Yaratıcıları ile “Eastern Punk: Echoes of Punk in Istanbul” üzerine
Les Benjamins’in sonbahar / kış 2024 koleksiyonu Eastern Punk‘tan hareketle hazırlanan Eastern Punk: Echoes of Punk in Istanbul adlı kısa belgesel, geçtiğimiz günlerde gerçekleşen prömiyerin ardından YouTube’da erişime açıldı. Türkiye’de punk tabirinin ilk izlerinin sürüldüğü 70’lerin sonlarından 2020’lerin dinamik gençlik sahnesine kadar uzanan zaman aralığında mekik dokuyan bir kurguya sahip 25 dakikalık anlatı; kişisel anlatıları, canlı konser deneyimlerini ve İstanbul’daki punk kültürünü etkileyen daha geniş kültürel arka planı yakalıyor.
Bant Mag. ekibinin araştırma ve röportaj danışmanı olarak katıldığı bir sürecin çıktısı olan Echoes of Punk in Istanbul’un ardındakileri anlatması için yapımcı Rana Uludağ, yönetmen Eren Yıldırım ve ses tasarımcısı Fosil’in (Berhan Yıldız) kapısını çaldık. Sohbetimize çekimlerden kamera arkası görüntülerinin yanı sıra filmin 1 Aralık’a dek Bant Mag. Havuz / Bina’da devam eden eşilkçi sergisinde yer alan Emre Gargu imzalı fotoğraflar eşlik ediyor.

Fotoğraf: Ömer Deniz Pınar

Fotoğraf: Ömer Deniz Pınar
Eastern Punk: Echoes of Punk in Istanbul, nasıl bir motivasyonla ortaya çıktı? Hangi sorulara yanıt aramak istediniz bu filmle? Süreçte nasıl yeni sorular eklendi havuza?
Berhan: Aslında olay projeye başlayışımızdan daha eskisine dayanıyor. Projeyi konuşmaya ilk başladığımızda aylardan temmuzdu diye hatırlıyorum. O ay Eren’le buluşup bu belgesel için konuşmamız gereken insanların listesini yapmaya başladık. Sonrasında Gökçe’yle (Gürpınar) ve Eren’le bu proje hakkında konuşurken, Gökçe bu projenin yürütme kısmı için direkt Rana’yı aradı. Fakat projenin devamında iş hayal ettiğimizden daha büyük bir yere gitti. Listeye çokça grup ve isim eklendi. Gerçekten inanılmaz yoğun çalıştı bu iş için herkes bütün proje boyunca, özellikle post-pordüksiyon kısmında. Sanırım motivasyon, grupların dediklerini dinledikçe daha fazlasını öğrenme isteğinden geliyor. Liste kabardıkça daha fazla grup, daha fazla bilgi anlamına geliyordu. En azından benim açımdan bu büyük bir motivasyondu.
Eren: Aslında en başta Berhan’ın punk sahnesindeki geçmiş ve güncel seslerlerden sample alıp bir miksteyp hazırlayacağı, benim de o süreci dökümante edeceğim bir proje üstüne konuşuyorduk. Yer vermek istediğimiz isimlerin bir listesini yapmaya başladık ve onlara nasıl ulaşacağımızı düşünmek bile başlı başına bir soruya dönüştü.Gökçe’nin hiç düşünmeden Rana’yı aramasının ardından bu cesaretle işler hız kazandı, planlar değişti ve fark ettik ki elimizde çok daha büyük bir hikâye var. Baştaki bir “proje kaydı” fikri, bir belgesel formuna doğru evrilmeye başladı.
Rana: Açık konuşmak gerekirse, bir pazar gecesi sevgili Gökçe beni aradı. Henüz hiç tanışmadığım Eren ve Berhan ile bir meyhanedeydiler ve akıllarına gelen bir projeden bahsettiler. Daha önce görsel bir işin yapımcılığını yapmamış olmamama rağmen fikir beni heyecanlandırdığı için bir iki gün içerisinde Eren ve Berhan ile buluşmak istedim. Çok iyi anlaştık ve çok daha küçük çaplı bir şey hayal ederken Bant Mag. ile güçlerimizi birleştirince birden kendimizi altı-yedi çekim günü planından 20 küsür güne çıkmış hâlde bulduk. Hepimiz 90’larda doğmuş üç genç olarak aslında deneyimleyebildiğimizin ötesinde olanları merak etmekle başladı iş. Sonrasında ise geçmiş ile günümüzün birleştiği ve ayrıştığı alanları gözlemlemek çok keyifli bir hâl aldı. 70’lerden günümüze konuştuğumuz her grupta tek değişmeyen şey yaratmaya ve kendini ifade etmeye yönelik inat. Bunu gözlemlemek çok keyifliydi. Üç ay gibi kısa bir sürede bitirmemiz gereken bir iş olduğu için maalesef eksenimizi bu aylar içerisinde erişebileceğimiz sanatçılar / figürler ekseninde tutmak durumunda kaldık. Bu süreçte Türkiye’de punk sahnesinde harikalar yaratmış ne kadar fazla figür olduğunu yeniden fark ettim. Keşke bu hikâyelerin tümünü duyabilme olanağımız olsa…
Türkiye’deki punk sahnesinin dünü ve bugününü kurcalayan bu iş için geçirdiğiniz mesaide sizi en çok şaşırtan ne oldu? Sahneye dair bakış açılarınız nasıl değişti?
Eren: Düşününce beni şaşırtan şey sanırım kurgu masasındayken oldu. Bir baktım ki en yaşlısından en gencinin verdiği cevaplar birbiriyle muhabbet ediyor gibiydi. Üç farklı kuşağı bir arada görmek ve onların punk’ı kendi dönemlerinde nasıl yaşadıklarını karşılaştırmak etkileyiciydi. Özellikle 2000’ler öncesi kurulmuş grupların o zamanki toplum içinde kendilerini var etme çabasının zorluğunu kavramak, en basitinden konser mekânlarının yokluğundan dolayı bir araya gelip düğün salonları, pavyonlar gibi tamamen alakasız yerlerde konserler organize ederek üretmeye ve paylaşmaya devam etmiş olmaları inanılmaz bir çaba. Bütün bu zorluklara rağmen müziklerini bugüne taşımaları ve buna devam etmeleri çok değerli bence.
Berhan: Beni şaşırtan birçok hikâye oldu. Belgesel içinde de bütün grupların kendilerinden direkt dinlediğimiz düğün salonlarındaki konserler, konsomasyon masaları olan mekânların bir gece içinde rock bara dönüşmesi… Burada sahneye bakış açımı değiştiren bir şey olmasından farklı olarak, yaptığım işe başladığım yere tekrar geri döndüğümü hissetmeme yol açtı aslında. Benim de müziği anlamaya ilk başladığımda sevdiğim şey distortion gamları ve ilkokulda Slipknot veya Korn falan dinlemekti. Beni geriye döndürmesi gerçekten güzel bi histi.
Rana: Beni şaşırtan her grubun bu kültüre dair tutunduğu ilk dalın farklı olması. Kimi kendini ait hissetmemekten, kimi hayatla alay ederek ederek kendini ifade etmek isteğinden, kimi hayata öfkesinden, kimi düzene öfkesinden, kimi sadece hayata dair söylemek istediği şeyleri dışa vurmanın en ulaşılabilir müzikal yolu olması üzerinden, kimi kaykay kültürü üzerinden… Aynı yere çıkan ve burada hepsini sayamadığım bu kadar fazla yol görmeyi beklemiyordum.

Fotoğraf: Emre Gargu

Fotoğraf: Eren Yıldırım
Nasıl bir zaman aralığında, nerelerde çekildi Eastern Punk: Echoes of Punk in İstanbul? Çekimlerdeki atmosfere dair neler söyleyebilirsiniz?
Eren: Aslında proje ağustos ayında şekillendi ve 12 Eylül’de ilk çekimi Cemiyette Pişiyorum ile yaptık. Yaklaşık bir buçuk ayda 16 farklı isimle çekimleri tamamladık. Atmosfer hep ilgi çekiciydi, komik hikâyeler duyduk hep. Çekimler de aslında kaydettiğimiz kültüre paralel bir şekilde DIY riglerle, title’lar olmadan ekipteki herkesin her şeye el attığı ve fikrini söylediği kolektif bir biçimde gerçekleşmesiydi. Mesela Cemiyette Pişiyorum ve Tampon röportajlarını Rana kaydetti. Berhan’ın girişteki sözlerini Ege yazdı ve düzenledi. Emre Abi, Deniz, herkes kendi görevi dışında da bi şeylerin ucundan tuttu ve destek oldu. En unutamadığım atmosfer Aslı’nın eviydi. Bambaşka bir dünyaydı. Orası için ayrı belgesel çekilir bence.
Rana: Ben çok fazla çekimde bulunmadım açıkcası. Ama bulunduklarım da epey kalabalık ve yoğun prodüksiyon çalışmalarının hâkim olduğu çekimlerdi. Biz genellikle dört-beş kişi oluyorduk çekimlerde. Oldukça da genç bir ekiptik. Birkaç grubun “ha bunlar mı şimdi bizi çekecek” diye içinden düşündüğüne eminim ama ispatlayamam. Bence genç ve meraklı bir ekip olmamız sanatçıları da konuşmak konusunda rahat hissettirdi ve samimi muhabbetler yakalamış olduk böylelikle. Tünay Abi’nin evine Antalya’ya gittik, onunla bir ay süren irtibat süreci benim için çok heyecan vericiydi. Aramama cevap vereceğini bile düşünmüyordum doğrusu. Sonrasında evinde dört saat boyunca tüm hikâyelerini dinledik, arşivlerini karıştırdık. O günü hiç unutamayacağım… Aslı ile de buluşmadan önce iki ay buluşma günümüzü planladık. Bir noktada ekip arkadaşlarım çekimi gerçekleştiremeyeceğimizi düşündü, son sanatçı çekimimizi Aslı ve Umut ile gerçekleştirdik. Niğde Gazozu’na reklam olmasın diye dosyasından çıkartıp yapştırdığı M harfi ile Miğde gazozuna dönüşen şişeyi unutmayacağım!
Berhan: Çekimler sırasında kullanılmaya karar verilen yerler benim veya belgeselde gördüğümüz herhangi bi punk’ın normalde de takıldığı veya daha önce takıldığı yerler olduğu için çok yabancılık çekmedim zaten. Tanıştığım bütün müzisyenlerden bazılarının zaten önceden hayranıydım, diğerlerini de dinlemiştim daha önce. Deli Gömleği’nden Taner ile çok eskiden Kadıköy havuzda kavga ettiğimizi hatırladık mesela röportajdan önce ve baya güldük!

Bu süreçte, nihayetinde filmde yer alan ya da almayan pek çok müzisyen ve grupla da iletişime geçtiniz. Bu projenin müzisyenlerde nasıl bir karşılık bulduğunu gözlemliyorsunuz?
Rana: Benim gösterim günü izlemeye gelen müzisyen arkadaşlarımdan duyduğum bir şey çok hoşuma gitti: Onca yıllık müzik hayatlarında kendi arkadaşlarını Kadıköy Sineması’nda izleyebilmiş olmanın verdiği umuttan ve ilhamdan bahsettiler. Bu işe baş koymuş müzisyenleri bu şekilde onurlandırmak sadece kendileri için değil; bu sahnenin bir parçası olan diğer müzisyenler ve belki de bu sahnenin bir parçası olmak isteyecek gençler için de bir motivasyon kaynağı oluyordur diye düşündüm.
Tabii bu projede yer almak istemeyen, mesafeli durmak isteyen grupları/figürleri anlamak da zor değil; herkesin tercihini büyük saygıyla karşılıyoruz. Bu alt kültürün değerlerinin bir marka fonlamasıyla gerçekleşen bir proje ile ters düştüğünü düşünmek yerine, bu tip işlerin çekilmesinin ve prodüksiyonunun bağımsız yapılmasının neredeyse imkânsız olduğu bir dönemde bu hikâyelerin duyulmasına alan açan bir megafon görevi görmesi penceresinden bakıyoruz biz. Günün sonunda tek kaygımız çıkan işin bu kültüre hizmet edecek arşiv niteliğinde bir iş olması.
Berhan: Bu süreçte bence en önemli şey bunun bu belgeseldeki müzisyen ve sanatçılar adına gelecektede başkaları için erişilebilir bir içerik olabilmesi diyebilirim. Bu erişilebilirlikle buralarda ne zaman, ne olduğuna dair bir fikir verebilecek bir ürün bıraktık. Bence bunların çoğunun belgeselde izlerken, size ne kadar iyi hissettirdiğini farkettiğinizde anlayabiliyorsunuz.
Eren: Radical Noise röportajında Sinan’ın anlattığı bir şey gerçekten aklımda kaldı. Grupların, dünyadaki diğer gruplarla posta yoluyla kaset takası yaptığı dönemlerde, bir ara Malezya’da bir Radical Noise fan club çıkmış. Şimdi, bu belgeselle böyle bir şeyin ucundan dokunabilsek, buradaki insanların sesini daha geniş bir kitleye duyurabilsek, ne bileyim Meksika’da punk yapan biri buradan bu gruplar ile tanışsa bu bile başlı başına harika olurdu.

Fotoğraf: Emre Gargu

Fotoğraf: Emre Gargu
Echoes of Punk in İstanbul’dan duyduğunuzdan beri zihninizde yankılanmaya devam eden bir cümle var mı?
Berhan: Cemiyet Tolga’nın belgeselde de gördüğümüz bir kısmı var. Orada söylediği “Punk olmayan bir şey yapıp punk diyebilmek çok güzel” lafı aklımda yer eden en iyi laf sanırım.
Eren: Evet sonrasında “o zehir girmiş bi kere” diye devam etmişti Tolga. İşte o zehri zaten hayatta alakasız yerlerde bile hissedebiliyorsun ya. Müzik olmasına bile gerek yok, bi iş hanının tuvaletindeki yazı yada kamyon arkasındaki bir söz bile bazen o bahsi geçen “zehri” hissettiriyor bana.
Rana: Tunay Abi’nin Grup Çığrışım ile çıkardığı Salak 45’liğinin arkasındaki yazıyı bize okuduğu ilk ânı unutmuyorum; “Müzikle para için uğraşmak güzeldir… Ama; müzikle amatörce uğraşmak, bir şeyler yaratmak halka ilginç şeyler vermek, çok daha güzeldir. Biz ikincisi için uğraşıyoruz…”

Fotoğraf: Emre Gargu
Elbette yığınla materyal birikti ve filmin 25 dakika civarındaki süresine sığmayan çok fazla kayıt var. Bunlar için başkaca planlarınız var mı?
Eren: Elimizde belki 100 saatlik materyal var ve birbirinden kıymetli hikâyeler. Şu an yayında olan versiyonunda çok çok azını kullanabildik fakat bu elimizdeki kayıtların hakkını vermek için uzun ve daha kapsamlı bir versiyonunu üzerinde çalışmak istiyorum. Bu versiyonda yer veremediğimiz diğer sanatçılar, bu sahnedeki önemli figürler, mekânlar ve hatta dinleyiciler ve bu sahnenin dışında olup bir şekilde bu kültürle interaksiyona geçen diğer öznelere yer vermek bence önemli olacaktır. Bir güvenlik görevlisi veya Akmar Pasajı’nda grup tişörtleri satan bir dükkân sahibinin de anlatacak hikâyesi olduğuna eminim.
Berhan: Filmin uzun hâlini kendi aramızda düşündük ve istediğimiz bir şey olduğunu söyleyebilirim. Elimizde sanırım 80-90 saatlik görüntü vardır. Bu görüntüler daha çok hikâyeye yaymak ve olayların iç dünyasını daha çok gördüğümüz bir başka kurgu neden olmasın.

Fotoğraf: Emre Gargu
Ayrıca Fosil’in kayıtlardan hazırlayacağı bir miksteyp ve Bina’da açılan bir sergi de var. Bİraz filme eşlik edecek diğer yayın vb. planlarınıza dair neler söyleyebilirsiniz?
Eren: Aslında Fosil’in hazırladığı tracklerden bazıları filmin içinde serpiştirilmiş hâlde, örneğin introdaki müzikler ve sonlara doğru olan bir sekans Fosil’e ait. Tabii sonrasında bütün olarak dinlenebilecek bir hâle gelecek.Çekimlerde Emre Gargu anları fotoğrafladı, sergide gördüğünüz her karenin filmde hareketli hâli var. Posteri de Emre’nin çektiği fotoğrafları kesip yapıştırarak Aylin Kutku yaptı. Sinema biletleri desen; Elifnaz, Nayira ve Aylin linol baskı ve kaşe ile tek tek el yapımı olarak hazırladılar. Sergide olmayan fotoğraflardan Elifnaz’ın hazırladığı açılır kapanır bir fanzin / flyer vardı, 50 tane yapmıştı ve hepsi hemen tükenmiş, ben bile göremedim. Bir de belgeselde olan ya da olmayan, sevdiğimiz sanatçılardan oluşan bir playlist hazırladık. Merak edenler için Spotify’da. Bir de toplayabilirsem backstage görüntülerini içeren bir extended versiyon yapmak güzel olurdu.