’a dair nasıl gözlemleriniz oldu, şehri nasıl deneyimlediniz bu süreçte? İstanbul’daki değişim, filmi ve çekim sürecini nasıl etkiledi / şekillendirdi? 

İstanbul çok hızlı değişiyor. Zihninize film için not ettiğiniz bir köşe birkaç ay sonra çok farklı bir hâle gelebiliyor. Bunu bilerek mekânları ara ara kontrol etmek, çekim açısından esnek ve hazırlıklı olmak gerekiyor. Aslında benzer bir tecrübeyi yıllar önce de yaşamıştım. 34 Taksi belgeselinin çekimlerinde Osmanbey’de belirlediğim bir noktaya ertesi sabah gittiğimizde çok sayıda telefon kulübesi konmuştu. Mekân bir gecede değişmişti. Ayna Ayna için bit pazarında bir sahne çekmiştik. Devamını sonraki hafta çekecektik ama belediye pazarın bir bölümünün üstünü kapatmış, tezgahların dizilişini topluca değiştirmişti. Şehir sizinle hınzırca oyun oynuyor sanki. Ancak her değişim bu kadar masum olmuyor tabii. 

Film boyunca ya cariye ya anne rolünü seçmeye mecbur bırakılan kadınların bağımsızlıklarına, kendi varlıklarına ve seslerine sahip çıkmaya çalıştığı bir mekân ve sahne olarak karşımıza tiyatro çıkıyor. Tiyatro sizin için nasıl bir üretim alanına tekabül ediyor?

Özellikle bağımsız tiyatrolarda ekonomik olarak zorlu üretim koşullarına rağmen kadın hikâyelerinde bir çeşitlilik var. Tek kişilik oyunlardan çok sesli metinlere, biyografilere uzanan geniş bir yelpazede kadın karakterler ve öykülerini izlemek mümkün. Bu bence hem yönetmenler hem de oyuncular için motive edici, umut veren bir şey. 

Aylin, Frida ve Lale’nin hatta Fatih’in günlük hayatta verdiği mücadeleler; cinsiyet, etnik kimlik ve cinsel yönelim üzerinden maruz kaldıkları ayrımcılıklar ince detaylar üzerinden, hiç göze sokmadan ve yer yer mizahi bir tonla işleniyor. Oluşturduğunuz yavaş tempolu, sakin tonlu anlatı, baskıyla birlikte mücadelenin de her an yaşandığını gösteriyor aslında. Böyle bir dönemde perdeye taşıdığınız dayanışma ortamı ve mücadele anlayışı nasıl bir anlam / ifade buluyor sizin için?

Korkuları, endişeleri oluşturan baskıyı altını çizerek göstermek değil, günlük hayatta her an karşımıza çıkabilecek olaylar ve durumlar ile anlatmayı tercih ettim.  Dediğiniz gibi, karakterler her gün tekrarlanan bir mücadele ile karşı karşıyalar. Toplum tarafından olağan sayılan durumlar ve ön yargılar ile savaşmaya; onların yansımalarıyla, psikolojik etkileriyle başa çıkmaya çabalıyorlar. Her karakter kendini gerçekleştirmek için bir çıkış yolu arıyor. Bir araya geldiklerinde, kolektif bir üretimin bir parçası olduklarında dayanışma başlıyor. Birbirlerinden cesaret ve güç alıyorlar. Mizah ise o mücadelenin önemli bir parçası. 

Ayna Ayna’yı festivallerde izleme şansı bulamayanlar, yakın gelecekte filme erişebilecek mi?

Şimdilik daha çok festival gösterimleriyle seyirciye ulaşacağız. Yazın açık havada ekip katılımlı bazı özel gösterimler olması söz konusu. 2023 sonuna kadar başka festival olasılıkları da çıkabilir. Olabildiğince çok seyirciye ulaşmayı ve mümkünse öncelikle perdede izleyebilmelerini istiyoruz.