Benzemez Dijital Sana: Cem Yiğit Üzümoğlu yanıtlıyor

Analog fotoğrafa adanmış Benzemez Dijital Sana sergisinin 15 katılımcısına sorduk: Sergideki fotoğraf(lar)ını nasıl anlarda, nerede ve ne hislerle çektiler? Analog fotoğrafçılık ve hissiyatı günümüz dijital dünyasında onlar için nasıl bir ayrışma taşıyor? Fotoğraf makinesinin arkasında olmak ne ifade ettiriyor? İç dünyaları fotoğrafladığı dış dünyalara nasıl yansıyor? Son zamanlarda kendileriyle ilgili keşfettikleri bir şey oldu mu? Önümüzdeki günlere dair paylaşabilecekleri ne gibi havadisler var? 

Cem Yiğit Üzümoğlu yanıtlıyor
“Kendimi fotoğrafçı olarak görmüyorum. Ben fotoğraf çekmeyi seven, üstüne düşünen okuyan, araştıran biriyim yalnızca. Bunun dışında yine bana göre fotoğraf çeken birinin kendi filmini banyo etmesi ve basması kadar heyecan verici pek az şey var.”

“Fotoğrafların ikisi 23 Nisan bayramında Fikirtepe’de çekildi ve ikisinde de çocuk değil yaşlı kadınlar var. Bir fotoğraftaki oturan teyzeye iyi bayramlar dedim ve bir anda hakaret etmeye ve beni dinsiz olmakla suçlamaya başladı. Gaza basıp uzaklaştım fakat 10 metre geçti geçmedi, motorsikletin aynasından diğer fotoğraftaki yansıyan teyzeyi gördüm ve durdum. O ne yaptığımı anlamamıştı. Aynadan onu çektiğimin asla farkında değildi. Sadece bana bakıyordu. Yansıma, teyze ve aynanın çerçevesinin oluşturduğu etki çok hoşuma gittiği için deklanşöre bastım.”

“Yansıma fotoğraflarından bir diğeri Heybeliada’da arkadaşımın evinde çekildi. Yıllardır görüşmediğim çocukluk arkadaşımla onun evinde buluştuk. Köpeği ‘Lily’ ile yaşayan devrimci bir filozof. Uzun süredir temizlenmemiş havuzundan yansıyan evinin fotoğrafı. Ev olması gerektiği hâliyle duruyor; suyun yansımasından çekilmiş olduğu izlenimi vermekten uzak. Fotoğrafı boydan boya kesen tahtalar ise havuzun çerçevesi. Su üstünde yüzen küçük yapraklar ise bulanık odakla birlikte eve ve fotoğrafa yanık bir hüzün katıyor.”

“Kırmızı olan fotoğraf evimin balkonundan çekilen bir gün batımı fotoğrafı. Gündüzün ve gecenin göğü ikiye böldüğü bir an. Yerde oturan ayakkabısız çocuğun olduğu fotoğraf karantina zamanında işimden ötürü haftasonu Karaköy’deyken çekildi. Karantina zamanı çok fazla dışarıya çıkmıyordum, çıktığım zamanlar fotoğraf çekmeye vakit ayıramıyordum çünkü maskeli kimseyi çekmek istemiyordum.” 

“Benim için analog fotoğrafçılığın en büyük önemi çektiğin poza daha çok değer vermeni, üstüne düşünmeni, gözlemlemeni, acele etmemeni ve hata yapmanın öğretici gücünün ayırdına varmanı sağlaması. Kendimi fotoğrafçı olarak görmüyorum. Ben fotoğraf çekmeyi seven, üstüne düşünen okuyan, araştıran biriyim yalnızca. Bunun dışında yine bana göre fotoğraf çeken birinin kendi filmini banyo etmesi ve basması kadar heyecan verici pek az şey var. Benim dijital fotoğraf makinem yok. Almayı da düşünmüyorum. Son dijital makinemi 60 yıllık bir Rolleiflex ile takas ettim.” 

“Cesur biri olduğumu söyleyemem. Fotoğraf çekerken de çok fazla yaklaşamam ve sohbet edemem. Fotoğrafları çektiğim anlar genel olarak bir iki saniyelik küçük ayarlamalarla oluşur. Objede oynama yapmam, lens değiştirmem, enstantane ayarım sabittir. Objektifim insana yönelmişse kameranın varlığını hissetmesini istemem. Varlığı filme yandığı haliyle yakalamaya çalışırım, yakalayamazsam da yakalamam.”

“Uzun süredir -çocukluğumdan beri- düşündüğüm bir şeye kendimce açıklık getirdim. Bunun analog fotoğrafçılıkla bağlamı oldukça kuvvetli. Şöyle ki bizler, bir imkânlar dünyasına doğuyoruz ve imkânların imkânları gün geçtikçe genişliyor, büyüyor ve erişilebilir hâle geliyor. Tarihsel olarak film fotoğrafçılığından dijital fotoğrafçılığa geçiş, böylece ışık hassasiyetinin tek bir tuşla değiştirilebilir olduğu, gündüz gece, siyah beyaz veya renkli çekim yapabilmek iyi bir örnek olabilir. Bu gelişim kendi başına oldukça cezbedici ve kimi zaman da çok faydalı olabiliyor. Ancak bizdeki bitmek bilmez gelişme, yükselme ve büyüme isteği -buna kapladığı fiziksel alanın dışına çıkma diyelim şimdilik- hem kişisel yolculuğumuza hem de bugün dünya içinde yürüdüğümüz zaman ve yola oldukça zarar verici olabiliyor. Benim uzun sessizlikler ve düşünce yumaklarından sonra kendi adıma verdiğim karar şu: Daha iyisi diye bir şey yok. Bir şey olduğu kadar vardır ve o şeyin imkânını kullanıp kullanmamak kişiye bağlıdır. Ben bilerek daha fazla imkânlı olan şeyleri tercih etmemeye karar verdim. Elbette yaşadığımız zamanda buna ne kadar karşı duracağımı göreceğim ama bu zamana kadar yeterince uyum sağladığımı düşünürsem değişikliğin vaktinin geldiğine inanıyorum.”

“Şu anda Yunanistan’da Atina ve Epidauros Tiyatro Festivali için bir tiyatro oyununda oyuncu olarak çalışmaktayım. Bir süre daha burada kalacağım gibi duruyor. Bu esnada bulabildiğim her vakitte Atina’nın uyuşturucu ve fuhuş sokaklarında yürüyor ve fotoğraf çekmeye çalışıyor olacağım.”

Benzemez Dijital Sana’yı İstanbul’un köklü fotoğraf stüdyolarından Tunç Fotoğrafçılık iş birliğiyle hazırladık. Serginin sanatçı seçkisi, fotoğraf sanatçıları Aylin Güngör ve Ayşegül Karacan tarafından belirlendi. Her sanatçıya Tunç Fotoğrafçılık’ın yeni ürünü olan NEVO filmden 2 adet verildi ve fotoğraflar bu filmlerle, sadece analog kameralarla çekildi. İçerik konusunda herkes tamamen serbestti. Benzemez Dijital Sana’yı buraya tıklayarak gezebilirsiniz.