Henry Mancini müzikleri eşliğinde Bir Yaz Gecesi Festivali

Beykoz Kundura’nın, sinema ve müziği buluşturan etkinliklerle ziyaretçilerini İstanbul Boğazı’nın kıyısında keyifli yaz geceleri geçirmeye davet ettiği Bir Yaz Gecesi Festivali, bu yıl altıncı edisyonunu gerçekleştirecek. 29 Temmuz – 14 Ağustos’ta, iki hafta boyunca cumadan pazara sürecek festivalde, müzikleri Henry Mancini külliyatından çıkmış, Blake Edwards imzalı dört yapım, restore edilmiş kopyalarıyla Türkiye’de ilk kez gösterilecek. Biletler hemen burada.

Kundura Sinema ve Kundura Sahne önderliğinde düzenlenen festivalin bu seneki odağı: Amerikalı besteci ve prodüktör Henry Mancini. Cazın film müziklerindeki kullanımını yeniden tanımlayan isimlerden biri olan Mancini, uzun kariyeri boyunca 81 filmin müziğine imza attı; 20 Grammy ve dört Oscar ödülüne uzandı. 

1924’te ABD’de doğan Henry Mancini sekiz yaşındayken, bir İtalyan göçmen olan babasından öğrendiği flüt ve pikolo sayesinde tanışıyor müzikle. Aynı sene yine babası tarafından ilk kez sinemaya götürüldüğünde perdeye bakarken, filmler için müzik yazmak istediğini anladığını söylüyor sonraları. İlk gençliğinde big bandlerde piyanist ve aranjör olarak çalışıyor. Lise bitince New York’a taşınıp, Julliard Müzik Okulu’na kabul ediliyor ancak şehirde geçen bir yılın ardından -İkinci Dünya Savaşı esnasında (1943)- Hava Kuvvetleri’ne alınıyor. Hizmetini tamamladıktan sonra yerleşmeye karar verdiği Los Angeles’ta serbest müzisyenlik macerasına atılıyor. 

1952’de Universal Studios’un besteci kadrosuna dâhil oluyor Mancini. Burada müziklerini tasarladığı bir dizi B film aracılığıyla zanaatını derinlemesine keşfediyor; deyim yerindeyse iyice pişiyor. Yıllar sonra bir biçimde işsiz kalıyor fakat giriş izni korunduğu için bir gün yemek yemek ve saçlarını kestirmek üzere stüdyoya gidiyor. Hikâye, aslında tam burada başlıyor. Kuaförden dışarı doğru attığı birkaç adım, Peter Gunn adlı TV serisini planladığı toplantısı yeni bitmiş Blake Edwards’ı çıkarıyor karşısına ve ikilinin uzun süreli dostluğuna giden yol böylece açılmış oluyor.

Breakfast at Tiffany’s (1961)
Mancini – Edwards ortaklığının meyveleri

Henry Mancini ve Blake Edwards güç birliğinin ilk büyük başarısı, 1961 yapımı Breakfast at Tiffany’s (Tiffany’de Kahvaltı). Truman Capote’nin aynı adlı novellasından uyarlanan yapım, dönemin New York sosyetesine yakın durarak sınıf atlamaya çalışan çılgın, görünürde neşeli ama aslında yalnız bir karakter olan Holly Golightly’nin, yan dairesine taşınan genç bir yazara âşık olmasıyla değişen hayatını konu ediniyor. Tüm zarafeti, ikonikleşmiş stili ve baş döndüren oyunculuk performansıyla Audrey Hepburn başrolde. Bir de bizzat kendisinin sesinden dinlediğimiz, unutulmaz “Moon River” şarkısı… 

Mancini’ye ilk Akademi ödülünü getiren parçanın söz yazarı Johnny Mercer’dan “huckleberry friend” dizesini dinlediği gecenin anısına dair şunları söylüyor müzisyen: “Arada bir, o kadar doğru bir şey duyarsınız ki tüyleriniz ürperir. Bu sözlerin nasıl bir etkisi olduğunu bilip bilmediğini veya sadece aklına gelen bir şey olup olmadığını bilmiyorum ama heyecan vericiydi.” Romantik komedi türünün başyapıtlarından biri olan Breakfast at Tiffany’s, 13 Ağustos’ta Beykoz Kundura’da izlenebilecek.

A Shot in the Dark (1964)

Mancini – Edwards ikilisinin en bilinen işi desek yeri olacak Pembe Panter serisinin ilk iki filmi, 1963’e tarihlenen The Pink Panther (Pembe Panter) ve 1964 yapımı A Shot in the Dark (Karanlıkta Bir Çığlık) da 29 – 30 – 31 Temmuz’da Bir Yaz Gecesi Festivali kapsamında gösterilecek. The Pink Panther, Peter Sellers’ın canlandırdığı sakar polis müfettişi Jacques Clouseau’nun, dünyanın en büyük elması olan Pembe Panter’in peşindeki meşhur mücevher hırsızı Phantom’ı yakalamaya çalışırken içine düştüğü gülünç durumlara götürüyor izleyeni. 

Jenerikte ilk defa karşılaştığımız çizgi karakteri ve Henry Mancini’nin imzası olmuş tema müziğiyle de akıllarda yer ettiği şüphesiz tabii. Mancini, filmin unutulmaz bestesini aslında çok tatlı ve sofistike bulduğu Sir Charles Litton namıdiğer Phantom karakterini hayal ederek yazmış. İlhamını, rolü canlandıran David Niven’ın parmak uçlarında sinsi sinsi dolaştığı birkaç sahneden alan tema müziği, Pembe Panter’in çizgi karakteriyle buluşunca tarihe derin bir iz bırakmış. Romantik melodileri ve çarpıcı açılış sekansı ile hafızalarda kalan A Shot in the Dark’ta ise bu kez Paris’i mesken tutan Jacques Clouseau, bir sosyete cinayetinin izini sürüyor; başından yine birbirinden absürt olaylar geçiyor. 

The Party (1968)
Slapstick komedinin zirvelerinden

Blake Edwards, Henry Mancini ve Peter Sellers’ı bir arada anınca çoğunluğun aklına gelen ilk şey Pembe Panter filmleri oluyor muhtemelen. Üçlünün bu seri dışındaki ilk ve tek buluşması olan 1968 tarihli The Party (Tatlı Budala), özellikle iki dünya savaşı arasında yaygınlaşan abartılı güldürü türü slapstick komedinin en iyilerinden biri olarak gösterilmekte. 12 Ağustos’ta Bir Yaz Gecesi Festivali’nin perdesinde olacak.

Bu kez Pembe Panter’in baş kahramanı Jacques Clouseau kadar sakar olan Bollywood oyuncusu Hrundi V. Bakshi ile tanışıyoruz. Uzun uğraşlar sonunda bir Hollywood filminde kendine bir rol kapmayı başaran Hrundi, seti havaya uçurduğu için kovulduğu işin yapımcısının partisine yanlışlıkla davet edilince olanlar oluyor. The Party’nin, yönetmen Blake Edwards tarafından sessiz sinema dönemine yapılmış bir tür saygı duruşu olduğunu da söylemeden geçmeyelim. 

Koro vokalleri, sitar, gitar ve korno melodileriyle örülmüş film müzikleri Shelly Manne, Plas Johnson, Jimmy Rowles ve Jack Sheldon gibi dönemin önemli müzisyenlerinden oluşan bir caz grubu tarafından kaydedilmiş. Yerinizde küçük küçük sallanmaya çağıran “Nothing to Lose” parçası ve Henry Mancini’nin zihninden çıkmış daha nice yaratıcı beste, aynı adlı koleksiyonda.

Yazı: İlayda Güler