Cosmic Crooner nasıl Cosmic Crooner oldu?

Röportaj: Hikmet Demirkol - Fotoğraf: Lin Bartraij

Geçtiğimiz yıl MIX Festival’a konuk olan Hollandalı müzisyen Cosmic Crooner, nostaljik bir coşku yaşatan parçaları ve çarpıcı sahne şovuyla PSM Loves2Gather serisi kapsamında 9 Mart’ta Zorlu PSM %10 Studio’da. Biletler hemen burada.

Konser öncesi buluştuğumuz Cosmic Crooner (gerçek adıyla Joep Meyer) ile en baştan günümüze bir kısa film çekercesine kariyerini konuştuk. Bugün sanatının altına attığı imzayı aslında 4 yaşlarındaki bir anısıyla bağlayarak başladı anlatmaya. Çocukluğunda büyük bir Elvis Presley hayranı olduğunu söylerken gözlerinin içi parlıyor; ailesi ve yakın arkadaşlarına her imkân bulduğunda bir Elvis şarkısı söylerek sanki sahnedeymiş hissettiğini anımsıyor. Şarkılarındaki 60’lar ve 70’ler havası da ilk dinleyişte net bir şekilde o döneme götürüyor. Bu tılsımın nerden geldiğini çok net anlamış olduk. 

Yine de sound konusunu biraz daha mercek altına almak iyi olur düşündüm ve sordum; Cosmic Crooner’a ilham olan, yol gösterenler kimlermiş öğrenmek istedim. Joep, bu sorunun yanıtı için epey zorlandı. İlham aldığı birçok isim olduğunu belirtirken, üzerindeki en büyük etkinin Serge Gainsbourg’a ait olduğunu söylüyor. Kendisinin alametifarikasının tek şarkıda kişiyi hem güldürüp hem de ağlatabilmesinde saklı olduğunu ve hâliyle durumun onu çok şaşırttığını tekrarlıyor. 2017 senesinde Paris’teki eski bir Art Deco sinemasında Jane Birkin’in Gainsbourg şarkılarını seslendirdiği konseri asla unutamadığını anlatıp; Gainsbourg’un evinin yakın zamanda müzeye döndüğünü ve bir an önce gitmek için sabırsızlandığını itiraf ediyor.

Cosmic Crooner’ın müziğinde hisli ve gizli bir duygusallık yattığını düşünüyorum. Böyle şarkıları yapan birinin hayatının fonunda ne olduğunu hep merak etmişimdir. Müzisyen bu konuya, kendisiyle en çok da şarkı ürettiğinde gurur duyduğunu söyleyerek başlıyor. Üstelik insanın kendisiyle gurur duymasının çok da kolay bir meziyet olmadığının farkında. Zihnini rahatlatmak için her zaman bir şeyler yazma ihtiyacı hissettiğini de itiraf etti diyebilirim. Kendi kendine terapinin diğer adı Cosmic Crooner için müzik yapmak anlayacağınız.

Geçtiğimiz mart ayında Cosmic Crooner ilk albümü The Perks of Being Hypocrite’i yayımladı. Dinleyicisinin tepkileri karşısında çok duygulandığını söyleyen Meyer, hayranlarının favorilerinin sürekli değişmesinden ötürü ayrıca mutlu. Albümdeki kişisel favorisi de neredeyse her gün değişiyormuş; söyleşiyi yaptığımız günün şarkısı “Bolero”ymuş mesela. Ona kendisini Jacques Brel gibi hissettimesinden aşırı hoşlandığını da not düştü.

Cosmic Crooner şarkılarının incelikli söz yazımı da bir başka övgü sebebi. Joep kendi sözlerine bakınca, son albümünde yer alan “Reflexopolis”in ayrıştırıcı bir yanı olduğunu hissediyormuş. “Getting caught in a dream, two missed calls from the hotline- suspense comedy’” (Bir rüyanın içinde kalmak, yardım hattından gelen iki cevapsız çağrı – gerilim komedisi) satırlarının altını çiziyor.

Röportaj için hazırlanırken yeni albümün hazırlıklarının neredeyse bittiğini öğrendim. Albümün stüdyo hâlinin bile onları inanılmaz heyecanlandırdığını belirterek; 60’lı ve 70’lı yılların Brezilya müziğinden çok ilham aldıklarını da bir ipucu olarak verdi. Eğer her şey yolunda giderse albümden ilk tekliyi bu sene yayımlamayı hedefliyorlar, duyurulur. Belki 9 Mart’taki Zorlu PSM konserinde yeni şarkılardan da birkaç tane çalabilirlermiş hatta.


İlham havuzu: Cosmic Crooner

Joep Meyer’i biraz daha yakından tanıdığınızda kendisinin tam bir film müziği hayranı olduğunu anlıyorsunuz. Birçok röportajında film müziklerine ne kadar takık olduğunu okumuştum, favori üç film müziği sıralamasını almadan bırakmak istemedim. Zorlansa da ilk sırada Ennio Morricone’nin The Sicilian Clan müzikleri, ikinci sırada Alain Goraguer’in La Planete Sauvage müzikleri, son olarak ise Jean Constantin’in Le 400 Coups müziklerini listeledi. 

İlham kaynakları alabildiğine geniş biri Cosmic Crooner. Geçtiğimiz yıl onu en çok etkileyen filmler, kitaplar ve albümlere dair merakımı gidermeye edebiyat kanadından başladı. Yakın zamanda bitirdiği Albert Camus’nun Düşüş / The Fall romanından çok etkilenmiş. Amsterdam’da geçen bu felsefi romanı, henüz okumamış olanlara büyük bir heyecanla tavsiye ediyor. 1959 tarihli François Truffaut filmi Les 400 Coups’u ancak 2023’te izlediği için çok pişmanmış. Böylesine büyüleyici bir filmin büyüklüğünü anlatmaya uygun sıfatlar bulamıyor. 2023’ün getirdikleri bölümünü Brezilyalı müzisyen Jorge Ben Jor’un 1974 senesinde yayımlanan A Tabua De Esmeralda albümüyle noktalıyor. Ne kadar çok dinlese de bu albüme asla doyamıyormuş.

Röportajı güzel bir hayal çevresinde toparlamayı çok severim. 10-20 sene sonraya ışınlandığında neler olmasını arzuladığını sordum. Yanıtı şöyle: “Yaratmak için ilham bulabilmeye devam etmek ve hâlâ şarkı yapabiliyor olmak.”