Mutlu hayatlar!: Serpil Altın ile distopik tasavvuru Bir Zamanlar Gelecek üzerine

Röportaj: Zelal Buldan

“Bir yer altı toplumundaki aile dinamiklerine dair karanlık ve komik bir distopya hikâyesi” olarak tanımlanıyor, Serpil Altın’ın -vizyon yolculuğu devam eden- ilk uzun metraj projesi. Türkiye’de bir kadın bilim kurgu ve distopya yönetmeni tarafından yönetilmiş ilk uzun metraj yapım olan Bir Zamanlar Gelecek, iklim krizi ve kıtlık sebebiyle yeryüzünün yaşanılmaz hâle geldiği bir zaman dilimini betimliyor. “Kıtlık Kanunları”nın hüküm sürdüğü, dolayısıyla yeni her hayat karşılığında yaşlı nesilden birinin yok edildiği bir sistemde; beklenmedik bir bebek haberi, bir ailenin hayatını köklerinden sarsıyor. Eş senaristliğini ve yapımcılığını Korhan Uğur’un yaptığı filmin oyuncu kadrosunda ise Selen Öztürk, Çağdaş Onur Öztürk, Ayşenil Şamlıoğlu ve Sukeyna Kılıç varlık gösteriyor.

Proje aşamasından itibaren özgün ve yenilikçi bir film deneyimi sunmayı amaçladığını söyleyen yönetmen – senarist Serpin Altın’la buluştuk, filme dair merak ettiklerimizi kurcaladık. Yaratıcı süreci nasıl yürüttüğünden öykünün gerçeklik duygusuyla ilişkisine, nesiller arası etkileşimlerin düşündürdüklerinden “mutlu olabilmeyi seçebilme”ye, çeşitli başlıklara temas edildi.

Bu röportaj, Bir Zamanlar Gelecek’i henüz izlememiş olanlar için kimi sürprizleri bozabilir.

“Hayalim, absürt tiyatroda kullanılan oyunculuk metodunu filmimize taşımaktı. Tek mekânda geçen bir film için bu seçim riskli olsa da kurduğum dünya için bunun en doğru tasarım olduğunu düşünüyorum. Tüm oyuncularımız da bu hayali en güzel şekliyle yerine getirdi.”

Merhaba, öncelikle “Mutlu hayatlar!” diyerek başlamak istiyorum. Filmin fragmanını ilk olarak sinemada izlediğimde arkadaşımın kulağına eğilip “Buna mutlaka gelelim.” demiştim. Fragmanlardan etkilenerek film seçen biri olmadığımı da belirtmek isterim. Fragman, bizlere âdeta yeni ve özgün bir film izleyeceğimizin sözünü veriyor. Sence bana veya bir başkasına bu filmi merak ettiren sebepler nelerdir? 

Mutlu hayatlar! 

Seyircimizde merak duygusu uyandırabildiysek ne mutlu bize!  Merakının sebebi, muhtemelen yeni ve farklı bir izleme deneyimi yaşayacağını hissettiğin içindir. Maalesef ülkemizde uzun süredir hem sinemada hem de dijital platformlarda ticari kodlar üzerinden üretilen içeriklere maruz kalıyoruz. Türkçe konuşan yeni içerikler, çölde su bulmak gibi hissettiriyor.

“Hayatımda şöyle bir olay yaşamasaydım bu filmi yapamazdım?” dediğin bir ânın var mı? Şöyle de değiştirilebilir: “Hayatımda şöyle bir olay yaşamasaydım sinemacı olmazdım.” 

Çocukluğumda Tatlı Cadı dizisinde Samantha’nın burnunu oynatarak her şeyi yapabilmesini izlemeseydim, sinemacı olmayabilirdim. Bence sinema yapmak da tam olarak böyle bir duygu. Hayal ettiğiniz hikâyeleri ve dünyaları burnumuzu oynatarak olmasa da ekibinizle birlikte çalışarak kuruyorsunuz. Seyircide farkındalık yarattığınızda dünyalar sizin oluyor.

Pandemide herkes eve kapandığında, başka bir deyişle doğanın insandan kurtulduğu dönemde doğadaki olumlu değişimi görmeseydim; Bir Zamanlar Gelecek: 2121’i yapmayabilirdim. Bu durum motive edici bir güç yarattı. Doğanın asla insana ihtiyacı yok ama bizim ona ihtiyacımız çok.

Türkiye’deki bilim kurgu filmlere bakınca çok fazla örnekle karşılaştığımız söylenemez. Yapılan filmler veya diziler de genellikle “ikna edicilik” konusunda eleştiriliyor. Sen yarattığın evrenin ikna sınırlarını çizerken nelere dikkat ettin? Bu konuda kaygılandığın seçimlerin oldu mu?

Bu harika soru için çok teşekkür ederim. “100 yıl sonra dünya nasıl bir yer olur?” sorusuyla bu evreni yaratırken en hassas olduğum konu, gerçekçilik duygusuydu. Bu konuyla ilgili oldukça başarılı olduğumuzu söyleyen övgüler alıyoruz. Hatta Güney Kore’den aldığımız En İyi Bilim Kurgu ödülümüzün jüri açıklamasında, “Benzersiz gerçekçi dünyasıyla…” ibaresi geçiyor. Filmin evrenini yaratmadan önce -hikâye anlatımı olarak filmde görünmese bile- bir sürü soruya cevap aradık ve bulduk. Koloninin toplam kaç kişi olduğundan tutun da eğitim sistemine, çamaşırların yıkanma şeklinden yeryüzünün son hâline kadar detaylandırarak yazdık ve çizimler yaptık.

Bütçesizlik ya da acil karar vermek zorunda kaldığım anlar nedeniyle uygulamada eksik ya da mutsuz olduğum ve kaygılandığım aksesuarlar oldu. Artık film bittiği için, bitmiş bir işin üzerine yapılacak bir şey yok ama bu eksikler daha sonra çekmek istediğim projelerim için tecrübe kazanmama yardımcı oldu.

Karakterlerin hakkında yaratım sürecinizde hayal ettiklerinin ne kadarı çekim aşamasında içine sindi? Yürüyüşleri, gülüşleri, konuşmaları ilk hayal ettiğin resme ne kadar yakındı? Bu konuda oyunculara ne gibi yönlendirmelerin oldu? 

100 yıl sonra yer altında yaşayan insanların hareketleri ve hayata bakışları sınırlı olmalıydı. Filmi yazma aşamasında da karakterler için hep aynı duyguyu içimde tuttum. Bu yaşam şeklinde insanları ikiye ayırdım: Yeryüzünü daha önce görmüş olan yaşlı nesiller ve yeryüzünü hiç görmeden yeraltında doğup büyümüş olan orta ve genç nesiller. Büyükanne yaşlı neslin temsilcisi olarak duyguları olan, hayvanları ve doğayı görmüş ve özlem duyan biriyken; kadın, adam ve çocuk bu duygulardan yoksun, yaşamı yapay dünyalarının ve sistemin öğrettikleri ile sınırlı yaşayan bireylerdi. Filmden önce oyuncularımızla yaptığımız çalışmalarımızla bu düşüncemi ilettim. Çok beğendiler ve üstüne geliştirici fikirlerini paylaştılar. Onlara referans filmler ilettim. Hayalim, absürt tiyatroda kullanılan oyunculuk metodunu filmimize taşımaktı. Tek mekânda geçen bir film için bu seçim riskli olsa da kurduğum dünya için bunun en doğru tasarım olduğunu düşünüyorum. Tüm oyuncularımız da bu hayali en güzel şekliyle yerine getirdi. Sevgili Selen Öztürk filmdeki performansıyla İtalya’dan En İyi Oyuncu Ödülü ile döndü. Sevgili cast direktörümüz Selim Bahar da ABD’de  En İyi Oyuncu Seçimi Ödülü aldı. Bu başarılar benim için inanılmaz mutluluk ve gurur kaynağı. Tüm oyuncularımızın ve ekibimizin ellerine sağlık.

Filmin en sevdiğim yanlarından biri, ölüm ve doğumun iç içe geçmiş hâliydi. Nesiller arasındaki dengelerin bu eksende işleniş biçimine dair düşündüren çok fazla detay vardı. Seni bu başlığı merkeze almaya iten sebep ne oldu? Genç nesil, orta nesil ve yaşlı neslin 2024’teki ilişkisini nasıl yorumluyorsun? 

Kuşak çatışmaları her yüzyılda yaşanan ve yaşanmaya devam edecek nesiller arası bir uyumsuzluk. Benim anne ve babam ile aramda neredeyse yarım asır vardı. Bu kuşak çatışmasının içinde büyüdüm. Bu da gözlem yeteneğimi geliştirdi. Pandemi döneminde tüm dünyada yaşlıların çok yalnız bırakıldığını düşünüyorum. “Zaten işe yaramıyorlar bir de devletlerin üstüne yük oluyorlar.” gibi bir anlayışın varlığı beni çok rahatsız etti; bir gün bu düşünceye sahip olanlar da yaşlanacaklar çünkü. Sadece bugün varmış gibi yaşamak insanlık için, doğanın denklemi için çok hatalı bir bakış açısı.

Genç nesil, orta nesil ve yaşlı neslin 2024’teki ilişkisinin birbirinden daha da uzaklaşmış olduğunu düşünüyorum. Yaşadığımız yüzyıla henüz isim koymamış olsak da bence teknoloji çağını yaşıyoruz. İnsanları bireyselliğe iten, kapitalist sistemin ateşini körükleyen bu çağ hepimizi birbirimizden uzaklaştırdı. Görüntülü görüşme vs hayatımıza girmiş olsa da birbirimize dokunmadan, birbirimizi hissetmeden ilişkilerin yakın olduğunu nasıl söyleyebiliriz?

Film yeraltında geçiyor ve oraya “ana rahmi” benzetmesi yapılıyor. Yer üstüne çıkabilmek için cennet dünyanın hazır olması gerekiyor. Bütün görsel motifler de bu bütünselliği destekler nitelikte birbirini tamamlıyor. Benim için finaldeki elma sahnesi bütün bu ilmek ilmek işlenen metaforların birleştiği an oldu. Senin için filmdeki en tamamlayıcı sahne hangisi?

Sen cümlelerinle o kadar güzel yakalamış ve ifade etmişsin ki bunun üzerine işin anlatıcısı olarak benim yorum yapmam büyük haksızlık olur. Benim tamamlayıcı sahnem, sizin kendi birikimlerinizi filmde hissetmiş olmanız.

Filmin evreninde sistem her şeyi biliyor, görüyor ve duyuyor. Seyirci olarak tam da karakterlerin özel bir alanı olmasını dilediğim bir anda yer altının da altına, yaşlı neslin gizli bölgesine iniyoruz. Bütün o duygusuz evrenin içinde kısa bir kaçamak yapmak çok iyi hissettiriyor. Aslında hem yaşlı nesilden hem de orta nesilden bir karakterin de ilk kez gerçekten içini gördüğümüz bir an oluyor. Ben o alanı umudun ve hayallerin odası gibi algılıyorum. Senin için o sahnesin anlamını öğrenebilir miyim?

Senaryoda mekân ismini yazarken yapımcım ve eş senaristim Korhan Uğur ile bu mekânı “büyükanne gizli oda” olarak tanımladık. Bu tanımdan yola çıkarsak hepimizin ruhunun dehlizleri ve içinde saklı tuttuğu duyguları vardır. Bu oda tam anlamıyla seyircinin kendi gizli odası olsun istedim. Günümüze göndermeler olan bir sürü aksesuarın yer aldığı oda, aynı zamanda orta nesil kadın karakterimizin kendi duygularını keşfettiği bir oda. Yeraltında doğup büyümüş biri, yeryüzünden saklanmış bir çeyiz sandığı buluyor gibi. Seyircinin içinde saklı tuttuğu sandığı gibi…

Filmin bütün yolculuğunu düşündüğünde en çok zorlandığın kısım hangi durak oldu? Aynı yolculuğa bir daha çıksam farklı yapardım dediğin bir kısım var mı? Değiştirmek istediğin bir replik, sahne, dekor, kostüm veya mesaj?

Bitmiş bir şeyin üzerine konuşmak, benim inancıma göre çok doğru değil. Yeni üretilecek yolculuklar için zaman kaybı yaratan, huzursuz bir durum. Elbette ders aldığım ve tecrübe ettiğim kısımlar var. Seyircide karşılığını gördüğüm ve görmediğim yerlerden öğrendiklerim var. Başarısız olduğum yerler var. Doğru olan bundan sonraki yolculukta onları bilerek, özümseyerek ve hatırlayarak en doğru adımları seçmek. 

Sence nedir mutlu hayat(lar)?

Mutlu olabilmeyi seçebilmektir. Çünkü aslında mutlu hayat, Godot’u beklerken, Godot’u beklememektir.

Seni heyecanlandıran ve bizi heyecanlandıracak yeni projelerin var mı? 

Bir Zamanlar Gelecek aslında bir konsept ve bir üçleme. Çok önceden Korhan Uğur ile birlikte yazdığımız Bir Zamanlar Gelecek: 2071, “Genç Devrim” ve Bir Zamanlar Gelecek: 2222, “Cennet Dünya” filmleri var. Ama bu filmler yüksek bütçeli işler olduğu için finansman arayışımız devam ediyor. Bunların dışında arada çekmek istediğim, diğerlerine göre bütçesi daha makul, sürpriz bir iş yazıyoruz. Yine risk ve cesaret gerektiren bir iş. Umuyorum onu bitirdiğimizde de bu keyifli sohbetimiz gibi onu da konuşabiliyor oluruz.