Cannes izlenimleri: Wes Anderson filmi Asteroid City

Yazı: Melikşah Altuntaş

Prömiyerini 76. Cannes Film Festivali Ana Yarışma bölümünde gerçekleştirilen dev oyuncu kadrolu yeni Wes Anderson filmi Asteroid City’de yönetmenin hayranları ile sinemasına düşman olanları nasıl bir macera bekliyor, anlatalım…

Amerikan bağımsız sinemasının nevi şahsına münhasır ustalarından Wes Anderson’ın kariyerinin başlarında yarattığı heyecan ve filmlerine karşı seyircilerin hissettiği merak ve çekim duyguları zamanla yön değiştirmiş ve Anderson’ı bir sinemacı değil simetri hastası bir tasarımcı ilan edenlerin sayısı hayli artmıştı. 

Kariyerinin özellikle son döneminde çektiği filmlerinde, bir araya getirdiği geniş oyuncu kadrolarının ihtişamına fazla kapılıp, iki boyutlu karakterler yaratmaya başlayan; dolayısıyla izleyicilerin de bu karakterlerle bağ kurmasını güçleştiren, informatif yanı dramatik yanından ağır basan senaryolara imza atma tuzağına düşen yönetmenin son işi Asteroid City de bu eğilimden nasibini alıyor.

Kurgu içinde kurgu şeklinde bir anlatıya sahip film, tıpkı bir önceki Wes Anderson filmi The French Dispatch’te olduğu gibi odağına yerleştirdiği malzemenin oluş aşamasını da senaryo kurgusuna dâhil ediyor. 1955 yılında hayalî bir Amerikan kasabasındaki bilim fuarına katılan çocuklar ve onların ebeveynlerini merkez alan bir bilim kurgu hikâyesini canlandıran oyuncular, bu hikâyenin yazarı ve yönetmeninin üretim süreci Asteroid City’nin esas anlatısına dönüşüyor. Bu anlamda Asteroid City, oyuncularına oyunun içindeki oyunda rol veren bir meta film aslında.

Film içinde filmin mantığını kavrayabilmek Wes Anderson’ın bu filmde karşımıza çıkardığı tek zorluk değil. Asteroid City aynı zamanda yönetmenin Isle of Dogs ve The French Dispatch’teki gibi karmaşık yan hikâye ve karakter detaylarıyla dolu bir örüntüyü takip edebilmeyi de filmden alınacak seyir zevki için şart koşuyor. Açıkçası bu takibi yorulmadan gerçekleştirebilmenin bir yolu yok gibi. Zira Wes Anderson kadrajın her yerini simetrik bir düzen ve onlarca ufak ayrıntıyla bezediğinde; aynı zamanda hem çerçevenin kendisine hem merkezde yer alan oyuna ya da oyunculara hem de kimi zaman bu tabloda yazan yazıya bakmak gerekiyor ki bunu tek bir seyir zamanı üzerinden gerçekleştirebilmek imkânsız. Bu noktada yaklaşık iki saat boyunca eksik hissetmeye gönüllü bir izleyici olmaya ve yönetmene gönülden bağlı bir kabulle hareket etmeye zorlanıyoruz. Başta sözünü ettiğim ayrışma ve Wes Anderson sevmek ya da sevmemek de tam bu noktada devreye giriyor. Anderson rüştünü çoktan ispat etmiş bir yazar – yönetmen olarak müdanasızlıkta bir beis görmüyor ve dışarıda bırakılanlar Wes Anderson sinemasını, suratlarına yapıştırılan süslü bir pasta olarak nitelendirmekten kaçamıyor.

Tüm bunların yanında Asteroid City, anne kaybıyla baş etmeye çalışan bir çekirdek ailenin yasla yüzleşme sürecinin de hikâyesi. Film içindeki filmde her duygu büyük büyük sahnelenirken, bir yandan da içinden çıkılamaz bir duygu, aynı işin yazarı tarafından tanımlanmaya çalışılıyor. Kendi özel hayatında da sevgilisi tarafından terk edilen yazar, meta filmde eşine veda etmeyi becerip bir başka kadına yeniden bir şey hissedebilme ihtimalinin varlığına kapı aralıyor. Çocuklar da kendi yaslarıyla farklı şekillerde hesaplaşmaya çalışıyor ve fondaki bilim fuarı, devletin uzaylı politikaları ve diğer detaylar yasın evrelerinde verdiğimiz tepkileri aynalıyor. 

Asteroid City bir oturuşta sindirilebilecek ve tüm detaylarına hâkim olunabilecek bir film değil kesinlikle. Hatta ilk seyir biraz sahneler boyunca karşımıza çıkan oyuncuları fark edip eğlenme, bazı görsel esprileri keşfedip gülme gibi davranışlara yönelik bir tecrübe gibi ilerliyor. Ancak özellikle Jason Schwartzman ile Margot Robbie’nin benzersiz bir etkiye sahip karşılıklı sahnesinden sonra filmin esas meselesi nihayet gün yüzüne çıkıyor. Hemen ardından tüm oyuncuların hep bir ağızdan tekrar tekrar “Uyuyakalmazsan uyanamazsın” diye haykırmasının da anlamı iyice belirginleşiyor. Wes Anderson kaybın içinden çıkabilmenin mağrur ve sarkastik bir umuda tutunmakla, bu kâbustan tam manasıyla uyanabilmenin en az bir kez uykuya dalabilmekle mümkün olabileceğini nazikçe fısıldıyor Asteroid City’de.