Duygudurum: Bryan Ferry – Mamouna (Deluxe)

Yazı: Utkan Çınar

1994 çıkışlı Bryan Ferry albümü Mamouna, geçtiğimiz haftalarda yayımlanan genişletilmiş versiyonuyla tekrar gündemimize geldi. Üzerine altı yıl çalışılmış olan albümdeki parçaların farklı aşamalarından eskiz ve demo kayıtlarının da yer aldığı 28 parçalık akışıyla, ortaya çıkışındaki kırılmaları da gözler önüne seren toplama vesilesiyle Mamouna ve hissettirdiklerinden bahsetmek istedik.

Başlamadan açıklamalar yapmak zorundayım. Öncelikle ne kadar haddime olmasa da Patrick Bateman* gibi yazmak isterdim bu yazıyı. Bir de açıkçası o dönemleri çok dinlememe ve etrafından da dolaşmama rağmen Roxy Music’e hiç ilgi duyamadım. Bilmiyorum belki bana hiç estetik gelmeyen o konser kıyafetleri (fazla glam) olabilir. 2021’de bize çok iyi bir The Velvet Undergorund belgeseli veren Todd Haynes’in 1998 tarihli ve kanımca hakettiği ilgiyi alamamış filmi Velvet Goldmine için kurulan The Venus in Furs isimli grubun (Radiohead’den vokalist Thom Yorke ve gitarist Jonny Greenwood, gitarda Suede’den Bernard Butler ve Roxy Music’in nefeslicisi Andy MacKay) muhteşem “2HB” coverını ve orijinalini dinleyince Eno etkili özgün fikirlerini anlamıştım ama işte, keyif için dinlemek gelmiyor içimden. Bryan Ferry’nin, Brian Eno ile 20 yıl aradan sonra bir araya geldiği ve 1994’te altı yıllık bir stüdyo aşamasından sonra yayınladığı albümü Mamouna ise öyle değil.

İlk şarkı “Don’t Want to Know”un ilk saniyeleri zaten enteresan bir işle karşıya karşıya olduğumuzu gösteriyor. Dinamik bir açılış; özellikle funky gitarların altında dönen minör synthler şarkıya belirsiz bir hava katıyor ki bu his de Ferry’nin sesine, tutumuna gayet uyuyor. Albüm boyunca vokalinin zaten homojen şekilde enstrümanlardan ayrı durduğunu da düşünürüm. İkinci şarkı N.Y.C., benzer bir devam hâli. Hafif oyunbaz, proto-Daft Punk – Get Lucky gibi. Ama açıkçası albümün en zayıf numarası. Koleksiyonun en çok bilinen şarkısı diyebileceğimiz “Your Painted Smile”ın da bir “parliament pazar sineması” havası var. Tabii bu 90’lardan kalma bir benzetme ama açıklamaya kalksam açıklayamam. Bir kere o şarkının havasını hatırlıyorum sadece ama arkasından hep merakla beklediğimiz sinema şaheserleri (ve yer yer gürültü Hollywood aksiyonları) arka arkaya oynatıldığı için pozitif bir etkisi olmuş üzerimde. Albümle aynı adı taşıyan “Mamouna” ise aslında sample’lamaya çok açık, funky (bu lafı çok kullanacağım), bol efektli bir gitarın üzerine tekdüze bir numara. Eno’nun kanımca birkaç sene önce U2’yla yaptığı -ki onların da en beğendiğim albümleri olan- Achtung Baby ve Zooropa’daki çalışmalarının etkisi var üzerinde. Az hızlandırıp, vokalleri Shaun Ryder ile değiştirip, biraz da maracas ekleyip parlatsak; gayet güzel bir Happy Mondays şarkısı olurmuş gibi. “The Only Face” perküsyon güdümlü, hafif ambient gitar ve synth ile biraz da oryantal hissi olan, Ferry’nin de vokalinin de iyi performans verdiği bir şarkı.

Kanımca albümdeki en ilgi çekici, en zaman dışı şarkı sıradaki “The 39 Steps. Yani ben diyeyim Automat, siz deyin geç dönem Massive Attack, NIN. Elektroniğin günümüzdeki farklı dallarına çokça etkisi olduğunu düşündüğüm şarkı, albümün prodüksiyonunu Ferry ile beraber yapan; solo albümlerini, gitarcılığını da ayrı sevdiğim Robin Trower’ın gitarını da eline aldığı, Nile Rodgers ile ritmik, funky atışmaları ve güçlü ritim treniyle bir elmas. Canımın sıkıldığı nokta ise; albümün 2007’deki yeniden sürümünde yer alan, şarkıyı daha da yükselten Brian Eno remiksinin son toplamada olmaması. Açıkçası anlayamadım. Müzisyenlere girmişken 25 yıla yakın Tom Petty’nin davulculuğunu yapan Steve Ferrone, yine dönemin revaçta ismi Nathan East, Roxy Music’ten gitarist Phil Manzanera, Pino Palladino, Maceo Parker gibi isimlerin katkıları mevcut albümde.

Which Way to Turn ise Bryan Ferry denince akla gelen şarkılardan olmalı. Sophisti-pop yazıyor albümün türü için Wikipedia’da. Öyleyse, sophisti-pop’un zirvelerinden biri bu. Neredeyse new age stili klavyeler; krautrock vari ritimler… Bir de lead melodiyi veren gitar riffi, dönemin gitar soundlarını düşündüğümüzde de çok kuru ve farklı. Bu arada albümde Which Way to Turn (Ne yöne dönmeli?) Where do We Go From Here (Buradan nereye gidilir?) gibi sözler çınlıyor. Uzun yapım sürecini düşünürsek, bu sözlerin o dönem stüdyoda da bolca çınladığını da farz edebiliriz. Bir de nedense “Which Way to Turn”ü hep 1980’lerden bir Mann veya Friedkin filminde duymuşum gibi düşünürdüm. Böyle Miami Vice’ta falan çalarmış gibi. 

Gemini Moon” da The 39 Steps’in damarında. Bowie’ye yakışırmış gibi. Hatta biraz da Peter Gabriel’i, Elbow’u hatırlatır bana. Bryan Ferry ile ilgili derdim ise; bu şarkılara çok giden bir sesi olduğunu düşünmüyorum. Farklı bir vokalle büyük bir hit olabilirmiş sanki. Yine de albümün güzelliklerinden. Başka bir sophisti-pop (söyledikçe güzel geliyor) uzmanı Paul Weller’ın The Style Council dönemi sounduna da yakın. Albümdeki tek ortak beste (Ferry-Eno) “Wildcats Days” de bir elektronik dans şarkısı gibi başlıyor. Yenilerden Jamie xx’in işleri gibi. Bazı öğeleri bana Eno’nun 2014’te Karl Hyde (Underworld) ile yayımladığı Someday World albümünü de hatırlattı. Bu tarz işlerle gerçekten bir “Eno soundu”nun ne olduğunu da vakıf olabilirsiniz. Flood Magazine’de bir eleştiride okuyup beğendiğim bir lafı da bu şarkı için iletmeliyim: “Çakma Bond teması”. Ama bu da güzel.  

Albümün deluxe esprisi ise; Proje Horoscope ismiyle ilk başladığı dönemde yapılıp daha sonra vazgeçilen kayıtlar. Mamouna demolarının yanı sıra ikinci bir albüm daha dinliyor. Orada da bu son Mamouna versiyonuna girebilecek şarkılar var: “Loop de Limesela o enerjide bir şarkı (Daha parlak bir prodüksiyonla 2014’teki Avonmore’un açılış şarkısı oldu sonradan). “Your Painted Smileın 1989’dan kalma ilk draftı mesela yine rahatça krautrock sınıfına sokabileceğimiz çok keyifli bir deney. Zaten bu tekrar yayınlarda demolar varsa çok mutlu olurum. Müzisyenlerin şarkılarının nereden nereye geldiğini paylaşmaları hem büyük hizmet hem de cesurca. Bir bitmemişlik hissiyle “Raga ve “The 39 Steps”in çok ham hâli olan “Robot” sıradanlar. “The Only Place”in de 1989’dan enstrümantal versiyonu orijinalinden daha ilgi çekici.

Son olarak, evet yer yer Bryan Ferry vokaliyle ilgili derdim olsa da tüm şarkıların bestecisi ve baş prodüktör olduğunu da unutmamalı. Şarkıların tınıları, tüm kayıt Ferry’nin külliyatında çok yükseklerde olması gereken bir kalitede. Altı yıllık ara, o hareketli dönem için uzun bir kariyer molası. 1973’ten beri Ferry’nin ilk kez Brian Eno ile bir araya gelmesinin yarattığı bir alışma süreci ve heyecan olsa gerek. Bu yüzden değeri çabuk anlaşılamamış olabilir. Genelde işlerin bu kadar uzaması iyiye alamet değildir ama burada işe yaramış. Bu albüm 1994’te yayımlanmadan birkaç ay önce Kurt Cobain’in öldüğünü ve bu olaydan üç gün sonra da Oasis’in ilk 45’liğinin yayımllandığını söyleyelim. Albümün çıkış haftası da 1970’ten sonraki ikinci Woodstock festivali yapılmış. Dönemin popüler müzik evrenini de hatırlamak lazım. Tutarlı bir sonik palete sahip albümün dönemine göre eski tınlaması aslında eğlenceli bir durum. Mamouna hem eski tınlayabiliyor hem de modern. Her şey bir yana kış aylarına, yağmura, karanlık havalara iyi eşlik edebilecek bir albüm.

*İşin esprisi bir yana; Bret Easton Ellis’in başyapıt romanı American Psycho’nun baş karakteri Bateman; sevdiği müzisyenlerin kapsamlı kariyer değerlendirmelerini yapar. Çok da eğlencelidir. Ellis ise bunları yazmayı; ”Bu bölümlerin kitapta yer alacağını biliyordum ama aslında angaryaydı; Whitney Houston’ın hayranı değildim ama o dönem diğer herkes hayranıydı. O, Genesis ve Phil Collins, Huey Lewis and The News… Bu eleştirileri kitaba yerleştirmek üzerinde en çok uğraştığım işti. Yazması en zor bölümler. O ay bayağı perişandım.” 20-25 yıl önce okuduğumdan beri aklımdadır bu bölümler. Bateman’ın takıntılı ama dürüst yaklaşımı Mamouna’ya da yakışırdı. Bir psikopatın seveceği müzikler ne olurdu diye 4-5 yılda bir beyin fırtınası yapmak lazım belki de.