Başka Kayda Rastlanmadı: Heyecanı ve hüznüyle Reşad Ekrem Koçu’nun İstanbul’undan notlar

Röportaj: İlayda Güler

Tarihçi ve romancı Reşad Ekrem Koçu, kentin muazzam kütüğünü çıkarma arzusuyla ilk fasikülünü 1944’te yayımladığı İstanbul Ansiklopedisi’ni, 1951-1958’e rastlayan ekonomik yetersizlik kaynaklı ara haricinde uzun yıllar, büyük bir azimle tamamlamaya gayret etse de basılan son materyal, 1973’e tarihlenen “Gökçınar (Mehmed)” maddesi oluyor. 29 Ekim’e dek Salt Galata’da ziyaret edilebilecek Başka Kayda Rastlanmadı sergisi, popülerleşmeye başladığı 90’lardan bugüne türlü disiplinin merakını uyandıran İstanbul Ansiklopedisi’nin tasarım aşamasında kalmış maddelerini mercek altına alıyor.

Resmî tarih yazımının kurallarıyla ilgilenmeyen hâli, daha önce kimselerin belgeleme ihtiyacı hissetmediği acayipliklere duyduğu heves, çarpıtılmış gerçekliğinin yarattığı şüphe ve dahasıyla kendine mahsus pek çok özellik barındıran İstanbul Ansiklopedi’sinin öyküsü, kent yaşamındaki dönüşüm ve Reşad Ekrem Koçu’nun melankolisine dair de pek çok şey söylüyor. Beş yıllık arşiv çalışmasının sonuçlarından biri olan serginin programı Bülent Tanju, Cansu Yapıcı, Gülce Özkara ve Masum Yıldız tarafından kurgulanmış; tasarım ve prodüksiyonu ise Emirhan Altuner’e ait. Yaratıcı ekipten Gülce ve Masum’la konuştuk.

Reşad Ekrem Koçu ve ailesinin Göztepe’deki köşkü.

Yaşamını adadığı İstanbul Ansiklopedisi, aynı zamanda serzeniş gösterilerinin sahnesi Reşad Ekrem için. Öyle ki ilk basımından itibaren fasiküllerin arkasına iliştirdiği metinlerle okurlarına söylenmeye başlıyor. Onları “1560 lira sizin bir akşam balık pazarında yemek yiyip rakı içtiğiniz para; bir yıllık abone olabilirsiniz, niye olmuyorsunuz?” diye azara çekerken, bir yandan da aylık abone sayısını artırmak için Milli Eğitim’i, okulları, kütüphaneleri geziyor. Başladığı işi bitirebilmek, durmadan devam etmek istiyor.

Basılan son madde olan Gökçınar’ın yer aldığı fasikül yayımlandıktan sonra, ansiklopediyi yeniden diriltmek için 1973’ten 1975’e kadar defaatle; çeşitli girişimlerde bulunuyor, etrafından yardım talep ediyor. Hatta ona kaynak sağlaması adına -1950’lerin sonunda vefat eden ablasının ardından- Göztepe’deki babadan kalma köşkü, komşusu eski vali Fahrettin Kerim Gökay’a satıp, karşısındaki bir apartman dairesine yerleşiyor. “Öğrencisi ve ansiklopedide çalışmış biri olan Erdem Yücel, Reşad Ekrem’in köşke camdan bakıp hayıflandığını söylüyordu.” diyor Masum. Fakat tüm gayretine, fedakârlıklarına rağmen 1975’te, arzusunu gerçekleştiremeden hayatını kaybediyor Koçu. Arşivin seyahati de böylece başlamış oluyor.

1977’de oğlu, evlatlığı Mehmed Koçu, ansiklopedinin yazarlarından biri olan Enver Esenkova’ya satıyor arşivi. Esenkova’nın gayesi de ansiklopediyi devam ettirebilmek tabii. Kendisi bir yandan ders vermek üzere sık sık Almanya’ya yolculuk ederken, diğer yandan da Göztepe’deki dairede öylece bekleyen arşivi filizlendiği yere, Cağaloğlu’na, Ankara Han’a geri taşıyor ancak çabalar bir kez daha sonuçsuz kalıyor. 1990’ların başına rastlayan ölümünden önce materyalleri, eşi ve çocuklarına emanet ediyor.

Sıradaki durak, Esenkova’nın kızı Emine Gönel’in Levent’teki ofisi oluyor. Gönel’in annesi burada, çuvalların içinde dağınık olarak duran materyalleri Reşad Ekrem’in hazırladığı listelere göre tasnifliyor. Bir süre sonra felç geçirip vefat edince, belgeleri anne ve babalarının vasiyeti olarak çocukları üstleniyor. Hikâyeye Emine Gönel’in kızı da dâhil oluyor, hatta ellerinde ne olup bittiğini görmek için biraz taramaya da başlıyorlar bu süreçte; elbette hızlı, amatör bir uğraş bu. Gel zaman git zaman, işi hakkıyla yapabilecek kişileri aramaya başlıyor Gönel; İstanbul 2010’da Avrupa Kültür Başkenti seçildiğinde, İBB ile görüşüyor. O dönem Murat Bardakçı’nın yazılarıyla da gündeme gelen arşivin haklarını Doğan Kitap alıyor sonra fakat yedi yıl boyunca basılamayınca, adresi tekrar Emine Gönel oluyor. 

Takvimler 2014’ü gösterdiğinde Salt, YAZLIK: Şehirlinin Kolonisi adlı sergisi için yazlıklarda çekilmiş fotoğrafları toplamaya başlıyor. Çağrıya kayıtsız kalmayan Emine Gönel, araya Koçu arşivinin beklemekte olduğu bilgisini de sıkıştırınca, ışık görünüyor nihayet. Salt’tan bir ekibin arşivi görmeye gitmesinin ardından, devreye Kadir Has Üniversitesi de giriyor; 2018’de tüm hakları satın alıyor. Salt da bunun işlemesi, taraması, kataloglanması ve arşiv sitesinde online erişime açılmasını üstleniyor.

Gülhâne Parkı Cinâyeti maddesi.
Sureti hayali, kayda değmezler

Peki imkânların son derece kısıtlı olduğu bir dönemde bu denli kompleks, çok katmanlı bir mesainin sorumluluğunu alan Reşad Ekrem Koçu’nun alametifarikası neydi? Gülce ve Masum’a “Siz nasıl okudunuz, nasıl anladınız onu?” diye soruyorum. Serginin adına atıfta bulunarak, onu farklı kılan şeyin başka bir yerde kaydını göremeyeceğimiz kişiler ve mekânları bulup yazması olduğuna dikkat çekiyor Gülce. Suç haberlerini topladığından, senelerce bir cinayet haberini takip ettiğinden bahsederek, yönümüzü yeraltı İstanbul’una çeviriyor. “Asıl ilgisini çeken; ormanda yaşayan adam, kaçırılan Elif Güner, gündelikçi maddesinin içeriği, ilk vesikalı fahişe, dönemin Pirinççi Gazinosu gibi şeyler.” diyor. Hâl böyle olunca, üretimlerinin kendi hayatından da pek çok detay barındırması kaçınılmaz oluyor. Söz, sergide de yer alan Ablamın Kedileri başlıklı gazete yazılarına geliyor. 

İlk cümleleri, “Kalemi elime alınca ağlamaya başladım. On dört sene evvel bugünlerde kaybettiğim büyük insanı, ablamı şânına lâyık nasıl anayım?” olan bu dört makalede Reşad Ekrem Koçu; kedilerin huyunun suyunun, ne yediklerinin, nasıl sırra kadem bastıklarının ya da ne şekilde öldüklerinin bahsini detaylıca geçirerek yad ediyor çok sevdiği ablasını. Bahçelerindeki kedi popülasyonu epey büyükmüş; Masum şöyle anlatıyor: “En fazla olduğu dönem 42’ymiş. Ablamın Kedileri yazılarından birinde şundan bahsediyor: Köşkün arka, çayırlık tarafında ince bir araziyi, orada konut yapacak olan bir kişiye satıyorlar. O şeritte de ölen kedilerin mezarları varmış. Orayı satmaya karar verince, mezar işleriyle uğraşan birini çağırıyorlar ve bütün kedilerin mezarlarını çıkarıp, arazinin yanına tekrar gömüyorlar. Öyle bir hassasiyetleri var kedilere karşı.”

Öte yandan, İstanbul Ansiklopedisi’ni ya da romanlarını, aslında bütün tarihsel birikimini, gündelik hayattan parçaları birleştirerek oluşturmuş, buna hayatını adamış biri Koçu. “Hiç aklınıza gelmeyecek şeyler yapıyor.” diyor Gülce. Öğrencilerinin de teyit ettiği üzere, farklı mahlaslarla yazmak bunlardan yalnızca biri. Daha ziyade cinayet haberlerini kaleme alan Burhaneddin Ölker, Reşad Ekrem Koçu’nun ta kendisi muhtemelen. Gülce, Koçu’nun onları sürekli “Acaba bu gerçek miydi?” sorusuyla sınadığını vurgularken Masum genişletiyor: “Hüsnü Kınaylı kesin kendisi. Ahmet Bülent Koçu ismini kullanıyor. Ahmet Bülent Rek ismini kullanıyor baş harflerini kısaltıp. Mehmed Koçu ismini kullanıyor, evlatlığının. Mehmed Koçu asla yazmıyor, çok kişiden duyduk bunu.” 

Tahayyül Masası

Görsellerde de benzer bir saptırma hâli var. Reşad Ekrem’in fotoğraf değil de illüstrasyonu tercih etmesinin nedenini kurcalarken, yolumuz eski öğrencisi Erol Üyepazarcı’ya çıkıyor. Kendisi de aynı soruyu sorduğunda çizimin, fotoğrafınkinden daha iyi bir etki verdiği yanıtını almış Koçu’dan. Zira o dönemki baskı kalitesi yeterince iyi değilmiş. Ancak bu tercihin altında yatan en büyük neden: Manipülasyon. Hayalindeki karakterleri yaratmak için ilginç teknikler üretiyor Reşad Ekrem Koçu. 

Oğlu Mehmed Koçu, ansiklopediye yardım eden Şileli Mehmet adlı başka bir genç gibilerinin fotoğraflarını çektirip, onları farklı birileri olarak çizdirmek üzere Sabiha Bozcalıya gönderiyor. Fotoğraflara; yüzü bu vesikalıktaki gibi olsun, ayağına takunya giysin, başına fes taksın gibi çeşitli siparişler eklemek de alışkanlıklarından bir başkası. Örnekse varlığı bile şüpheli olan hippilerin yazarı ve muhtemelen müstear isim olarak kullandığı Mehmed Gökçınar, Reşad Ekrem’in aksine gencecik biri olarak resmediliyor; Şileli Mehmet’in fotoğrafı esas alınarak vücut bulmuş. “‘Arhavili Kayıkçı’ maddesi mesela. Bakıyorsun fotoğrafına, bu Mehmed Koçu diyorsun. Onun için güvenilmez bir tarihçi.” diye ekliyor Masum. Sergide, Salt Galata’nın birinci katına konuşlanmış Tahayyül Masası’nda buna benzer bir pratik yapmaları için ziyaretçilere de alan açılıyor; dileyenler ışıklı masaya bırakılmış kalemler ve yarı saydam kâğıtlar eşliğinde kendi çizimlerini üretebiliyor.

Beş yıllık yoğun bir çalışma sürecinin sonunda ortaya çıkan yaklaşık 40 bin belgelik arşivden küçük bir seçkiyle hazırlanan sergide, kullandığı tüm bu yöntemlerin yanı sıra Reşad Ekrem Koçu’nun derleme mantığını da okumak mümkün. Gülce, “Camilere, tarihi eserlere de yer veriyor ama onları İstanbul Ansiklopedisi’ni kaydetmek için meşru bir zemin yaratmak adına kullanıyor.” diyor. Masum ekliyor: “Bir sistemi var Reşad Ekrem’in. Camileri Hadikatü’l-Cevamiden, Tahsin Öz’den ve Ekrem Hakkı Ayverdi’den alıyor. Birbiriyle karşılaştırıyor ve yazıyor direkt; haklarında yeni bir şey söylemiyor. Neredeyse her maddenin sonunda bir şiir var. Hatta öyle bir hâle geliyor ki iki sayfa şiir var; sadece iki üç satır yazı var. Oradan da şunu anlıyoruz: Eline bu kişilerle ilgili halk şairlerinin yazdığı manzumeler geçiyor ve bunlardan o üç satırlık yazıyı çıkarıyor. Aslında eline geçen sadece şiir büyük ihtimalle.” 

İçli (İdris) portre çalışması.
Bir kentli dramı: Bekar uşakları

Ezcümle, Reşad Ekrem’i diğerlerinden ayıran şey, başka pek çok kaynaktan incelenebilecek tarihi eserlerden ziyade folklorun izini sürerek, dönemin ayak takımıyla, bekar uşaklarıyla ilgilenmesi. Sergi de -tek tük Samatya’da, Fatih içinde, Marmara kıyıları etrafında da bulunan- bu topluluğun yoğunlukla yerleştiği Galata ve çevresindeki yaşantılara odaklanıyor. Haliç’teki liman bölgesinde, bedenlerini kullandıkları işlerde çalışan bekar uşaklarının kendine ait bir nizamı var; paraları olsa bile mahallelere giremiyorlar. Serginin bölüm adlarından biri olan “Ancak İstanbul’da Evlenenlerdir ki İstanbul Halkından Sayılmıştır”, durumlarına dair pek iyi bir tarif. Masum ise şöyle anlatıyor: Beşiktaş’tan gidip bir ev alıp oturamıyor bekar birisi; barındırmıyorlar. Oradaki kahvelere, hamamlara gitmeleri yasak; öyle olunca kendi kültürlerini yaratıyorlar. Bu sefer bekar hamamları, çalgılı semai kahvehaneleri oluşuyor.”

Sandalcıysa kayıkhanenin üstünde, kahveciyse kahvehanede konaklayan bu işçi takımının yüzlercesinin oturma belgesi, Azapkapı’daki Çeşme Meydanı olarak işlenmiş zamanında. Anadolu’dan gelen hamalların, yatacak bir yerleri olmadığı için ikâmet olarak oradaki kahvehaneleri gösterdiklerini söylüyor Masum. “Bütün o kültüre, hamamlara, bahriyelilere, topçulara, tersanelerde çalışanlara ve onların gece hayatlarına; gazinolara, balozlara, koltuklara, -koltuk, o zamanki umumhanenin adı- orada çalışan insanlara yoğunlaşıyor. Ve onu bunlar heyecanlandırıyor.” diyor. Gülce ekliyor: “Evlenip, artık bir haneye ait olunca İstanbullu oluyorsun o nizama göre ama orada bir ironi var. Reşad Ekrem Koçu’nun İstanbul’u o değil. Aslında o nizama göre İstanbullu olmayanlar Reşad Ekrem Koçu’nun ilgisini çekenler.”

Bahsi geçen insanlara mesken olmuş bu semt etrafında şekillenen kent imgesini, anıları, öyküleri Salt Galata çekirdeğinde toplayan serginin mekânsal tasarımına dair ne tür kararlar alındığı merakıyla “Salt Galata’nın ev sahipliği, serginin biçimine nasıl yön verdi?” diye soruyorum. Gülce, bu kalabalık arşivi neresinden tutacaklarını, sergiyi nasıl kurgulayacaklarını düşünüp binada gezerken, hep pencere önlerini kullanmak istediklerini hatırlatarak; Reşad Ekrem’in ruh hâline atıfla Haliç manzarasının dönüşümünü izletmeyi amaçladıklarını söylüyor: “İstanbul’da her zaman bir yıkım var, bir değişim var. Reşad Ekrem Koçu’nun melankolisine yol açan, onu son döneminde üzen şey de aslında İstanbul’un yıkılması ve değişmesi.” 

Cem Dinlenmiş çizimleri. Soldaki İstanbul Hâtırası Resim Çekdirme, sağdaki Kulp (İbrahim) maddesi için.

Salt Galata’nın kafesiyle Robinson Crusoe 389 Kitabevi arasında kalan geniş cam yüzeylerin üzerine yerleşmiş Cem Dinlenmiş işi de bu fikri destekliyor; çizerden, İstanbul’a bugünden bakmamıza yardımcı olması istenmiş. Serginin renk kodlarıyla ayrılmış yedi bölümü içinden ekibin seçtiği maddeleri okuyup, ilgili renklere sadık kalarak onlara dair yeni illüstrasyonlar üreten sanatçının, daha ziyade arşivde görseli olmayan maddeleri tercih ettiğini söylüyor Gülce. Ziyaretçiler, Dinlenmiş’in elinden çıkan tüm çizimleri ve bölümlerin kat planı üzerindeki yerleşimlerini gösteren bir rehber poster de edinebiliyor burada. İzleyeni ilham ve merakla doldurduğu kadar camın ardında görünen manzarayla Reşad Ekrem Koçu’nunkine benzer bir melankoliye de sevk eden bu şeffaf duvar, oldukça güçlü bir ifade yaratarak serginin özetini yapıyor.

Koçu’nun sıkça uğradığı, hem fotoğraf topladığı hem de fotoğrafçılarını, sokaktaki gazete müvezzii çocukları çekmek için kullandığı duraklardan biri olan Fotosel’in hikâyesi, duygu durumunu anlamak için de doğru bir adres. Zira 1957-1958 istimlaklarından sonra Eminönü’nün yapısı hızla değişirken, kurban verilen mekânlardan biri de Fotosel oluyor. “Dolayısıyla hem Reşad Ekrem Koçu’nun haber toplama biçimine müdahale edilmiş hem de İstanbul’un hafızasını oluşturan bir fotoğraf stüdyosu kapanmış oluyor. İstanbul Ansiklopedisi dışında oranın başka kaydına da rastlayamıyoruz. Biz araştırırken başka hiçbir yerde Fotosel’le ilgili bir bilgiye ulaşamadık.” diyor Gülce. Masum ise dönüşümün yarattığı hüznün yazılarına da yansımasına giden süreci şöyle detaylandırıyor:

“Reşad Ekrem geçmişi anlatırken, ona direkt tanık olmadığı için geçmişteki değişim o kadar yormuyor onu. 1958’de ikinci ansiklopediye başladığında yedi yıl geçmiş ve İstanbul da değişiyor. Bir yandan da beraber yola çıktığı, İstanbul gezileri düzenlediği insanların çoğu vefat etmiş. Mekânlar da yok olunca, bir bunalıma giriyor ve bunu yazılarda görebiliyoruz. Her akşam evine, Göztepe’ye giderken, balık pazarının içinden geçip, orada yemeğini yiyip rakısını içip, sonra vapura biniyor. 1958’de orası ortadan kalkınca, bir hafızayı gözünün önünde yitirmiş oluyor.”

Çamaşırcı Güzeli Uzun Habibe maddesi.
Kaybın izi olarak melankoli

Koçu’nun melankolisine yol açan kayıplarını, bir tanıklıklar derlemesi olarak da tarif edilen İstanbul Ansiklopedisi’ne katkı verenleri biraz daha yakından tanımak istiyorum. Karşıma çıkan ilk kişi, arşivin folklor kısmına en büyük desteği vermiş Vasıf Hiç oluyor. Biri akranı, diğeri kendisinden önce yaşamış olan Üsküdarlı Âşık Razi ile Erzurumlu Âşık İbrahim’in belgelerini, şiirlerini, Âşık Razi’nin 84 sayfalık Evrak-ı Metrukiye’sini Reşad Ekrem Koçu’ya veren Vasıf Hiç, eski tulumbacı ve halk şairi. Masum şöyle anlatıyor: “Üsküdar’da Tabutçulariçi Kahvehanesi adında çalgılı bir tulumbacı kahvehanesi de işletiyor. Tabii orada sözlü tarih geleneğinin devamı olarak kendini görüyor ve belgeleriyle beraber Koçu’ya aktarıyor. Koçu da kendini, bu sözlü tarihin son temsilcisi olarak görüp, bunları yazıya geçiriyor; ansiklopediye, şehrin kütüğüne kaydediyor.”

Reşad Ekrem’in en çok örnek aldığı kişilerden biri, hocası Ahmet Refik Altınay; onun dilini benimsiyor. Ahmet Rasim’in Muharrir Bu Ya, Hamamcı Ülfet ve birkaç tane kitabından daha epey bilgi alıyor. Bunu, arşivdeki notlar bölümüne başlık, kitap adı ve sayfa numarası belirtip geçmesinden bildiklerini, kendine özgü çeşitli kodlar, kısaltmalar geliştirdiğini söylüyor Masum. Bu kişiler ölünce, kent de değişince bir sinirlilik hâli hasıl oluyor Koçu’da. Masum’un anlatımıyla: “Aslında ona tanıklık ettiği için o yeni garibanları sevmiyor. Şehir dönüşüyor ve başka birileri geliyor, o kendi ayak takımı gidiyor. Eskiden ayak takımına, 19.yüzyıldaki insanlara parmak sallayanların konumunda kendisini buluyor şehrin dokusunu bozuyor diye.”

İstanbul Ansiklopedisi’nde yukarıdaki uzmanların yardımlarından fazlası var; kentsel maddeler için sokaklara Hakkı Göktürk’ü gönderiyor; gönderemediyse 1934 Şehir Rehberi’ne başvuruyor Reşad Ekrem Koçu. Ünlü kişilerin hikâyelerinin çoğunu Ses Sanatçıları Ansiklopedisi’nden alıyor. Kamunun bilgisinden de yararlanıyor. Fasiküllerin sonuna formlar koyarak, “aziz okuyucuları”ndan etraflarındaki tarihi yapılar ve önemli şahsiyetlerle ilgili verileri paylaşmalarını istiyor. “Önemli” dediği, kayda değer bulduğu; mahallenin delisi, meczubu, hocası, bakkalı gibi kişiler tabii. Meyli olduğunu bildiğimden, gelen formlarla oynayıp oynamadığını soruyorum. Masum, yazıların dilini değiştirdiğini hatta ansiklopediye katkı verenlerden, sanat tarihçisi Semavi Eyice’yle arasının bu yüzden açıldığını söylüyor: 

“Semavi Eyice’nin yazılarını kendi diline göre değiştirip, aslında ansiklopediyi tek bir dilden çıkmış gibi yapmak istiyor. Diğerleri için de öyle ama Semavi Eyice, kişilik olarak buna karşı çıktığı için araları bozuluyor ve belli bir yerden sonra yollarını ayırıyorlar. Birkaç kişi daha ayrılıyor tabii böyle, ölenler haricinde. O da çok hırçınlaştırıyor Reşad Ekrem’i. Zaten ekonomik olarak zor durumda, bir de yazar kişiler de çekilince, bu sefer herkese yazarlık teklif etmeye başlıyor yalnız kaldığı için. Ondan sonra öğrencileri gelip yazmaya başlıyor. Erdem Yücel, fasikülleri ciltletmek için ofise gittiğinde ‘Yazar mısın?’ diye davet alıyor mesela.”

Mini Şort maddesi için kesilmiş kupür.

Resmî tarih yazımından oldukça ayrıksı bir pratik benimseyen Reşad Ekrem Koçu’nun yaşadığı dönemde kendi alanında nasıl karşılandığını, ne tür tepkiler aldığını merak ediyorum. Semavi Eyice’yi bir daha anarak, “Ansiklopediye çok fazla lüzumsuz şey aldığını ve bitmemesinin nedenlerinden birinin de bu olduğunu söylüyor. Ama bizce de bu lüzumsuz şeyler güzel olan. Ve sadece ekonomik nedenlerden değil, belki de bütün bu lüzumsuz şeyleri koymaya devam edeceği için bitmeyecek olması. Çünkü yaşlandıkça ve ansiklopedi ilerledikçe, tarihçilerin dediğine göre bu lüzumsuz detayları daha fazla almaya başlıyor.” diyor Gülce. Yazdıkları güvenilir olmadığı için klasik tarih formasyonunda nasıl kullanılacağı büyük bir soru tabii. Öte yandan, başka yerde kaydedilmemiş konulara bakmak için de değerlendirilebilecek tek kaynak. Gülce, “Diğer tarihçiler ne kadar güvenilir?” ya da “Anaakım tarih dediğimiz şey ne kadar güvenilir?” diye düşündürmesinin önemli olduğunu vurguluyor. 

Aralarında bunca vakit geçirdikten sonra hakkında konuşmaktan en çok zevk aldıkları, onları en çok şaşırtan ya da kişisel olarak en yakın hissettikleri bölüm veya materyalin ne olduğunu sorduğumda Masum, Vasıf Hiç’i işaret ediyor: “İlk zamanlarda gerçekten var mı diye her şeyi sorguluyorduk! Ve Vasıf Hiç’in maddesi, fotoğrafları çıktığında çok heyecanlanmıştım, gerçekten böyle biri var ve bunları Reşad Ekrem Koçu’ya getirmiş diye.” Gülce ise en çok güldüğü materyali paylaşıyor: “‘Nereye Gidiyorlar Bu Çocuklar, Küçük Delikanlılar, Kızlar ve Genç Kadınlar?’ bölümünde olan Hippi Howland var; İstanbul’a gelmiş. Bildiği tek bir Türkçe kelime var, o da ‘fark etmez’. Sadece onu bildiği için sinir krizi geçiriyor!” Masum ekliyor: “Cüzdanını falan da, her şeyini kaybediyor. Yazısı sonunda, ‘Bu kişi hakkında başka kayda rastlanmadı.’ diye bitiriyor.”

Sergi mekânından.
Sırada ne var?

Gülce’nin “Bizce bir kere gezilebilecek bir sergi değil ve hem arşivi hem de sergiyi başka şekillerde okuyabilirsiniz.” uyarısını aktarmayı bir borç bilerek, Medya İlişkileri’nden Zeynep Akan’ın bana, serginin buz dağının görünen kısmı olduğunu söylediğini hatırlatıyorum. Hâliyle son sorum: “Önümüzdeki günlerde bu projeyle bağlantılı başka nelerle karşılaşacağız?” Gülce, kamu programlarına dikkat çekiyor. “Melankoli ve Kent” adlı dört oturumluk açık ders serisinin ilki haziranda, Bülent Tanju önderliğinde “Malihülya: Muhitimize Bir Uyarlama Denemesi” başlığıyla yapıldı; Salt’ın YouTube kanalı üzerinden izlenebilir. İkincisi geçtiğimiz günlerde Ferda Keskin’in “Bir Melankoli Mekânı Olarak Ansiklopedi” adlı konuşmasıyla gerçekleşen dersler, eylülde Neslihan Şık ve ekimde Umut Tümay Arslan’ın yürütücülüğünde devam edecek.

Sergiye paralel etkinliklerden biri de dil atölyeleri. Gürbey Hiz’in temmuzda yapılan “Koçu İstanbul’unun Kelimeleri” başlıklı iki oturumunu ağustosta, Merve Ünsal’ın İstanbul Ansiklopedisi’nin dili nasıl çevrilir? temalı atölyesi takip edecek. Cins Adımlar’la Galata ve çevresinde toplumsal cinsiyete odaklanan şehir turları yapılacak. Eylülde başlayacak film programı ve erişime açılacak bir e-yayın da planlara dâhil. Hem arşivdeki malzemeyle hem de Reşad Ekrem Koçu’nun tarihçiliği ve önceden basılmış İstanbul Ansiklopedisi’yle ilgili yaklaşık 15 yazının olduğu e-yayın, tıpkı arşiv gibi her alana hitap edecek; Masum, katkı verenleri arasında müzikle ilgilenenin de mimarlık tarihçisinin de hokkabazları, cambazları, eğlence dünyasını yazanın da olduğunu ve arşivin tamamının, yaz bitmeden istanbulansiklopedisi.org adresi üzerinden erişime açılacağını umduklarını söylüyor. Son söz: “Bülent Tanju ve Cansu Yapıcı’ya selamlar!”

Reşad Ekrem Koçu.