Erkin Koray'a dair

İllüstrasyon: Sadi Güran

Müziği dünyaları aştı ve zamanları aşındırmaya da devam edecek. Bir şekilde yolları kesişmiş ya da müziğiyle hayatına dokunmuş kişilerin anıları ve hikâyeleriyle, “iyi ki Erkin Koray!”


Fotoğraf: Mark Gergis
Mark Gergis (Sublime Frequencies /müzisyen, prodüktör, arşivci) 

Erkin Koray’la asla unutmayacağım hatıralarım arasında, 2010’da birlikte Seattle’dan Vancouver’a yaptığımız üç günlük araba yolculuğu var. Yoldayken gerçek Amerikan kovboylarını görüp göremeyeceğimizi sormuştu. İyi bir soru! Ama sadece tahminde bulunabiliyordum. Washington dolaylarında yeterince kırsal olan bir yerlere vardığımızda -tam neresi olduğunu hatırlayamıyorum- bu hayalini gerçekleştireceğimizi düşündüğüm bir yol kenarı restoran / barı gördüm. Haydi rastgele! Park ettik ve girdik. Americana’nın daha isabetli bir sunumunu hayal bile edemezdiniz. Görünüşünden bir tür 2010 kovboy tavernası gibi bir yere girdiğimizi biliyordum. Oturduk ve sonrasında sanki birileri onları sipariş etmiş gibi gerçek kovboy şapkalarıyla üç erkek muhabbete başladı. Yüksek sesle konuşuyor, 12 yumurtalı omletleri hakkında söyleniyorlardı. Erkin’i hiç kıkırdarken görmemiştim. Gördüklerinden gerçek anlamda etkilenmişti, tam aradığı şeydi. “Bunlar GERÇEK kovboylar.” diye anons geçti, kulaktan kulağa gülümsemesiyle birlikte. Erkin’in onları görebilmesinden çok mutlu olmuştum. Yemeğimizi yedik ve hızla oradan uzaklaşıp tekrar yola koyulduk.


Murat Meriç (Gazeteci, müzik yazarı)

Erkin Koray’ın beni çarpan ilk şarkısı, “Kızları da Alın Askere”. Onu keşfettiğim şarkı ise “Arap Saçı”. İkisini de aynı gün, üstelik ondan canlı dinledim. Hayatımı değiştiren günlerden -ki şu küçük yazıda anlatacağım, onun hikâyesi. Benim için şahane bir tanışma ânı.

Bantı biraz geriye sarayım… 1988 yılında üniversite okumak için Ankara’ya geldim. 16 yaşındaydım. Manzara şu: Bir yandan okuyorum, diğer yandan konser konser dolaşıyorum. Tanıdıklarımı izliyorum, tanımadıklarımı merak ediyorum; öyle bir delilik. Bir yıl sonra, lisede müptelası olduğum ve her hafta aldığım Hey dergisinde adını sık duyduğum (ama henüz dinleme şansına sahip olmadığım) isimlerden biri olan Erkin Koray’ın bir konser vereceğini gördüm, heyecanlandım. Hey’de ne zaman bir haberi çıksa “rock’ın babası” deniliyordu çünkü. Yolu yaşadığım şehirlere (Çanakkale ve İzmit) düşmemiş, İzmir ve İzmit Fuarlarında heyecanla gittiğimiz gazinolarda kadroya dâhil olmamıştı. Şarkılarını bilmiyordum. En azından öyle olduğunu zannediyordum.

Konser, Ankara’nın başkent oluşu vesilesiyle yapılacak etkinliklere dâhildi. Haftanın açılış konseriydi. “Baba”yı, Yüksel Caddesi’ndeki İnsan Hakları Anıtı önünde dinleyecektik. Hafta içi, gündüz, saçma sapan bir saat… Erkenden gittim, beklemeye başladım. Sahne küçük ama ciddi bir hazırlık var. Gitarlar yerleştiriliyor, davul kuruluyor… Derken, tanıdık bir yüz gördüm: Ahmet Güvenç; Kurtalan Ekspres vesilesiyle hafızamıza kazınmış isimlerden. Sevindim. Sonra bir anda Erkin Koray çıktı sahneye. Meşhur beyaz gitarıyla. Gitarının tonuna baktı, arkasına döndü, işaretini çaktı ve ekip cayır cayır çalmaya başladı. Ekip dediğim üç kişi. Davulda uzun saçlı bir “abi” var -ki sonradan onun Sedat Avcı olduğunu öğreneceğim. Dinlediğim ilk Erkin Koray konseri bu. “Baba”, rock’n’roll repertuvarından girdi, “Kızları da Alın Askere”ye ulaştı, tam tanıdık bir ezgi başlamıştı ki bir anons: “Belediye başkanlarımız şu an alana teşrif ediyorlar. Onları akışlarla karşılıyoruz…” Yerel yönetimleri SHP almış, etkinliği düzenleyen de onlar. Murat Karayalçın, Doğan Taşdelen, Abdurrahman Oğultürk ve diğer belediye başkanlarının alana girmesiyle bir kargaşa oluştu. Ekip sahnede ama bütün başlar başkanlarda. Derken başkanlar tek tek sahneye çıktı, konuşmalarına başlamadan önce sunucu Erkin Koray’a teşekkür etti, “Baba” gitarını aldı, sessizce indi ve Konur Sokak yönünde yürümeye başladı.

Benim filmim, asıl burada başlıyor. Peşinden koştum, önce bir iki adım geriden takip ettim, cesaretimi topladım ve yanına giderek “merhaba” dedim. Döndü, baktı, durdu. Biriktirdiklerimi nefessiz sıralamaya başladım: “Ben sizi hiç tanımıyorum, çok merak ediyordum, konsere geldim, ne güzel gidiyordu ama böyle olmadı, keşke uzun sürseydi, yine dinleyemedim…” Baktım gülüyor, heyecanla devam ettim, kendimden, müziğe merakımdan söz etmeye başladım. Bir ara “dur hele, sakin ol,” dedi, beni durdurdu ve “vaktin var mı” diye sordu. Olmaz mı? Öğleden sonra ders var ama ne gam… Konur Sokak’la Meşrutiyet Caddesi’nin kesiştiği yerde bulunan Otel Erşan’da kalıyormuş. “Gel sana bir kahve ısmarlayayım,” dedi. Gittik, oturduk, anlattı da anlattı. Dinledim, heyecanla dinledim, merak ettiklerimi sordum, yarım saat kadar bu böyle sürdü. Kahve dediği Nescafe’ymiş, sütlüymüş; onlar geldi, arada Ahmet Güvenç masaya uğradı, ucundan muhabbete katıldı. Bir süre sonra yavaşladı, abartmayayım dedim ve iznini istedim. “Dur dur,” dedi, içeri girdi, üç dakika sonra elinde bir zarfla geldi. Meğer iki gün sonra Derya Sineması’nda (sadece davetiyeyle girilebilen) bir konser daha verecekmiş, onun davetiyesi. Nasıl heyecanlandığımı anlatamam! Vedalaştık, sarıldık, “görüşmek üzere” dedik, ayrıldık.

Buraya kadar okuyanlar, hele hele onu tanıyanlar şaşıracaktır çünkü Erkin Koray, oldukça aksidir. Bırakın bu kadar zaman ayırmayı, hızla kaçar. Sonraki karşılaşmalarımızda hep böyle oldu. Muhtemelen iyi günündeydi, o gün vaktinin bir kısmını bana ayırdı. İyi ki ayırdı. Tersleseydi ne olurdu, sonrası nasıl giderdi bilmiyorum ama o gün bana anlattıkları, merakımı artırdı. Bugün buradaysam, bu satırları yazıyorsam, kırılma noktalarından biri Erkin Koray’la tanıştığım o gün: 9 Ekim 1989. Bu hikâyeyi, yıllar sonra, bir başka karşılaşmamızda ona anlattım, gülümseyerek karşıladı. Kalan Müzik adına Gaddar’ın yeni (ve özel) baskısını hazırlıyorduk, içindeki yazıyı ben yazacaktım, merak ettiklerimi sormak için gitmiştim. Yazı yazıldı, CD ve kaset hazırlandı, basıldı ama maalesef hiç dağıtılmadan hepsi imha edildi. Bu, bambaşka bir hikâye, bir gün elbet anlatılır. 

Başa döneyim… O gün, Derya Sineması’ndaki uzun konserde bir şey fark ettim: Ben Erkin Koray şarkılarını biliyormuşum! “Hiç dinlemedim” dediğim insanın şarkılarına ezbere eşlik ederken fark ettim bunu. Yeşilçam filmleri, evdeki karışık kasetler ve dedemin plakları aracılığıyla çoğu bir şekilde hafızama yerleşmiş. Radyo ya da televizyon diyemiyorum çünkü çıkması yasak. Yine de bu bir engel değil çünkü su yolunu buluyor, şarkılar bir yerden sevenine ulaşıyor. İşte “Arap Saçı”, o konserde, tam da buradan yakalamıştı beni.

Yıllar sonra, Hayat Dudaklarda Mey’i hazırlarken, Erkin Koray’a özel bir bölüm ayırmak istedim. Biraz da o güne kadar yaptıklarından doğru, kendimce bir teşekkür. Heyecanla yazdım. En özel bölümlerinden biri olduğunu düşünürüm. Kitap çıktı, göndermeye çalıştım ama eline ulaştı mı, gördü mü, okudu mu, bilmiyorum. Kim bilir, belki görmüştür, sevmiştir bile. Biz onu sevdik. Çok zaman ayrı düştük, eleştirdiğim zamanlar oldu, hâlâ içime sindiremediğim hamleleri var ama şarkıları, gitar çalışı hep özel. Yukarıda anlattıklarım vesilesiyle benim için zaten özel. Bir kere daha: İyi ki.


Kalben (Müzisyen)

“Deli kadın, hiç sen beni, anlamadın…” diyor kuru yosunların saramadığı sur yıkıntıları arasında. İlk kez elektrik gitar duyuyorum ancak gitarın adını sanını bilmediğimden anlamıyorum. Adamın deli bir kadına şarkı söylemesi hoşuma gidiyor. Gitarı hoşuma gidiyor. Saçlarına benziyor gitarı. Annem de deli biraz. Belki babam anneme söylemektedir şarkıyı, ancak mutlaka babam delirtmiştir annemi. E, öyleyse Erkin Baba da o kadını delirtmiştir. Annem, kızının eğitim/öğretim hayatını kendi evinde sürdürdüğünü, kurumsal okul sisteminden muaf olduğunu anlatıyor. Peki beni neden okula gönderdiniz? Çocuklar sürekli ağlıyor, kantinin arkasındaki beton tünelden sokağa kaçıyor. Çocukların gözleri pencerelerde, bir zil çalacak da kurtulacağız. Erkin Koray’ın kızı olsaydım, diye geçiriyorum içimden. Kahrolası çöpçüler demesine bozuluyorum biraz, ama aşkını süpürdükleri için kızgın. Emir kuluyuz, diyor süpürge, çöpçülerin hiç suçu yok. Hepsi sistemin suçu. Aşkların hepsini süpüreceğiz mecburen. Erkin Koray’ın külleri meteor yağmuruyla evrene saçılırken bir festival daha yasaklanıyor. “Bir beni mi unuttular bu memlekette?” hissi… Özledikçe dinler dinler rıhtıma dalarım, diyorum kafama düşen meteoru öperken.


Taner Öngür (Müzisyen)

1967 yaz sonu, iki yıldır bas gitarist olarak çalışmakta olduğum Okan Dinçer & Kontrastlar grubu faaliyetine son verince, bana iki yerden teklif gelmişti; Cem Karaca & Apaşlar ve Erkin Koray dörtlüsü. Ben çocukluğumdan beri idolüm olan Erkin Koray dörtlüsünü tercih ettim. Grupta, ritim gitarda ilk grubum olan Volkanlar’dan Tuncer Dürüm ve davulda Erkin Koray dörtlüsünün kıdemli müzisyeni Sedat Avcı vardı. Birkaç provadan sonra, hayatımda ilk defa onlarla birlikte bir stüdyoya girdim, 18 yaşındaydım, bir yüzünde “Çiçek Dağı”, diğer yüzünde “Hop Hop Gelsin” isimli şarkıların olduğu bir 45’lik plak kaydettik. Hemen arkasından bir Anadolu turnesine çıktık, bu da ilk çıktığım turne idi. Yani kısacası, müzik hayatımda birçok ilki Erkin Koray ile yaşadım. Çok genç olduğum için Erkin bana bir abi gibi davranıyordu. Zaten bütün dostları ve arkadaşlarına karşı çok nazik bir insandı, fazla konuşmayı sevmez, ciddi olmasına rağmen çok iyi bir mizah duygusuna da sahipti, siyaseti sevmezdi ama ülkede birçok şeyin yolunda gitmediğinin farkındaydı. 1989’da Fatma Girik SHP’den Şişli Belediye Başkanı seçildi, Erkin Koray seçim kampanyasında birebir yer aldı, Fatma Girik’e destek oldu. Şişli Belediyesi Kültür Dairesi’nde danışmanlık yapmaya başladı; amacı rock müzik adına bir şeyler yapmaktı. Birçok ilginç fikri ile pek kimse ilgilenmeyince küstü ve SHP üyeliğinden ayrıldı. Bir sonraki seçimlerde SHP’nin ilgisizliğine tepki olarak MHP’ye oy verdiğini açıkladı, aslında Atatürkçü ve sosyal demokrat biriydi… Şimdi ölümünün hemen arkasından “Erkin Koray MHP’li idi” diye linç yiyor, korkunç bir saçmalık. Bir Amerikan yerlisi bilge gibi onuruna ve ruhsal özgürlüğüne çok düşkündü. Bu anlamda çok sıkıntı çekti ve anlaşılmadı, yani gerçek psikedelik bir insan ve sanatçı olarak bu ülkeye biraz fazlaydı. Bu dünyadan göçmesi benim için çok şaşırtıcı oldu, çünkü birkaç ay öncesine kadar WhatsApp vasıtasıyla görüşüyorduk. Yeni şarkılar ve kayıtlar yaptığını; bunları Unkapanı mafyasından koruyarak nasıl yayımlayabileceğini konuşuyorduk. Söylenecek çok şey var aslında ama ben burada bitireyim, ona sonsuz yolculuğunda yolun açık olsun dileğinde bulunarak.


Ilyas Ahmed (Müzisyen)

Erkin Koray hakkında söylenecek çok fazla şey var ama aklıma ilk gelen şey 2000’lerin başlarında solo müzik yayımlamayı düşündüğüm zamanlar geliyor. Bağlantı kuramadığımı, beyaz olmayan biri olarak kimliğimin kafamı karıştırdığını, yeraltı müzik sahnesinde “beyazlığın” yıldırıcı dominantlığının nasıl hissedildiğini hatırlıyorum. Geçmişe bakınca, kendi deneyimime dair bir şeyler söylediğini hissettiren müzikler için bitmek bilmeyen bir arayış içindeymişim gibi geliyor. Tesadüfen Erkin Koray’ın 2 albümünün bir kopyasıyla karşılaştım ve hem müzikal hem farklı anlamlarda beni çok farklı yönlerde ateşledi. Daha büyük, kısıtlanmamış, sonsuz bir şeye ulaşmak için gerçek ve hayali sınırlar hakkında sahip olduğum birçok soru işaretini nasıl aşacağıma ve bunu muhtemelen başarabileceğime dair bir işaretti. Bu, sayısız pan-kültürel etkileşimi, yeni ve tamamen birleşik bir şekilde sentezleyen bir müzikti. Bazen şansınız yaver gider ve ihtiyacınız olduğunu bilmediğiniz şeyi bulabilirsiniz.

Sana çok şey borçluyum Sayın Koray, huzur içinde yat efsane!


Fotoğraf: Sayıl Eman, 1970, Erkin Koray’ın evinde. Hürriyet arşivinden.
Murat Ertel (BaBa ZuLa / Zen, müzisyen)

Erkin Abi acaba Esentepe Sağlam Fikir sokaktaki Suna Abla’nın evine geliyor muydu? Büyük olasılıkla geliyordu, büyük ihtimalle de görmüşümdür ama hiç bilmiyorum. Ahmet Güvenç’e bir sormam lazım. Onu ilk konserlerde gördüm. Ailem dinlemiyordu. Ailemin dinlediği Anadolu popçular ya da Türkiye’den psikedelik müzisyenler daha çok Selda, Moğollar, Fikret Kızılok, Esin Afşar gibileriydi. Bunalım o evde prova yapıyordu, ben de onları izliyordum. Sonra Erkin Koray Yeraltı Dörtlüsü oldular. Bence Erkin Koray’ın en iyi dönemi odur. Bir şekilde Bunalım’ın Erkin Koray’la çalma durumu. En has, en inanılmaz orkestrasyon ve performansın o dönemden olduğunu düşünüyorum. Tabii ki sonrasında da çok güzel albümler çıktı. Elektronik Türküler albümünü unutamam örneğin. Ruhi Su’dan canlı canlı dinlediğim “Türkü”yü Erkin Koray’ın yorumlamasını çok beğenmiştim. Değişikti, baya farklıydı.

Türkiye’de rock müzik denince akla ilk gelen isimlerden biri bence. Bunun dışında tabii besteci tarafı, düzenlemeci tarafı, vokalistliği, şarkı sözü yazarlığı tabii ki çok güzel. Ama en çok, en çok gitaristliğinden etkilenmişimdir. Lise 1’deyken ilk elektro gitarımı almıştım. O zamanlar Gibson Les Paul çok ağır geliyordu bana, seviyordum tabii ama SG’ler çok dikkatimi çekiyordu. The Doors’u çok seviyordum, Robby Krieger’da SG vardı. Frank Zappa’yı çok seviyordum, Jerry Garcia’yı çok seviyordum. Bu insanlar hep SG çalıyorlardı. Cream’in en sevdiğim dönemi de Eric Clapton’ın SG çaldığı zamanlarıydı. Dolayısıyla SG’ye bir ilgim vardı ve bu ilginin Erkin Koray’la çok alakası vardı tabii. Onun efsanevi beyaz 1961 SG’sini çok etkilenerek izliyordum. Üzerindeki vibrato kolu ile çok güzel bir teknik geliştirmişti. Les Paul’un mucidi Les Paul, kütük adı verilen modeli yerine eşi için bir gitar tasarlamıştı. Bu da SG’nin kendisiydi. Erkin Abi’de de işte daha Les Paul adı verilmeden önceki hâli duruyordu. Efsaneydi bu gitar, herkes onu konuşurdu. Ben de kendime gidip 1963 model bir Gibson SG aldım. Erkin Koray’ın da payı burada büyüktür gerçekten.

Bunun dışında Erkin Koray’ın birçok konserine gittim ve her biri müthişti bence. Tek başına çaldığı dönemleri de çok seviyorum. Niye olmasın? İlginçti, davul makinesi ve klavyeyi kullanarak çok güzel bir sound çıkarıyordu. Grup konserlerine de gittim ama Erkin Koray’ın çok daha fazla ve özellikle büyük yerlerde daha çok konser verebilmesini isterdim. Bence yeterince değer verilmedi, özellikle 1980’lerden itibaren Erkin Koray’a. Çok daha fazla çalmalıydı. Gerçekten her konseri muhteşemdi.

 Kendisiyle yollarımız da kesişti aynı zamanda. Stüdyomuza geldi, beraber takıldık, muhabbetler ettik. Çok hızlı araba kullanırdı. Gerçekten inanılmaz hızlıydı, toz yutturuyordu. Bazen o önden gidiyordu, sonra polislerle konuşurken onu buluyorduk. Bir şekilde hâllediyordu, çok komikti. Bir de güzel bir anım var. Bir gün Erkin Abi beni aradı ve bir grup topladığını, benim de o grupta yer almamı istediğini söyledi. Elektro saz çalmamı istiyordu. Ben bunu bazı nedenlerle reddettim. Çok güzel, onur verici bir şeydi. Ona olan sevgim ve saygım sonsuzdu gerçekten. Ama o sıralarda böyle bir şey yapmak istemiyordum. Aradan bir süre geçti, yine aynı teklifi yaptı, yine aynı şey oldu. Ben onun böyle düşünmesinden çok onur duydum. Ona karşı olan hayranlığım, sevgim ve saygım sonsuz. Bunun öyle kalmasını da istedim. Hâlâ da ona olan hayranlığım devam ediyor. Müziklerinden ilham almaya devam ediyorum. Çok önemli bir sanatçı. Bazı sorunları ya da garip senaryoları olabilir, onları düşünmek istemiyorum. Hangisi doğrudur, hangisi yanlıştır, onu da bilmiyorum. Bir müzisyen olarak, bir sanatçı olarak bende harika bir hatırası var. Bu hatıra da yaşayacak, hep beraber yaşatacağız.


Ebru Yıldız (Fotoğrafçı)

Türkiye’de büyüdüyseniz, Erkin Koray’ın müziğini ıskalamış olamazsınız. Kültürün içine, hatta dilimize işlemiş bir müzik. Deneseniz bile, yapamazsınız. Bilinçli ya da bilinçsizce, hepimiz onun müziğiyle büyüdük, hepimizin içinde köklendi bu müzik. Karşı koyulamayacak bir tesir onunki. Ve ben de bunun için sonsuza dek minnettarım. 

Bir zamanlar üzerinde çalıştığım Türkiye Müziği projesi için onunla buluşma ve onu fotoğraflamak gibi gerçek üstü bir şansım oldu. Bunun nasıl mümkün olduğunu hep anlatırım çünkü gerçekten en sevdiğim hikâyem bu. Kısaca beni epey uğraştırdı diyeyim. En sonunda tüm çabamı takdir etti ve bu projenin benim için ne kadar anlamlı olduğunu anlayarak bir şekilde bana inandı. En azından bana “Artık fotoğraf çekimleri yapmasam da senin bu işe kalbini koyduğunu gördüğüm için bu çekimi yapmak istedim.” dediğinde bunu düşünmüştüm. Bu benim için her şey demekti. Ve benim, yaptığım şeye inandığım müddetçe her şeyin yolunda olacağına güvenmemi sağladı. Bu da o zamandan beri yaptığım her şeyin temel taşı oluyor.

Onunla buluşmadan önce çok gergin olduğumu hatırlıyorum. Bir sürü insan beni korkuttu; gelip gelmeyeceğinin belli olmayacağı, çekimi bir anda durdurabileceği gibi şeyler söyledi. Bunların hepsi, hâlihazırda Türkiye’den bir efsaneyle tanışacağım için yaşadığım stres ve gerilimin üstüne kat çıkıyordu. Hakkında duyduğum her şeyin tam tersi bir şekilde; tanıştığım, hayatımda tanıdığım en kibar, nazik, saygılı kişiydi. Gönlü zengin biri ve bir beyefendiydi.  Bir şekilde insanlar onun hakkında gerçekliğinden farklı bir izlenime sahipti, onun hakkında efsaneler yaratıyorlardı. Bunun birçok ünlü insanın başına geldiğini tahmin ediyorum. İnsanlar sadece bir şeyler uyduruyor. Beraber New York’ta da biraz vakit geçirdikten sonra onu biraz daha fazla tanıyabildim. Çok dürüsttü, her zaman sözlerini çok dikkatli bir şekilde seçiyordu. Aynı zamanda sevgi dolu ve şefkatli bir babaydı. Kendine çizdiği yolda onurlu bir hayat yaşadı.

Hayatını kaybettiğinden beri, onunla sohbetlerimizi düşünüyorum. Sanki bir gün onları unutacağımdan korkarak hepsini iyice aklıma kazımaya çalışıyorum. Hepsinden ayrı bir yerde duran bir sohbetimiz var. WhatsApp’ta, birlikte çalışacağımız bir belgesel ihtimali üzerine konuşuyorduk. Mitchell ve bana projenin nasıl gözükmesini istediğimize ilişkin bir örneğimiz olup olmadığını sormuştu. Sonra da neredeyse ânında, “Bir örneği olması şart da değil tabii ki… İLK Örnek biz oluruz…” demişti. Ona bazı kısımlarını sevdiğimiz bazı belgeseller olduğunu ama hiçbirinin aklımızdakilere uymadığını söylediğimde de “ÖRNEKSİZ olmayı da severiz” demişti. Yani tam orada, tek bir mesajla tüm hayatını özetledi. Ne kendisinden önce gelmiş olan ne de onu takip edecek herhangi bir şey ya da kişiyle kıyaslanabilecek biri değil. Onun gibi birisi daha yok. Çok fazla değer, onur ve gururla sıra dışı bir hayat yaşamış, sıra dışı bir insan.

Dünyanın ta öbür ucuna, işine ve mirasına yapılanlara karşı adalet aramak için geldi; haksızlığı kabul etmedi ve sonuna kadar da buna karşı savaştı. Bunu bile çok itibarlı bir şekilde yaptı. “Onun çocukları” olarak, bu mücadeleyi sürdürmemiz gerektiğine hiç şüphem yok. Bunu yapmazsak, onu hak etmiyoruz demektir.


Mitchell King (D’nt / müzisyen, fotoğrafçı)

Erkin Koray’ın müziğiyle tanışmam, eşim Ebru Yıldız’ın tavsiyesiyle, Ankara’da “Estarabim”in 45’lik plağını almama denk geliyor. Eve dönüp New York’taki prova stüdyomuzda arkadaşlarımla dinlediğimizde çok heyecanlanmıştık ve sonraki aylarda orada en çok çalan şeylerden biri oldu. Hâlâ da öyle, inanılmaz zenginlikteki kataloğunun geri kalanıyla birlikte.

Sonraki yıllarda Erkin Bey’le Türkiye ve New York’ta zaman geçirme şansı yakalayacak kadar şanslıydım. İçinde bulunduğu her ortamı doldurabilen, dingin bir nezaketle dengelenmiş keskin bir yoğunluğu vardı. Her zaman mükemmel bir beyefendiydi. Onu tanıyabildiğim ve müziğini bildiğim için minnettarım. 

Huzur içinde yat Erkin Koray. Müziğin dünyaları aştı ve zamanları aşındırmaya da devam edecek.


DJ Fitz (DJ, turne menajeri, booking agent, arşivci)

Erkin Koray hayatımı değiştirdi. Bu bir gerçek.

1999 yılıydı; Williamsburg, Brooklyn’deki Bedford Avenue’dan aşağı yürüyordum. Bir evin önünde plaklar satan bir adam gördüm. Bir müzik tutkunu, DJ vs olarak ilgimi çekmişti. Bunun 1999 olduğunu unutmayın; streaming yok, iPhone yok, android yok, internet müzik kültürü yok. Sadece plaklar, kasetler ve CD’ler. O zamana kadar sadece batı müziklerini biliyordum; çoğunlukla soul, funk, reggae, caz, hip hop vs. Tezgâhta alışılmış albümleri gördüm, Fleetwood Mac, Frampton Comes Alive, Mike Bloomfield ve Al Kooper’dan Super Session, nasıl olduğunu biliyorsunuz. Sonra bu albümü gördüm: Erkin Koray – Elektronik Türküler. Satan adama bu albümün ne olduğunu sordum, hiçbir fikri olmadığını söyledi; yıllar önce birileri evinde bırakmış. Ne kadar olduğunu sordum, 5 dolar dedi, “Satıldı” dedim. Eve gittim ve dinlemeye başladım. O gün benim Türkiye’den albümler ve müzisyenleri sevme, arayıp bulma serüvenimin başlangıcıdır. Takip eden yıllarda Türkiye’ye yaptığım yolculuklarla, Bant Mag. ve Grup Ses gibileriyle olan dostluklarımla Türkiye’de 60’lardan 90’lara kadar uzanan zaman diliminden pek çok harika albüm daha keşfettim. Eğer bir tane seçmem gerekecekse, Elektronik Türküler’in listenin tepesinde olduğunu düşünüyorum. Anadolu kafiyeleri, rock ve psikedeliyle karışmış derin duygulu groove ile çalınan folk şarkıları!


Randall Dunn (Master Musicians Of Bukkake / müzisyen, prodüktör)

Huzur içinde yat Erkin Koray (1941-2023). 2009’da grubumla birlikte Türkiye’ye de uğrayan bir turne yapmıştık. Daha önce oraya iki kez gitmiştim ve yavaş yavaş Erkin Koray’la tanışma görevindeydim.

Orada tanıştığım bir arkadaşım sonunda bir buluşmanın mümkün olmasını sağladı. Türkiye’ye vardıktan sonrası çok gizemli ve uzun bir süreçti. Gelecek miydi? Yoğun hisler ve tereddüt çıldırtıcıydı ama bir şekilde Erkin gibi efsane ve azametli birinden tam olarak böyle bir şey beklerdiniz. Onun büyüklüğünde birinin yapacağı gibi geç geldi ve bizi beklentiye soktu. Ama yanımıza geldiğinde harika bir şekilde şevkli ve gizemliydi. O bazı hikâyeler anlattı ve ben de onun çalışına ve müziğine duyduğum takdiri, sesinin derinliğine duyduğum saygıyı paylaşabildim. Zarif ve kendine hâkim biriydi. Bir sürü kişi onun ne kadar gözden uzak olduğunu, o günlerde neredeyse kimseyle buluşmadığını söylemişti. Etraflıca düşünülmüş olan yeni bir rock müzik albümü yapma fikrimi ortaya attım ve bu onun ilgisini çekti. Hatta Erkin’in, nihayetinde Meçhul ismini alacak, ilk izinli yeniden basımlarının Sublime Frequencies plak şirketi aracılığıyla yayımlanması için Mark Gergis’le çalışma fikrini de sundum. O buluşmadan sonra onu birkaç kez daha İstanbul’da ziyaret ettim ve birlikte vakit geçirdik. Müzik ve işi bir bütünlük içinde yapmak onun için çok önemliydi. Bir sürü yemek yedik ve çok fazla şey hakkında konuştuk. Bu sohbetler harikaydı: Gitar çalmaya nasıl başladığını; “doğu”ya, blues’a, sert rock müziğine dair bakış açısını ve çok daha fazlasını dinlemek… O zamanlar onu Türkiye’deki son görüşümde, dondurma yiyerek kahkahalar atmıştık. Bana “konuşmamız gerek” demişti. Biraz zaman geçti ve bir telefon aldım: “Randall, ben Seattle’a geliyorum, lütfen hazırlan.” Fikirler geliştirmeye ve kayıtlar için çalışmaya başlayabilecek bir grup oluşturmaya başladım. Erkin Seattle’a geldi ve müziğinin derinliklerine dalarak, konserlere giderek ve Sun City Girls ekürisiyle takılarak sıkı zamanlar geçirdik. Bir gece Erkin’in Alan Bishop’a “Siz hepiniz kendinizi buranın tehlikeli olanları sanıyorsunuz, değil mi?” dediğini ve kahkahalar attığını hatırlıyorum. Özel bir zamandı. Şarkılarını taramak ve onun hayatının bir parçası olmak, ailevi ve harika bir histi. Sonra birkaç kez daha geldi. Yaptığım bazı performans ve seanslara geliyordu ve benim için içten içe bir onay ve desteği vardı. Bunu hiç unutmam. Ne yazık ki Türkiye’deki değişimlerden dolayı albümü bitirme şansımız asla olmadı. Ama bu mühim sohbetler, onun ilk resmî ve tasdikli reissue albümünü mümkün kılmıştı. Benim için reissue kültüründe birçok sanatçının yaşıyor ve ulaşılabilir olması her zaman çok önemliydi; onlardan hâlâ bir şeyler öğrenilebilir ve onlarla etkileşim kurulabilir. Birçok plak şirketinin yapmaya devam ettiği gibi onlardan çalmak yerine onlara danışılabilir. Birer koleksiyon objesi değiller; kıdemli ve çok önemli kişiler. Erkin’in Orta Doğu’daki rock müzik üzerindeki etkisinin hakkını yeterince vermenin bir yolu yok. Sesinin de aynı şekilde. Gerçekten Erkin Baba’ydı ve onu içtenlikle özleyeceğim. Birlikte geçirdiğimiz zamanlar için çok minnettarım. Türkiye’deki tüm devrimci sanatçılara sevgilerimi iletiyorum.


Gaye Su Akyol (Müzisyen)

Bazı insanlar hiç ölmeyeceklermiş gibi. Henüz dünyadayken bile bir başkalık, buraya ait olmayan bir mevcudiyet, bu seyyareye hiç benzemeyen farklı zaman ve mekândan koparılmış, yalnızca belli süre faniliğe bahşedilmiş bir derya, tüm sıkıcılığı ve umutsuzluğuyla akan gerçekliği, gerçeküstü kıldıktan sonra görevini tamamlayacakmış gibi bir farkındalık. 

20’li yaşlarımın başında o dönemki grubum Toz ve Toz’la “Krallar”ı yeniden aranje etmiştik. Erkin Koray’ın en sevdiğim şarkısıydı. Siyah beyaz videosunu kaç bin kere seyrettim bilmiyorum. Cihanın en absürt sözlerini söylerken herkese ve her şeye kafa tutan bu Don Kişot’la arkadaş olmak istiyordum, gözümün içine bakarak “Oturmuş gökyüzünde konuşuyor krallar” diyişinde garip bir aidiyet buluyordum, saatte 180 km hızla giden bir Cadillac’taydım, arabayı ben kullanıyordum ve benzinim kesinlikle bu şarkıydı. Belli bir noktasında davulcunun attığı solo beni formların, müziğin, şeylerin kuralsızlığı ve sınırsızlığı üzerine ikna ediyordu. 

Beni bu topraklarda gitar müziğiyle, buluşlarıyla en çok etkileyen insandı. Anadolu Psychedelia’sının ferah fezasına da Erkin Baba tarafından ikna edilmiştim. Ülkede bi şeyler kötü gitse, varlığıyla, sırf 60’larda 70’lerde yaptıklarını düşünerek bile avunurdum. Her mucit gibi, en çok parlayan yerlerinden vurulmaya çalışıldı. Bağnazların, vizyonsuzların tepesine tepesine indi gitarıyla. İstediği gibi yaşadı, istediği gibi gitti.

Çok üzgünüm, geçer, yerini sonsuzluk alır. İyi ki vardın, iyi ki varsın Erkin Koray. Ezelden ebede var olacaksın.

Her şey için teşekkürler.

Anadolu psychedelic müziği sonsuza kadar sana müteşekkir, ateşin ateşimizdir.

Yine bir yerlerde kavuşmak üzere.


Fotoğraf: Sayıl Eman, 1970, Erkin Koray’ın evinde. Hürriyet arşivinden.
Tolga Akdoğan (Adamlar / müzisyen)

Rock’n Roll
Anadolu
Yeraltı
Arap
Hint
Psikedelik
Nevi şahsına münhasır 
Öncü ve sapasağlam bir kişilik
Mücadeleden keskinleşmiş dişleri
Pek bilinmez yüzünde bıçak izleri
Üfler beyaz SG’den aşkını elektrik
Ve doğurur bataklıkta bir lotus

Bir varmış..
Bir yokmuş…
İlahi Morluğa bu zorluğu sormuş

Dediği

Aynıyla vaki

Canıyla bizi de gezdirdi
Bol baharatlı bir lezzetti
Gökte kat kat turlattı
Ve yerde 
Hayat katarının en arka vagonunda 
Elindeki sarı madenden boruyla üfledi
Çöh çöh çöh çöh!
Gerisi malum…
Aum.


Derya Yıldırım (Müzisyen)

“Estarabim estarabim, sağdan soldan estarabim…” diye kardeşimle Erkin Koray’a eşlik ederdik. Yıl 1999, babamın arabasındayız; bizi müzik okuluna götürüyor, çok mutluyuz. Henüz altı yaşındaydım ve bu şarkının kalbimde her zaman özel bir yeri olacağını biliyordum. 

Başka bir kozmosta görüşmek dileğiyle.


Ahmet Uluğ (Organizatör, Babylon ve Omni Sound kurucusu)

Erkin Koray, 2002-2008 arasında Babylon’da, 2004’te de Rock’n Coke’da çaldı. 2002’de ona ulaşmak hiç de kolay olmadı, çünkü menajeri de ajansı da yoktu. Ona ulaşılabilecek bir cep telefonu da yoktu. Sadece dolaylı yoldan ona ulaşabilecek birkaç kişi üzerinden iletişim kurmaya çalışmıştık Babylon’da çalması için. Biraz vakit geçti, hatta aylar geçti. Bir gün bir telefon geldi, karşımızda Erkin Koray. Ofisimize gelip bizimle görüşmek, bizle tanışmak istedi. Geldiğinde esasında temkinli, sanki biraz içine kapanık gibi ama gerçekte öyle değil, babacan, karşısındakine pek de güvenmeyen ve kendisini korumaya çalışan biri izlenimi vermişti. Şan, şöhret, ün, bunlar onun için önemli şeyler değildi ama hakkını da korumaya çalışıyordu, hakkı olanı almak istiyordu. Yaptığımız görüşmede bize güvendi ki altı sene boyunca Babylon’da defalarca çaldı. Hatta 2004’teki Rock’n Coke konserinden bir bölüm Fatih Akın’ın Crossing the Bridge belgeselinde var. Herkese ona bakmasını tavsiye ederim. 

Erkin Koray ulaşılması zor; ulaştığında da güvenini kazanmak zorunda olduğunuz bir insandı. Onunla çalışmış olmaktan büyük keyif duyuyoruz.


Kerem Özyeğen (mor ve ötesi / müzisyen)

Gitara başlamamdaki en büyük ilhamdı Erkin Abi. Babamın iyi arkadaşı olduğu ve Elektronik Türküler plağını hediye getirdiği için (ve o plakla küçük yaşımda kurduğum bağ sebebiyle) aliemin bir parçası olan kahraman dayım gibi hissederdim. Zaman içinde de iletişimimiz kesilmedi, desteğini hep hissettim. Bu zorlu coğrafyada açtığı yollarla bizim gibi birçok müzisyene, gruba ışık oldu, olmaya da devam edecek. 

Dünyaya iyi ki uğramış büyük ruh, canımız babamız, tekrar görüşünceye dek, uğurlar olsun.


Jeff Matz (High On Fire, Mutoid Man / müzisyen)

Erkin Koray’ın müziği, öncüsü olduğu Anadolu rock dünyasına attığım ilk adımdı. Bir arkadaşım aracılığıyla ilk albümündeki bazı şarkıları duydum ve ânında vuruldum. 60’lar / 70’ler psikedelik sound’unu, geleneksel melodilerle kaynayan fuzz gitarları, ritimleri, sesinin güzelliği ve saflığını sevmiştim.

Daha güçlü folk etkileşimli üretimlerini keşfettiğimde beynim uçmuştu. “Fesuphanallah”, “Şaşkın”, “Estarabim” ve “Türkü” gibi şarkılar; akılda kalıcı bestecilik, geleneksel sesler ve enstrümantasyonun mükemmel bir karışımıydı. O zamanlar hâlihazırda çok fazla Türk halk müziği dinliyordum ve bu tatlardan daha fazla duymak için iştahlıydım. “Fesuphanallah”ta nakarattan önceki muhteşem zurnayı duyduğumda neredeyse aklımı kaybetmiştim. Ve Elektronik Türküler albümünü açan “Karlı Dağlar”daki bağlama sound’u… Gerçekten içimde bir şeyleri karıştırmıştı.

Müziği sevdiğim pek elementi barındırıyor: Ağır, sallantılı, dokunaklı, güzel, geleneksel, yenilikçi ve ruhla dolu. Kataloğu çok geniş bir çeşitlile sahip, hâlâ daha önce hiç duymadığım gizli güzellikler keşfediyorum. Çok uzun olmayan bir zaman önce arkadaşım Güray, Ter’le birlikte 1972’de kaydettiği harika bir şarkıyla tanıştırdı. “Hor Görme Garibi”,  muhtemelen yıllardır dinlediğim en çiğ, alevli rock’n’roll şarkılarından biri, zamanının çok ötesinde.

Erkin Koray’ın müziğini keşfederken, onun adımlarını takip etmiş birçok başka harika Anadolu rock müzisyeniyle tanıştım; âşık olduğum müziğin dünyasına dair gözlerimi açtı.

Ailesi ve arkadaşlarına baş sağlığı diliyorum. Huzur içinde yat Erkin Baba. Gerçek bir kâşif. Işık tuttuğun yol için ve bize verdiğin müzikal hazineler için minnettarım.


Barkın Engin (Replikas, Reverie Falls on All, Pitohui / müzisyen)

Replikas tarihinin dolayısıyla da kişisel müzikal tarihimin kilit isimlerinden biridir Erkin Koray. Çocukken klasikleşmiş yorumlarına aşinaydık elbette ama esasen 90’lı yılların ortasında müziğini derinlemesine incelemeye başladık. Bu da o dönem bizlere hem çok yakın hem de çok uzak olan bir kültürel mirasın kapılarını açtı. Kişisel favorim olan 1980 öncesi kayıtlarına ulaşmak kolay değildi; hepsini dinleyebilmek yıllar aldı. 

Kendisiyle birebir tanışma fırsatım olmadı ama hafızam yanıltmıyorsa iki kere yollarımız kesişti. 18 Haziran 2000 tarihinde, babalar gününde eklektik bir line-up ile Kemancı’da kendisi için kısa bir set çalmıştık. Seçtiğimiz şarkı daha sonra Avaz albümüne de dâhil etmek isteyip başaramadığımız “Gün Doğmuyor” idi. Sahnedeyken pop star Çelik ile mekâna gelip bizi izlemisti. Çalarken bu ikiliye şaşırdığımı hatırlıyorum.:)

15 Haziran 2007’de ise onunla aynı festivalde sahne almıştık. O dönem ünlenmeye başlayan bol sohbetli konserlerine de şahit olmuş olduk böylece. Kesintisiz çaldıkları enfes 1974 Nazilli konserinin bir anlamda tam tersine bir duruş diye düşündüğümü hatırlıyorum.

Hayatlarımıza kattıkları için müteşekkiriz. Huzur içinde…


VEYasin (Hey! Douglas,  Mode XL / müzisyen)

Erkin Koray, Anadolu coğrafyasında yeraltı müziğinin kurucu babasıdır. Zamanın ötesinde müzikler yapmıştır. Araştırmacıdır ve değişim taraftarıdır. Farklı kültürlerin bakış açılarını sentezleyerek müziğine yansıtabilme konusunda öncüdür ve ustadır. Onun müzikal kariyeri bizler için öğreticidir, hayat hikâyesi ise zaman kazandırıcıdır. Farklı disiplinleri bir araya getirerek ve teknolojiyi iyi kullanarak eserler üretebilmesi, Hey! Douglas’ı yaratma sürecinde bana ilham vermiştir, yol gösterici olmuştur. 

Kendisine minnettarız. 


Daniel Spicer (Yazar, yayıncı, şair)

10 yıl kadar önce, kitabım The Turkish Psychedelic Music Explosion: Anadolu Psych 1965-1980 için araştırmalar yaparken, bu müziğin orijinal öncülerinden olabildiği kadar fazla kişiyle konuşmak istemiştim. Şansıma Selda’yla Londra’da röportaj yapabilmiştim, sıradaki hedefim bir numaralı gizemli-gitar-kahramanı Erkin Koray’ın izini sürmekti. Ben İngiltere’de yaşıyorum, o ise Kanada’daydı o zamanlar; ben de bir Skype sohbetinin en iyi umudum olduğunu anlamıştım; şimdilerde yayın olan Zoom toplantılarından epey zaman önceydi. Neyse, bir şekilde menajerinin e-mail adresine ulaştım ve bir talep geçtim. Hiçbir cevap gelmedi. Sonraki birkaç ay boyunca röpotaj taleplerine devam ettim, hiçbiri cevaplanmadı.  Sonra bir gün, hiç beklemediğim bir anda harika beyefendinin kendisinden bir cevap aldım. Turnedeydi ve birkaç günlüğüne New York’ta olacaktı. Onunla buluşup röportaj yapmam için Big Apple’a uçmamı öneriyordu. Tabii ki bütçem ani okyanus aşırı uçuşları karşılayamıyordu, ben de işlerimi bir anda bırakamayacaktım. Yaşayabilmek için para kazanmaya devam etmem gerekiyordu. Bunları ona izah ettim ve bir telefon görüşmesi için şansımı zorladım, ama bu gizemli Sayın Koray’dan aldığım son dönüş olmuştu. Onunla hiç konuşamamış olmam çok yazık ama bu deneyim, 70’lerinde olsa bile turne yaşantısına, spontane ihtimallerin kıvılcımlarına tam anlamıyla kendini adamış olan; ömürlük rock’n’rollcunun zihnine ilginç bir pencere açmış oldu.


Ben Chasny (Six Organs of Admittance, Comets on Fire Rangda / müzisyen)

1996 yılı dolaylarında eski grubumla Holy Mountain plak şirketinden bir albüm çıkardık. O zamanlar olabildiğince fazla sound’u yutmaya çalışıyorduk. Plak şirketinin sahibi JW bize daha önce hiç duymadığımız ve her birinin bizi ele geçirdiği şarkılardan oluşan bir karışık kaset yaptı. Biz de bu sanatçıların bulabildiğimiz kadar izini sürdük. Karışıktaki favori müzisyenim Erkin Koray’dı. Daha önce onun gibi bir şey duymamıştım. 1998’de arkadaşım Russ Waterhouse’u ziyaret etmek için New York City’ye ilk girişimde tek bir görevim vardı: Bir Erkin Koray plağı bulmak. Şanslıyım ki Russ, bunlardan birinin olduğu bir plak şirketi biliyordu. Bana ait bir Erkin Koray plağı. Cennetteydim. Birkaç yıl ileri saralım, 2009’da Seattle’da yaşadığım zamanlarda dostum Randall Dunn, Erkin’le arkadaşlık kurmuş ve onu Alan Bishop’la resmî bir Erkin Koray albümü yayımlamak için konuşmak üzere ağırlıyordu. O zamana kadar gördüğüm tüm plakların kopya olduğunu ve onun bunlardan hiç para kazanmadığını öğrendiğimde şok olmuştum. Biriktirdiğim tüm Erkin Koray albümlerini düşünüp biraz utanmıştım. Yine de harika bir akşam üstüydü ve Erkin’le Seattle’daki Rock & Roll Museum’da takılma şansım vardı. Hendrix’in gitarından parçalara, yanımda “Türkiye’nin Jimi Hendrix’i” olarak tanımlandığını duyduğum biriyle bakmak sürreel bir şeydi. Sonrasında hep birlikte yemeğe gittik ve özellikle Erkin’in zamanında Barış Manço’nun ne kadar havalı olduğuna dair bir şeyler anlattığını hatırlıyorum. Hiçbir zaman unutmayacağım bir akşamdı. Sonra arkadaşlarım James (Hakan Dedeoğlu) ve Aylin (Güngör) beni çalmak için İstanbul’a getirdi ve Erkin’in bir ay sonra konseri olduğunu gördüğümde çok heyecanlanmıştım. Kaçıracak olmak üzücüydü ama konser salonunun üzerinde Erkin’in fotoğrafı olan takvimini aldım ve eve döndüğümde New York’ta aldığım plağın içine koydum. Ne efsane ama! Ailesine, dostlarına ve sevenlerine baş sağlığı diliyorum.

Fotoğrafı da buldum! Müzede, Jimi Hendrix’in “Butterfly” kostümünün önünde duruyoruz. Ha!


Zach Cowie (Turquoise Wisdom / DJ, koleksiyoner)

Erkin Koray’ı, ilk olarak Comets on Fire ekibinden 2000’lerin başlarında duymuştum. Anında psikedelik gitar kahramanlarım listesine eklenmişti. Boğaz’ı ikiye ayırabilecek, belirgin bir çalışı vardı. Sonsuza dek özlenecek.


Merve Erdem & Kit Martin (Kit Sebastian)

Kit Martin: Erkin Koray’ın müziğiyle ilk defa Elektronik Türküler‘i plak olarak aldığımda tanıştım. Fransa’da sıcak bir nisan ayıydı, bu albümü dinlemeyi bırakamıyordum; Türk müziği ile olan ilk temaslarımdan biriydi. Daha önce ismini duymuştum, Kuzey Londra’da bulunan süper 8 kameralar ve filmler satan ilginç bir dükkânda, duvarında ona ait olduğu söylenen bir bağlama asılıydı. Bu doğru mu yoksa sadece bir efsane miydi, bilemiyorum; ancak bu detayın tuhaflığı beni etkilemişti. Türk müziği ve kültürüne pek aşina olmayan biri olarak, Erkin Koray doğal bir yaratıcılıkla öne çıkıyordu ve Türk halk kültüründen ilham almasına rağmen müziği tüm uluslardan insanlar tarafından kolayca anlaşılabilir doğal bir ritme sahipti.

Merve Erdem: Erkin Koray’ın müziğiyle ilk nasıl tanıştığımı tam olarak hatırlamasam da şarkılarını dinlediğimde hissettiklerimi çok net bir şekilde anımsıyorum. Çocukluk yıllarımda, kafamı en sağlıklı biçimiyle allak bullak eden bir müzisyendi ve şarkılarına neredeyse takıntılı bir aşkla bağlıydım, hâlâ da öyleyim. Erkin Koray, bilinçaltımızın derinliklerine işlemiş zıtlıkların bir sentezi gibidir, hem son derece nadir ve özgün hem çok anlaşılır ve ulaşılır, hem aykırı ve hayata meydan okuyan bir kural tanımazlık emsali hem de barışçıl ve hoşgörülü, hem arabesk hem rock’n roll, hem vahşi hem medeni, hem yerel hem de dünyayı kapsayan hatta onu aşan bir süper kahraman. Kendinden ödün vermeden, kendini olduğu gibi kabul ettirmeyi ve benzersiz varoluşuyla herkese bir şeyler katmayı başarabilen bir sanatçı. Besteleri ve sözlerinin derinliğinin yanı sıra kendine has sound’u ve prodüksiyonuyla da müziği deneyimleme fırsatı veren öncülerden biri. Özellikle lise yıllarımın karmaşık dönemlerinde, temsil ettikleriyle, gitarı, sözleri ve o cool duygusallığıyla ruhumu zenginleştiren, bana zıtlıkların gücünü ve uyumunu öğreten Erkin Baba! Müziğinin izleri, tarihin sonsuzluğuna uzanan, kalıcı bir hazine olacak. Hayatlarımızı ve kulaklarımızı zenginleştirdiğin için teşekkür ederiz!


Cihan Önder (Congulus / müzisyen)

Erkin Baba ile tanışmam 1989 veya 1990 olmalı. Bir şekilde çocuk zihnime yerleşen, iz bırakan, biraz da yarım yamalak bir imge var: Tüplü televizyonda uzun saçlı bir adam, yüzünde neon boyalarla şarkı söylüyor. Parçanın adı ise net: “Hay-Yam-Yam”. Daha sonraki karşılaşmamız, müzik zevkimin şekillenmesinde büyük etkisi olan abimin metal ağırlıklı “kaset”leri arasında gerçekleşti. Sert müziklere duyduğum heves bir yandan, Türkçe müziğe koyduğum mesafe diğer yandan, ilk başlarda kendisine pek ısınamamıştım. Ta ki ev yapımı bir toplama albümde “Krallar” ile denk gelene dek. Erkin Koray’ın üslubu ve onu diğerlerinden ayıran fuzz tonlarıyla birlikte yaklaştığım Anadolu temaları zamanla Congulus’un sound’unun temeli oldu. Anadolu tınılarıyla selam olsun Erkin Baba’ya…


Ahmetcan Taşdemir (Organizatör, menajer / Gülbaba Music & Records kurucularından)

Bu cevap; bir sürü değerli insan, müzisyen, aynı sahneleri paylaşmış, aynı zamanları yaşamış insanların yanında biraz daha küçük bir anı olarak kalacak herhalde. Fakat Erkin Koray’ın hepimiz gibi benim de hayatımda çok önemli bir yeri var. Öncelikle annem ve babam çok severdi, küçükken arabada, şurada burada kasetlerini plaklarını dinleyerek büyüdüğüm isimlerden biri. Aynı Barış Manço, Selda Bağcan gibi; öte yandan Ajda Pekkan, Nilüfer, Sezen Aksu gibi aile klasikleri arasında yer alan müzisyenlerdendi.

Kısmen pro diyebileceğim tanışıklığımız ise lisede oldu. Ben ve devre arkadaşlarım 19. Galatasaray Lisesi Kültür ve Sanat Festivali’ni yaparken müzik programından daha çok ben sorumluydum. Bülent Ortaçgil, BaBa ZuLa, Laço Tayfa, Gripin, Erkin Koray ve mor ve ötesi gibi bir lineup vardı, sene 2004. Sonra arkadaşlarımla aramda şöyle bir tartışma yaşandı, tartışma derken fikir tartışması: Arkadaşlarım mor ve ötesi’nin en son sahne almasını istiyordu, ben ise “olur mu öyle şey, Erkin Baba en son sahne almalı, ahde vefadır bu” diye diretiyordum. Büyük çatışmalarımızdan bir tanesiydi. Tam da o sırada mor ve ötesi’nin Dünya Yalan Söylüyor albümü çıkmış, “Bir Derdim Var” ortalığı kasıp kavuruyor. Bir yandan da böyle bir baskı altındayım. Ardından ben de kendimce bir cinlik düşündüm. mor ve ötesi’nin o zamanlar menajeri şimdi de çok yakın arkadaşım olan Serkan Fidan’a “Ya Erkin Koray kendisinden önce hiçbir grubu kabul etmiyor, ancak mor ve ötesi çıkarsa çalarım diyor. Bu sizin için uygun mudur yoksa yapamayacağız bu konseri.” demiştim. Sonra gidip devre arkadaşlarıma da “Ya mor ve ötesi, Erkin Koray’dan sonra çıkmayı kabul etmiyor. Çok saygı duyuyor o yüzden ancak önce çıkıyor” demiştim. Bir şekilde hem mor ve ötesi ve Serkan Fidan, hem devre arkadaşlarım ikna olmuştu. Ben de o sıralar 16-17 yaşındayım, herhalde sektöre ilk adım attığım ince işçilik yaptığım hareketlerden bir tanesidir. 

İyi ki o konseri yapmışız. İyi ki Erkin Baba’yı orada dinlemişiz. İyi ki müziğini dinlemiş ve ilham almışız. Öte yandan bir müzisyen olarak şu an dünyada biraz parmakla gösterilen veya birçok müzisyene ilham veren veya son 10 yılda popülerleşen Anadolu folk rock akımının en önemli temsilcilerinden. 

Sonra birkaç konserini daha gördüm, hepsinden çok büyük keyif aldım. Pişmanlığım, keşke daha çok konserini görseydim, dinleseydim. Böyle müzisyenler, böyle yaratıcı insanlar çok fazla gelmiyor dünyaya. Ruhu şad olsun, çok değerli bir müzisyeni kaybetmiş bulunuyoruz. Çok kişiye de ilham olmuş bir müzisyen olduğu için ondan esinlenenler, o yolda devam edenler Erkin Koray’ı hatırladıkça kendisi olmasa da müziği iktidarda olacaktır!


Mert Demir (Müzisyen)

En büyük savaşlarından birisi özgürlük olan biri olarak, bu konudaki en büyük ilhamlarımdan birisi Erkin Koray’dı. Yarattığı ikonik tavır, özgün müzik ve daha bir sürü şey hepimize rehber oldu ve olacak. Işıklar içinde uyusun.


Gökçen Kaynatan (Müzisyen)

Erkin’i ta bizim Cağaloğlu konserinden tanırım. Beraberliğimiz ben orkestrayı kurmadan, Kara Kediler ile çalışmadan evvele dayanır. Bir seneden fazla aynı grupta çaldık. Erkin’in grubuna girdim ben. Erkin Koray & Arkadaşları olduk. Yabancı rock’n’roll parçaları çalardık. 1950’li yıllardan bahsediyorum. Caddebostan Gazinosu’nda şovlara çıkıyorduk. O zamanlar Caddebostan Gazinosu’nda Aysel Tanju vardı, Orhan Boran vardı, Erkin Koray vardı. Onlarla beraber epey bir çalıştım orada. Kara Kediler’de de Erkin Koray ile çaldık. Ekipmanları ben yurt dışından getiriyordum. Ablamı ziyarete her sene Almanya’ya gidip alışveriş yapıp geliyordum. 

Erkin Koray, çok iyi bir ailenin oğlu. Anne öğretmen, baba öğretmen. Alman Lisesi’nde okudu, kültürlü. Kendine özgü kaprisleri vardı, bu da doğal bir şeydi. Müziği seven, iyi yorumlayan, hatasız yorumlamaya çalışan bir yapısı vardı. Erenköy’e inerken bir site vardı, orada bir villada oturuyorlardı. Provalara oraya gidiyorduk. Her şey pırıl pırıldı, güzel zamanlardı.

Esasında rock’n’rollcudur Erkin, sonradan Anadolu Pop’a döndü, Türkçe sözlü şeyler yaptı. İyi bir müzisyen olduğu için, bestelediği parçanın altyapısını iyi kurgulardı. Taklit etmezdi, kendine özgü bir davranışı vardı. 

Fazla televizyona falan çıkmadı. Devamlı konser yaptı, gece gündüz çalışıyordu. Karavan’da Erkin Koray çıktığı zamanlar… Karavan, Galatasaray Lisesi’nin yanında bir kulüptü. Oraya Erol Büyükburç dâhil bütün büyük isimler çıkmıştır. Erkin de baş müdavimiydi 1950’lerde. Türkiye’de doya doya müzik yaptı.

Kendini çok yıprattı. Çok daha fazla yaşayabilirdi. Müzisyen olmasından dolayı bazı konularda hassas davrandı.