Bant Mag. No:35'ten // Ana akım sinemaya romantik bir güzellik: Karışık Kaset
Geçtiğimiz ayın sonlarına doğru vizyona giren, Bir Film’den tanıdığımız Tunç Şahin’in ilk uzun metrajlı filmi Karışık Kaset’i, başrol oyuncuları Özge Özpirinçci ve Sarp Apak ile senaryo yazarlarından Mert H. Atalay ve yazar-yönetmen Tunç Şahin’le konuştuk.
Moda’da bir pazartesi kahvesi için sözleştiğimiz Karışık Kaset ekibiyle filmin vizyona girmesinden hemen sonra bir araya geldik. Salonlardan ilk hafta sonu rakamlarının hâlen gelmekte olduğu bu güzide günde filmin heyecanına çoktan ortak olmuş olan bendeniz ve bir anda röportaj gününün ortasına bomba gibi düşen geveze dostum Zeynep, yazar/yönetmen Tunç, filmi Tunç’la birlikte yazan Mert ve başrol oyuncuları Sarp ile Özge bir araya geldik.
Koltuklara yayılıp hızlıca dedikodu yaptıktan ve azıcık ona buna salladıktan hemen sonra, uzun süre netleştiremediğimiz kahve seçimlerimizden çoğunlukla memnun kalarak, yudum yudum açıldığımız sohbetimizi koyulaştırdık. Uzun ve zevzek bir sohbetti, hepsini aktarmanın pek mümkün olamayacağı… Ancak burada olmayan birkaç detay, Bülent Emin Yarar’ı hep birlikte çok uzun bir süre övdüğümüz hayranlık dolu bir blog, bir müzik yazarı olan Ulaş karakterinin mouse-pad olarak kullandığı eski bir Bant sayısının filmde görünüp, duvarda kim ki o posterinin yer alması ve filmin detaylarında gezinip karakterleri didiklediğimiz pasajlar dışında, konuştuklarımız aşağı yukarı şöyleydi:
Melikşah: Hadi her şeyi en baştan kısaca özetlesene Tunç! Kitaptan bugüne kadar süren hikâye nasıl ilerledi?
Tunç: Filmin uyarlandığı kitabın yazarı Uygar (Şirin) benim 15 yıllık arkadaşım. Karışık Kaset projesi de ilk olarak Uygar Şirin’in elinde bitmemiş bir senaryo taslağı olarak duruyordu. Moda’da buluştuk bir gün Uygar’la, filmin yapımcılarından Ersan’la (Çongar) birlikte. Üzerine konuştuk uzunca, bazı notlar paylaştık birbirimizle. Üzerinden bir iki yıl geçtikten sonra Uygar hikâyeyi dallandırıp budaklandırdı ve kitaba dönüştürdü.
Özge: Ha, kitabı yazmadan önce bunun film olacağını biliyor muydu?
Tunç: Uygar bize (Bir Film) senaryolar yazıyordu. Daha önce de Ses’i (2010) yazmıştı. Başka ne yaparız diye konuşurken, bu da anlattığı fikirlerden biriydi. Bir miktar da yazılmış bir şeydi… Daha sonra kitap çıkmadan hemen önce okudum ve çok beğendim. Benim de bir sürü çekincelerim vardı. Okur okumaz aradım ve kitapla ilgili yaklaşık üç saat telefonda konuştuk. Epey bir övdüm, saydırdım filan ama aklımın ucundan bile geçmedi filmi yapmak. Daha sonra kitap çıktı, etrafımızdaki herkes okudu, sevdi. Ben o sırada başka bir projeyle uğraşıyordum ve şirketin gündeminde de bir Uğur Mumcu filmi vardı. Bir yandan da bu filmi çekecek birini arıyorduk.
O sıralarda benim kısa filmim Sadece Tek Bir Gün çıktı ve filmi de izledikten sonra şöyle bir şey olmuş: Engin (Ertan) Uygar’a, “Bu filmi Tunç çeksin işte!” demiş. Uygar da iyi fikir diye düşünmüş. Ve beni aradı. “Bunu sen çeksene” dedi. “Ciddi misin?” dedim ben de. Alıcı gözle tekrar okuyayım dedim ve sonrasında üç hafta sürdü bütün gidip gelmelerimiz. İlk etapta birlikte yazarız diye düşünmüştük, hattâ onun elinde bir ilk taslak vardı. Ama sonra başka yerlerden baktığımıza karar verdik senaryoya. Onun kafasında daha Before Sunrise, Sunset, Midnight serisi gibi bir şey vardı. Benim referansımsa daha The Great Expectations gibi bir şeydi.
Özge: Hmm o yüzden ben oynadım…
Tunç: Evet Türkiye’nin Gwyneth Paltrow’unu aradık aradık…
Melikşah: Bulamadınız herhâlde, Özge oynadı!
Tunç: Haha! Her şeyin biraz hızlı ilerlemesi gerekiyordu. Filmi 2014’te çekmeliydik. Hemen Mert’i aradım. Tek başına altından bu kadar kısa sürede kalkılabilecek bir iş değildi. Mert’le de çok uzun süredir arkadaşız ve film zevklerimiz birbirine çok yakın. Yaklaşık dört ay kadar bir sürede yazdık filmi.
Mert: Bir sürü versiyon yazdık.
Tunç: Evet ve 140 sayfadan sonunda 108 sayfaya düştü. Sonunda da bu iki oyuncu arkadaşı bulmamız gereken kıvama geldik.
Mert: Uygar’ın yazdığı taslaktan farklı bir yerde olduğumuza karar verince bir araya geldik ve konuşmaya başladık. Çok uzun süre konuştuk. Sonra zaten çorap söküğü gibi geldi benim için.
Tunç: Neyin hikâyesini anlatacağımıza karar verdik önce: Ulaş ve İrem’in hikâyesi. Sonra bütün buna paralel, Ulaş’la babasının ve annesinin arasındaki ilişki, ikisinin ilişkisine benzer olacaktı. Bu iki hikâyeyi anlatacağız ve yandaki hikâyeler, senaryo onlara ihtiyaç duymuyorsa filmde olmak zorunda değillerdi. Sonra birtakım duraklar belirledik. Yani film 1990’da 2000’de ve 2010’da geçecek ve atlamalar olacak. Sonra araları, kitabı da bir kenara bırakarak doldurmaya çalıştık. Bu filmin amacı da zaten üç tane birbirinden farklı akan kısa film seyrettirebilmek seyirciye. Yani izleyici sadece 2000’leri bile izlese tek başına keyif alması gerekiyordu. Bu nedenle her üç bölümün da kendi başı ve sonu olması gerekiyordu. Biz de ona göre yazdık.
Melikşah: Peki bu aynı zamanda bir risk de taşımıyor muydu? Sonuçta ana akım sinemanın sınırları içerisinde gezinen bir film elimizdeki ve bu, proje aşamasında da öngördüğünüz bir şeydi. Dolayısıyla filmin 1990’da geçen ilk bölümünün filmin iki başrol oyuncusunun da olmadığı bir 25 dakikadan oluşması ve tüm yükü, karakterlerimizin ergen hâllerini canlandıran iki genç oyuncunun oynaması çok riskli bir karar değil miydi sizin için?
Tunç: Valla bunu biz düşünmesek bile bizim için düşünenler vardı elbette.
Sarp: Benim için en önemlisi filmin çıkarları; Özge ve benden de Tunç’tan da Mert’ten de daha önemliydi ve bu yüzden zaten bu buluşmanın değeri çok büyük benim için. Yani hepimiz filme hizmet etmek için oradaydık.
Zeynep: Ya zaten çocuk oyuncular da o kadar iyiydi ki, filmin ilk 25 dakikasında hiçbirimiz nerede bu Sarp’la Özge demedik açıkçası… Arkadaşlar, siz kusura bakmayın tabiî…
Özge: Aynen öyle. Zaten Tunçların verdiği bu ilk 25 dakika kararının sorumluluğu biraz da beraberinde o iki çocuk oyuncunun çok iyi seçilip, çalıştırılması ve oynatılmasıyla olacak bir şeydi ve buna Tunç’un gerçekten gerekli zamanı ayırabilmiş olması çok iyiydi.
Melikşah: Bir de inanılmaz başarılı bir eşleşme vardı, kahramanlarımızın çocukluk ve gençliklerini oynayan oyuncular arasında. Hattâ galiba Özge’yi kendi çocukluğu oynuyordu!
Özge: Haha! Yani Aslıhan daha güzel açıkçası benim çocukluğumdan ve ben de asla öyle bir oyunculuk sergileyemezdim sanırım.
Tunç: Evet ben de bir saat önce söyleseydin inanmazdım buna ama! (NOT: Özge röportajdan önce yaptığımız kahvaltıda, ergenlik döneminde çekilmiş olan bir fotoğrafını gösterdi ve gerçekten ergenken çok da harika görünmüyordu, kendiyle barışıklığına sağlık.) Yani her iki karakteri de oluştururken tamamen anlaşılabilir olmaları, çocukluk dönemlerini de aynı şekilde sıralı bir akışla görmeyi gerektiriyordu.
Mert: Hızlı geriye dönüş ve hızlı ileri gidiş sahnelerinden veya dış ses kullanmaktan özellikle kaçındık.
Melikşah: Bir tek filmin girişinde var kısa bir dış ses galiba?
Mert: Evet bir de finale doğru, Ulaş’ın yazdığı bir yazı var, dış sesten de duyduğumuz.
Sohbet: Melikşah Altuntaş, Zeynep Ocak, Tunç Şahin, Mert H. Atalay, Özge Özpirinçci, Sarp Apak
Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:35’e ulaşabilirsiniz.