Ergenlik yılları: A Place To Bury Strangers

Hazırlayan: Cem Kayıran - Fotoğraf: Ebru Yıldız

Yazın en heyecan verici konserlerinden biri, 3 Ağustos Perşembe akşamı Blind sahnesinde gerçekleşecek. New York noise müzik sahnesinin geride kalan 20 yılını şekillendiren gruplardan A Place To Bury Strangers, ilk İstanbul konserini veriyor. Organizasyonu Mevzu Records ve Camerata tarafından gerçekleşen gecede açılışı İstanbullu gruplar SELFBLAME ve Goblin Daycare yapacak. Detaylara buradan ulaşabilirsiniz.

Müzisyenlerin büyürken dinlediği müzikleri ve bu müziklerin üzerlerinde bıraktığı tesiri kurcaladığımız Ergenlik Yılları köşemizde, bu sefer konuğumuz A Place To Bury Strangers. İstanbul ziyareti öncesinde grubun solisti ve gitaristi Oliver Ackermann ile basçısı John Fedowitz’den, 13-15 yaşlarından itibaren onların içine hangi seslerin işlediğini dinledik. 


YAŞ: 13-15

O zamanlar en sevdiğin iki albüm neydi?

Oliver Ackermann: Dead Kennedys – Give Me Convenience or Give Me Death ve Ramones – Leave Home.

John Fedowitz: The Cure – Staring at the Beach (singles) ve The Misfits – Plan 9. İkisi de kasette. 

Bu müziklerle nasıl tanışmıştın?

O.A.: Bunlar abimin albümleriydi. Pikaplı bir kombo ünitem vardı ve onun odasından bazı plakları yürütüp onları dinlerdim. Beni bu müziklerin içine çeken şey, abim ehliyetini aldıktan sonra çıktığımız bir yolculuk oldu. Müzik setinin sesini kökledi ve aklım uçtu.

J.F.: Ablam sayesinde. Yatağının yanında tüm kasetlerinin olduğu bir masa vardı. Bana, kendi odamda dinlemek üzere her seferinde iki albüm seçme izni veriyordu. Harika müziklerin olduğu küçük bir kütüphane gibiydi. Sonra nihayet benim de ikili bir kasetçalarım oldu. Ben de onun tüm kasetlerini kopyalamaya başladım. Tüm arkadaşlarım onlara da bir şeyler kopyalayayım diye boş kasetler verirdi. Ablam, müzikleriyle birçok zihni aydınlattı.

Üzerinde nasıl bir etki bıraktıklarını düşünüyorsun?

O.A.: The Ramones’u çok basit oldukları için, Dead Kennedys’i de Jello haklı olduğu için sevmiştim.

J.F.: Bana punk egosuyla üzgün aşk şarkıları yazmak konusunda ilham verdiler.

Şu an dönüp baktığında hayatınının nasıl bir dönemini temsil ediyorlar?

O.A.: Bir anlamda, gerçekten kendim için müzik dinleme ve bunun beraberinde getirdiği inanılmaz gücü idrak etmem için ilk adım oldu.

J.F.: O müzikleri dinlemeyi hiçbir zaman bırakmadım. Benim bir parçam olmamaları gibi bir durum asla söz konusu olmayacak.

Hayatının bu döneminde senin için önemli olan diğer şeyler nelerdi?

O.A.: Tam emin değilim, muhtemelen arkadaşlarımla şaşkın şaşkın etrafta dolanıyor ve camcorder ile filmler çekiyorduk. Türlü türlü karakterler olduğumuz ev filmleri yapıyorduk sürekli. Bizim o zamanlar düşündüğümüz kadar komik olmadıklarına bahse varım!

J.F.: Ben kaykaycıydım. Uyanıp okula gidiyordum. Ödevimi dönüşte okul servisinde yapıyordum. Eve gelir gelmez çıkıp hava kararana kadar kaykay yapıyordum. Her gün.


YAŞ: 16-18

O zamanlar en sevdiğin iki albüm neydi?

O.A.: my bloody valentine – Isn’t Anything ve The Jesus and Mary Chain – Psychocandy.

J.F.: The Dead Milkmen – Big Lizard in my Backyard ve The Cramps – Bad Music for Bad People.

Bu müziklerle nasıl tanışmıştın?

O.A.: O sıralar arkadaşım Paul ile sürekli yeni müzikler arıyorduk; müzik dergileri okuyor ve MTV’deki 120 Minutes programını izliyorduk. Duyduğumuz grupların şarkıları, daha önce dinlediğimiz şeylere hiç benzemiyordu ve gerçekten dikkatimizi çekmişti.

J.F.: Yine ablam vasıtasıyla.

Üzerinde nasıl bir etki bıraktıklarını düşünüyorsun?

O.A.: Hepsinin ne denli belirsiz ve gizemli olduklarını çok sevmiştim. Cocteau Twins gibi gruplar… Ne olup bittiğine dair en ufak bir fikrim yoktu ama güçlü bir hissiyat vardı. Hâlâ ne hakkında şarkı söylediklerini bilmiyorum ama bu bir şeyi değiştirmiyor. Gizemli ve gerçekten harika bir dünyadan geliyor.

J.F.: Rahatlamıştım çünkü artık sanat eseri şarkılar yazmak için gitar ya da davul çalmam veya iyi bir şarkıcı olmam bile gerekmediğini biliyordum.

Şu an dönüp baktığında hayatınının nasıl bir dönemini temsil ediyorlar?

O.A.: Bazı en sevdiğim arkadaşlarımla tanıştığım ve bugün çaldığım müziğin zeminini gerçekten oluşturduğum bir zaman. Gitar çalmaya ve şarkılar yazmaya o dönem başlamıştım.

J.F.: Genç ve aptal zamanlar. Müzik hakkında gerçek fikirlere sahip olmaya o zamanlar başlamıştım. Ve herkesi bunlardan haberdar etmeye de… Bunu hâlâ yaptığımı biliyorum ama biraz daha dilimi ısırmaya çalışıyorum şimdilerde.

Hayatının bu döneminde senin için önemli olan diğer şeyler nelerdi?

O.A.: Çok fazla resim yapıyordum ve bunun hayatımın geri kalanında esas uğraşım olacağına inanıyordum. Olabildiğince fazla sanat müzesi ziyaret etmeye ve tüm sanatçıların farklı yaşantılarını hayal etmeye çalışıyordum.

J.F.: Sürekli kaykay yapmak. Eve dönünce de tüm gece resim yapardım, ta ki ebeveynlerim “Yatağa git Johnny” diye bağırana kadar.


YAŞ: 19-20

O zamanlar en sevdiğin iki albüm neydi?

O.A.: Mazzy Star – She Hangs Brightly ve Ministry – The Mind is a Terrible Thing to Taste

J.F.: The Jesus and Mary Chain – Barbed Wire Kisses ve my bloody valentine – loveless

Bu müziklerle nasıl tanışmıştın?

O.A.: Bu iki grupla da tanışmam ve onlar âşık olmam arkadaşlarımın yaptığı karışık kasetlerle oldu. Dijital playlistlerin bu kadar rahat ulaşılabilir olmasıyla kaybettiğimiz bir şey var. Gerçekten kürasyonu yapılmış, üzerine düşünülmüş müzikal yolculuklar; sıkıcılaştığında koparılabiliyor ve bir yandan dinlerken gerçek zamanlı bir şekilde hazırlanması gerekiyordu. Canlı bir DJ’i dinlemenin güzelliğini taşıyordu bir anlamda. O zamanlar neyi dinleyeceğimiz konusunda kararları onlar veriyordu.

J.F.: Ablam ve Oliver. Lise sırasında Oliver’la aynı gruptaydık. Bana loveless’ı dinlemem gerektiğini o söylemiştik. Bir arkadaşımızla biraz ot içtik ve kırsal yerlere doğru arabayla bir yolculuğa çıktık. Oliver müziğin sesini olabilecek en yüksek seviyeye kadar kökledi ben de tüm bu gürültüyle arka koltuğa gömülüyordum. loveless’ı ilk kez dinlemek için ne harika bir yol ama! Bunu asla unutmayacağım.

Üzerinde nasıl bir etki bıraktıklarını düşünüyorsun?

O.A.: Hope Sandoval’ın çok sevdiğim tonu ve sözlerine dair gerçekten hassas ve üzücü bir taraf vardı. Dünyada olduğu gibi bir kaygı barındırmıyor. Değiştirmeye çalışmıyor. Üzerinizden bir tank geçer gibi müziği size zorla ittiren Al Jourgenson’ın tam tersi. Şimdi yaptığım müzik, dünyayı umursamadan sizi bir tank gibi ezip geçiyor.

J.F.: Bu sesi aramama yol açtı. Efekt pedalları almaya başladım. O zamanlar iyi bir şeyler bulabilmek epey zordu. (Parasını ödeyebileceğim iyi şeyler.) Ama sürekli avdaydım ve düşler kuruyordum.

Şu an dönüp baktığında hayatınının nasıl bir dönemini temsil ediyorlar?

O.A.: Seyahatlerin ve ufuktaki yeni dünyanın başlangıcıydı. Her şey mümkündü ve sürekli yeni şeyler denemek istiyordum. Hâlâ yeni bir şeylere atılmaktan büyük heyecan duyuyorum ve bu kişiliğimin bir parçası. İlk kez İstanbul’a gelmeyi de dört gözle bekliyorum.

J.F.: Evden ayrılmak ve tek başıma yapabilmenin bir yolunu bulmak.

Hayatının bu döneminde senin için önemli olan diğer şeyler nelerdi?

O.A.: Aslına bakarsan çok fazla teknik kitapçık okuyordum ve bir şeylerin nasıl çalıştığını, nasıl inşa edildiğini anlamak için umutsuzca çabalıyordum. Nasıl serigrafi baskı yapılacağını ve lehimlemeyi kendi kendime öğrenmiştim. Heyecan verici zamanlar yaklaşıyordu.

J.F.: Yemek yemek. Hayatımın o döneminde pek param yoktu. Cüzdanımda gerçekten 1 dolar bile olmazdı.