Elliott & Luke Tittensor ile House of the Dragon ve Cargyll ikizleri üzerine

Röportaj: Burcu Teker

George R. R. Martin’in epik fantezi romanı Fire & Blood’dan Ryan J. Condal ile ortaklaşa uyarladığı, ilk sezonuyla “HBO’nun izlenme oranı açısından en iyi açılışı” ünvanına erişen; Game of Thrones evreninin seyirciyle buluşan ilk uzantısı House of the Dragon iki yıl süren bir bekleyişin ardından geri döndü.

Kimin yitip gideceğinin birkaç dakika öncesine dek kestirilemediği diken üstü ruh hâlini, -ister bağıra bağıra gelsin, ister dip köşelerden- türlü entrikayı özleyenleri kucaklayan Targaryen Hanesinin içişleri anlatısında olaylar giderek daha alevli bir kıvama ulaşıyor. Üstelik hem mecazen hem de kelimenin sözlük karşılığıyla. İlk sezon finalindeki yürek sıkıştıran olayları takiben alışılageldiği üzere yas ve intikam nosyonlarını tam merkeze koyan seride hane içindeki çatlaklar iyiden iyiye derinleşerek Westeros’u kanlı bir iç savaşın eşiğine sürüklüyor; ahaliyi keskin çizgilerle ikiye bölüyor: Kralın Şehri’nden Yeşiller ve Ejderhakayası’ndaki Siyahlar.

Yeni sezon, 17 Haziran’dan bu yana BluTV kataloğunda yerini almaya devam ediyor. Projenin adanmış, gururlu muhafızları Sör Erryk & Arryk Cargyll’e hayat veren Elliott & Luke Tittensor ile bir Zoom seansında buluştuk ve aralarındaki dinamikler, rollerine hazırlanış süreçleri ve biraz da “fanatizm” üzerine konuştuk. Yeni sezona henüz başlamamışlar için, sohbetimizin sürprizbozanlar içermesi -elbette- kaçınılmaz hâle geldi.


“İki beden, tek ruh”

Dizinin ilk sezonunda I. Viserys (Paddy Considine) emrinde Kral Muhafızları üyesi olarak göreve başlayan Cargyll ikizleri, kralın ölümünün ardından kayıp Aegon’u (Tom Glynn-Carney) bulup Otto Hightower’a (Rhys Ifans) teslim etmekle görevlendirildikleri esnada fikir ayrılığına düşmüşlerdi. Yolculukları boyunca Erryk; kardeşinin, kendiliksiz ve güven vadetmeyen Aegon’un Yedi Krallık hükümdarlığı için toy ve yakışıksız bir aday olduğunu görmesini sağlamaya çalışsa da Arryk, Aegon’a olan sadakatinde kararlı kalmış; iki kardeşin bağları kopmuştu. Yaşanan kaosu fırsat bilen Erryk’in tutsak Prenses Rhaenys’i kaçırması ve karmaşada çaldığı Viserys’in tacı ile birlikte Ejderha Kayası’na giderek Rhaenyra adına muhafız yeminini okuması, kardeşlik bağının hakiki bir darbe aldığının göstergesiydi. Savundukları uğruna artık resmen karşı karşıyaydılar; fakat duygularını yönetemeyen kaprisli bir adamın hırsınının doğurduğu düello ile galibi olmayan trajik bir sona sürüklenecekleri pek tahmin edilesi değildi.

Hit serinin yeni sezonunun ikinci bölümü, meşru varis Rhaenrya’nın safında duran Erryk’in; önce Lord Kumandan Criston Cole’un bir nevi intihar dalışına gönderdiği ikizi Arryk’in, sonrasında ise içinde boğulduğu derin keder sebebiyle kendi canını alması, Cargyll ikizlerine veda edişimizle noktalandı. Kitaplara hâkim olan ikili, yaklaşan sonu en başından bildiklerinden senaryonun gidişatı onlara sürpriz olmamış; bu acı karşı karşıya gelişin bir gün elbet bir şekilde, hikâyeye en iyi şekilde hizmet edeceği anda vuku bulacağının farkında olduklarını söylüyorlar içtenlikle. Fakat sahnenin enerjisine girmek bile heyecanlarını katlamaya yetmiş. Vedaları bir miktar erken gibi gelse de ikinci sezona sıkı bir giriş mahiyetinde, doğru hamle olduğu kanaatindeler. “Düellonun yoğun enerjisini göğüslemek nefes kesiciydi çünkü bunun son derece güçlü, duygusal bir an olduğunun farkındaydık.” şeklinde ifade ediyor Elliot hislerini. Luke ekliyor: “Senaryo metninde kitapların dışına taşan durumlar olduğundan, karakterlerin çoğunun alacağı aksiyonları bilsek dahi dizinin geri kalanını dört gözle bekliyoruz. Bu bölümün bir parçası olmak unutulmaz bir deneyimdi!

Dramatik final sahnesine hazırlanma süreçleri yoğun bir çalışma gerektirmiş. Tabii epey ağır zırhlarını kuşanmış hâlde, ölüm kalım savaşı verirken hayallerindeki manzarayı resmedebilmek için sete kurulan soğutma üniteli çadırlarda verdikleri molalar eşliğinde… Yalnızca surat ifadelerinin yakalandığı sentetik çekimlerin ardından dublörlerin tamamlayacağı dövüş sahnesini ekseriyetle reddetmişler. Bunu bir bakıma tüm eğlenceyi kaçırmanın reddi olarak düşünebiliriz. İşinin ehli bir teknik ekiple 30 saati aşkın süren eğitimler ve provalar sonucunda tüm sahne bizzat aktörler ile çekilmiş. Bu ısrarları biraz da kameraların kaydetmek istediğinden daha fazlasını verebilmek, iki kardeşin hakiki duygularının yakalanmasını mümkün kılmak adına olmuş. İkili; büyük ölçüde güç takası yaşanan, çeliğin çeliğe kırıldığı, buram buram maskülinite kokan sahneleri yönetmen Clare Kilner‘la çalışarak külliyata dâhil etmenin de müthiş bir deneyim olduğu inancında.

Birbirini iyi tanımanın verdiği pratiğin tansiyonu bu denli yükseltmesi şaşırtıcı değil elbet. “İkizler olarak aramızdaki bağın doğası zaten böyle. Erkek kardeşi olan genç birine hayalinde kardeşiyle birlikte ne yapmaktan hoşlandığı sorulsa, cevap muhtemelen ‘ejderhalarla ve birbirleriyle savaşmak’ olur!” diyor Elliot. Çekim faslına ortamı yükselten aile atmosferi getirdiklerini ifade eden Luke, sessiz geçen birkaç yılın ardından bu işi almanın ve Elliot ile böylesine bir deneyimi paylaşmanın lütuf olduğu görüşünde: “House of the Dragon gibi bir prodüksiyonun içinde yer almak ve bu tecrübeyi bizzat ikiz kardeşim ile paylaşabilmek harikaydı. Gurur duyuyorum. Bundan daha iyisi olamazdı herhalde.


Yollar ayırsa bile, biz ayrılamayız!

Kraliyet kanına sahip olanları düşmanlardan korumak düsturuyla girdikleri bu yolda, hane üyelerinin birbirlerini düşman ilan etmesiyle kendilerini çatışmanın farklı taraflarında bulan ve ettikleri yeminin yüküyle ne yapacaklarını bilmeyen iki insan var karşımızda; bu riskli viraja son hız giren. İlk bakışta karakterlerin davranışları, davalarını algılayışlarında fanatizmin ağır bastığı izlenimini uyandırabilir. Luke’a göre işin derinliklerine inildiğinde durum biraz farklı:

Dilerim Aaryk’in bakış açısından, vermek zorunda olduğu kararla mücadele ettiği görülebiliyordur. Senin de belirttiğin gibi, ‘Erryk iyi, Arryk kötü’ şeklinde siyah-beyaz bir ayrım yapmak doğru değil. O yalnızca bir insan. Bir seçim dayatıldı, o da kararını bu şekilde verdi. Bize düşen, bunun sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda oluşunu kabul etmek oluyor. Kendisi onurlu, görev bilinciyle hareket eden biri olduğu için genç yaşında ettiği muhafızlık yeminine sıkı sıkıya bağlı ve verilen görevi yerine getirmesi gerekiyor. Aslına bakarsan Arryk’in aklından geçenleri Criston Cole ile arasında geçen kritik diyalogda hissetmek mümkün. O sorgusuz sualsiz gidip kraliçenin kafasını bedeninden ayırmak isteyecek biri değil. Daha insani.

Gerçek hayatta kimin hangi tarafı desteklediği konusunda da karakterleri ile kurdukları bağ ağır basıyor anlaşılan:

Elliot: Dürüst olmak gerekirse karakterinize ve ne sebeple böyle düşündüğüne bu denli kafa yorduğunuzda garip şekilde kendisine karşı zayıf bir noktanız, yumuşak karnınız oluşuyor. Öyle sanıyorum ki ben yine Siyahlar’ı desteklerdim, Luke da Yeşiller’i.

Luke: Bu durum sende işe yarıyor belli ki! Üstelik Aegon’u canlandıran Tom Glynn-Carney de Manchester’lı; dolayısıyla ben Tom Glynn Carney’den, Yeşiller’den yana kalmalıyım gibi duruyor!”

Prodüksiyonun devamında nelere şahitlik edeceğimiz gizemini korusa da bulunduğumuz noktada kesin olan bir şey var: Olay örgüsünün, Cargyll ikizleri ile birlikte olası barış ihtimalini de uçuruma sürüklemiş olduğu. Şövalyelik standartlarına göre yaşamanın kaçınılmaz bedelini ödeyen sayısız muhafızdan yalnızca ikisi gibi dursalar da duygusal düzeyde yıkımı yüksek sonları ile gerek yapımdaki karakterlerin gerekse izleyicinin üzerinde bıraktıkları iz, tesirini bir müddet daha sürdürmeye devam edeceğe benziyor.