Bir ikonu selamlıyoruz: Leigh Bowery

Frapan kostümleri, şaşalı sahne şovları ve kocaman kişiliğiyle sanat, moda ve eğlence dünyalarına daha önce görülmemiş bir yaratıcılık getirdi Leigh Bowery. Bu ikonik sanatçının hayatı, ölümünden neredeyse 30 yıl sonra çeşitli platformlarda tekrar taçlandırılıyor. 

Londra’da birçok sergi ve sanat etkinliğine ev sahipliği yapan Fitzrovia Chapel’de LEIGH BOWERY: Tell Them I’ve Gone to Papua New Guinea şovu güncel olarak sergileniyor, Bowery’nin kurduğu gece kulübünün ismini paylaşan 2002 çıkışlı Taboo müzikali de London Palladium’da tekrar sahnelenmekte. Etkinliklerin detaylarına ve Bowery’nin enerjinin, üretkenliğin hiç eksilmediği hayat öyküsüne beraber göz atalım.

Melbourne doğumlu Bowery, eğlence kültürünün gidişatını değiştirdiği Londra’da aslında sadece 14 yılını geçirmişti. Küçük yaştan itibaren piyano çalmaya başladı. Üniversitede bir sene süren moda okulu macerasından sonra, 1980’de “yeni bir şeyler görme isteği” içine sığmayınca her şeyi bırakıp aniden Londra’ya taşındı. Şehrin New Romantic akımına katılmış underground kulüplerinde görkemli makyajı, kostümleri ve aksesuarlarıyla kendine hızlıca isim yapan Bowery, o zamanlar geçimini bir kıyafet dükkanında çalışarak ve yer aldığı kot reklamlarıyla sağlıyormuş. On parmağında on marifet sanat insanı, yalnızca kendine değil Michael Clark Dans Kumpanyası için de kostümler tasarlamış; hatta öyle ki 1989’de bir Bessie ödülü bile kazanmış.

Bowery, kulüp sahnesindeki konumu sayesinde 1985’te, esasında bir parti olarak başlayan Taboo’yu gerçek bir gece kulübüne çevirmiş. Çok geçmeden şehrin en revaçta olan mekânlarından birine evrilen Taboo; uyuşturucu kullanımı konusundaki rahatlığı, cinsellikle ilgili kodları reddetmesi, poliseksüelliğe kucak açması ve moda rakipsiz olma iddiasıyla biliniyordu. Bowery, kulübün kıyafet kodu sorulunca “Ya hayatınızın buna bağlıymış gibi giyinin ya da hiç zahmet etmeyin” diyormuş. Leigh Bowery’nin onu defalarca çıplak resmeden Lucian Freud’la tanışması da yine Taboo’da olmuş. Freud, kostümleri için gövdesini bantlayan, maskeleri iğnelerle yüzüne tutturan modeli -ve ilham perisi- ile ilgili “Onun mükemmelce kaygısız cüssesini bir enstrüman olarak kullanabileceğimi hissettim; özellikle de o inanılmaz dansçı bacaklarını” diyor.

Taboo deyince akla onun zaman zaman groteske kaçan sahne performansları da geliyor elbette. Tasarımlarının yanı sıra Bowery’nin varoluşunun büyük bir kısmını, performans sanatçısı kimliği oluşturuyor. “İmza” isimli drag performansı, sahneye devasa bir kostümle çıkıp şarkı söyleyip dans etmesinden ve arkadaşı (sonradan eşi olacak) Nicola Bateman’ı doğurmasından oluşuyormuş. Bowery’nin hayranlarından Boy George, sahnenin sahte kan ve sosislerle kaplandığı performansın izleyici etkilemeyi veya tiksindirmeyi hiçbir zaman bırakmadığını söylüyor. 

Leigh Bowery ve Boy George

Geçtiğimiz ay 20. yaşını kutlamak için tekrar sahnelenmeye başlayan Taboo müzikalinin başrolünde de Culture Club’ın ikonik solisti Boy George’u izliyoruz. Günümüzde efsaneleşmiş gece kulubünde geçen oyunda hem bizzat George’un hem de Leigh Bowery ve Steve Strange gibi onun zamanının önemli isimlerine yer verilmiş. George sahnede Bowery’nin bazı onunla özdeşleşmiş kıyafetlerini ve “doğum” performansı gibi akıllara kazınmış gösterilerini de tekrar canlandırıyor. 

33 yaşında, AIDS nedeniyle yaşamını yitiren Leigh Bowery, dünyanın her yerinde yaratıcı enerjiyle dolup taşan, yüzde yüz kendi olmak isteyen herkese ilham olmaya devam ediyor. Hastalığının ağırlaştığı dönemde eşi Nicola’dan bunu herkesten saklamasını; hastalığa yenik düştüğünde ise yakınlarına onun Papua Yeni Gine’ye gittiğini söylemesini istemiş. “Fikirleriyle” hatırlanmak isteyen sanatçının şimdi Londra’nın göbeğinde kostümlerinin sergilendiği şovun ismi de (Tell Them I’ve Gone to Papua New Guinea) buradan geliyor: Papua Yeni Gine’ye Gittiğimi Söyleyin. Bowery’nin maskesinden külotlu çorapları ve eldivenlerine kadar bazı ikonik kostümleri Fitzrovia Chapel’in altın işlemeli çatısının altında birebir teşhir ediliyor. 

Yazı: Elif Öz