Ferhan Şensoy’la geçen 35 yıl

Çoğu zaman yazıların başına oturduğumda onu aklımda yazmış olurum; ilk cümleyi bulurum, sonrası hızla gelir. Bu kez böyle olmadı. Haberi aldığımdan beri bunu düşünüyorum. Yazmayı istiyorum ama ne yazacağımı, nereden başlayarak anlatacağımı bilmiyorum. Kafamda çok şey dönüyor ve bunlar bir türlü sıraya girmiyor. Onun için, bu kez farklı bir yol izleyeceğim ve bunları bir düzene sokmadan ilerleyeceğim. Belki de böylesi daha iyi çünkü hakkında yazacağım insan, hayatımın her alanına bir şekilde dokunmuş biri. Çoğu zaman gülümseyerek, arada bir sinirlenerek geçirdim onunla olan zamanımı ama bu gelgitli durum, aramızdakini etkilemedi. Ferhan Şensoy’u her zaman (ve her şeye rağmen) çok sevdim, bu yüzden haberi aldığımda çok etkilendim, çok üzüldüm. Ailemden biri gitmiş gibi, kolum kırılmış gibi hissetmem bundan. En fenası, hâlâ üretirken gitmiş olması. Bana koyan bu. Okunacak nice “deste”, nice hatıra ve sahnelenecek onca oyun onunla birlikte gitti. Yazılanlar elbette yayımlanır, hazır oyunlar elbette sahneye konur ama ya aklındakiler? Tam da bu yüzden çok erken bir ölüm bu.

Ferhan Şensoy’la (kitap imzalatma seanslarını ve gittiğim söyleşilerde cesaretimi toplayarak sorduğum soruları saymazsak) hiç tanışmadım. Çok oyununu izledim, çok alkışladım, ondan çok şey öğrendim ama niyeyse diyaloğa girmekten hep kaçındım. Politika meselesinde yan yana durduğumuz yer neredeyse hiç yok. Belki bundan, tartışmaktan korktum -ki korkum tartışmak değil, anlamamak ya da anlaşılamamak olurdu ama söz konusu Ferhan Şensoy’sa buna da gerek yok bence çünkü karşısındakini anlayan, derdini iyi anlatan bir insan. Dediğim gibi, bir şekilde uzak durdum. Kitaplarından, oyunlarından, söyleşilerinden kaptım öğrendiklerimi. Beyoğlu’nda karşılaştığımda gülümsedim, fötr şapkasının ucuna dokunarak verdiği selamını heyecanla aldım, 1-2 kere yanına giderek elini sıktım ve “iyi ki varsınız” dedim. En azından bunları söyledim. Benim söylemem elbette bir şey değiştirmez ama içimde kalmasını hiç istemedim.

Yıllar önce, büyük bir projeye girişmiş, bütün hazırlıklar tamamlanmasına rağmen son dakikada iptal etmek durumunda kalmıştık. Ferhan Şensoy ve Ortaoyuncular’ın bir kısmının da dâhil olduğu bir projeydi ve önüme geldiğinde, en çok onunla tanışacağım, çalışacağım için heyecanlanmıştım ama olmadı. İçimde ukde olarak kalan tek projedir. Yapabilseydik, Şahları da Vururlar’ın bir bölümünü sahnede canlandıracaktık. Kabul etmişti, “ayrıntıları konuşuruz” demiştik; olmadı. Biraz da bunun için, geçtiğimiz yıl, Şahları da Vururlar’ın yeniden sahneye konulacağı haberini aldığımda çok sevinmiş, gelişmeleri takip etmiş, prömiyer gününe biletimi almıştım. Pandemi izin vermedi, biletim (bir gün nasılsa izleyeceğim umuduyla) elimde kaldı.

Şahları da Vururlar

Ferhan Şensoy’u televizyondan tanıdım. İzlediğim ve sevdiğim ilk dizisi, Köşedönücü ya da Varsayalım İsmail olmalı. TRT ile çalıştığım dönemde arşivde Sizin Dersane’yi keşfetmiş, boş zamanlarımda orada izlemiştim. Şensoy, onu tanıdığım yıllarda Muzır Müzikal’le gündeme gelmiş, yazık ki oyun sırasında meydana gelen bir “kaza”, oyunu sonlandırmakla kalmamış, Şan Tiyatrosu’nun da yanmasına sebep olmuştu. Kaza dediğime bakmayın, bir kundaklamaydı bu ve sonrasında kundaklayan değil, Ferhan Şensoy yargılanmıştı. Cesur adımlarından biriydi, sonuncusu olmadı. Bu yüzden onu hep sevdim. Doğru bildiğini hiç korkmadan yaptı. Doğru bildiklerinin bir kısmı doğru bildiklerimiz değildi, yolumuz orada ayrıldı ama öğrettikleri o kadar değerli ki onu hiçbir zaman silemedim; bu aklımdan bile geçmedi. Yukarıdaki “her şeye rağmen” ifadesi, bundan.

Ferhan Şensoy, her şeyden önce bir öğretmendi. Daha net söyleyeyim: İlk öğretmenimdi. Misal, Boris Vian’ı onunla öğrendim ben. Ankara’da, Eti Sanat Merkezi’nin içindeki kitapçıda Mezarlarınıza Tüküreceğim’in (Akyüz Yayınları tarafından yapılmış baskısının) kapağını gördüğümde hiç ilgilenmemiş, “ucuz roman” gibi algılayarak içini açmadan diğer kitaplara geçmiştim. Yazarını merak bile etmemişim ama (neyse ki) adı aklımda kalmış, Ferhangi Şeyler’i izledikten hemen sonra koşarak almıştım. Her şey bir yana, Boris Vian’la tanışmama sebep olduğu için Ferhan Şensoy çok değerli. Tedrisatım tek seferlik değil elbette: Yorgun Matador’la Pierre Henri Cami’yi tanımış, yetişemediğim İçinden Tramvay Geçen Şarkı’yı VCD’den izlerken Karl Valentin’e tutulmuştum. Cami’yi onunla tanıştıranın, ustası Haldun Taner olduğunu öğrendiğimde gelenekten geleceğe aktarılan bilginin ne kadar değerli olduğunun bir kere daha farkına varmıştım.

Ferhangi Şeyler

Öğrencisi olmayı çok isterdim. Tiyatroculuğa bir dönem heves ettim; ısrar etmedim. Okulda oynadığımız oyunlarda bile işin müzik tarafında olmayı tercih ettim. Bir süre sonra, (tuhaf sebeplerle) tiyatroya küstüğümde bile Ortaoyuncular’dan vazgeçmedim, yaşadığım süre içinde sahneye koyduğu neredeyse bütün oyunları canlı izledim. Ses 1885’e gitmek, oradaki oyunu izlemek, benim için bir ritüeldi. Yeni bir oyun yoksa Ferhangi Şeyler’i izlerdim -ki ezberlediğim oyunun son gösterilerindeki kimi ‘aksama’lar, beni çok üzmüştü. En son, 2015 yılında Gümüşlük’te, Gümüşlük Akademisi’nde izledim, bir daha yanına yaklaşmadım. Diğer oyunlarına gittim, söyleşilerini takip ettim ama Ferhangi Şeyler’in hatıramdaki gibi kalmasını istedim.

Oyunlarını kitap olarak yayımlamaya başladığında heyecanlanmış, kaçırdığım oyunları VCD’den izlerken mutlu olmuştum. Sonrasında DVD’ler devreye girdi, arşivim zenginleşti. Ferhangi Şeyler’in kasetlerini, oyun kitapçıklarını ve art arda yayımlanan kitaplarını da katarsak, hayatımın önemli bir bölümünün onunla geçtiğini söyleyebilirim. Kaba bir hesapla, 1986 yılında, henüz 14 yaşımdayken tanıştığımı düşünürsek, 35 yılım onunla geçmiş. Ne güzel!

Ferhan Şensoy’dan müziğe dair de çok şey öğrendim: “Dom Dom Kurşunu”nun hikâyesi mesela… Ferhangi Şeyler’de şöyle anlatır: “Benim bir güzel dostum var, hepiniz tanırsınız, Âşık Mahzuni Şerif. Âşık Mahzuni, Kahramanmaraş’ın köyünde oturur. Oralıdır, yer yer ve zaman zaman gelir Bizans’a, çok kalmaz, hızla döner köyüne. Âşık Mahzuni’yi 12 Mart’ta çok üzdüler. Evini yaktılar, köyü terk etsin diye, Mahzuni ‘ben buralıyam, köyümü terk etmem’ dedi, evini onardı, yeniden yaktılar. Yeniden onardı, yeniden yaktılar; yeniden yakmak için yeniden tamamen onarmasını beklediler de bir yangından sonra Mahzuni dellendi, aldı sazı eline, ‘Erim Erim Eriyesin’i söyledi. 12 Mart’ı en güzel Âşık Mahzuni söyledi. Kahramanmaraş’ta bir yiğit ‘solcudur’ diye vuruldu da Âşık Mahzuni ‘Dom Dom Kurşunu’nu söyledi; siz diskoda dingildeyin diye söylemedi. Yani demem o ki, bir şey yaşanmışsa, o, acısıyla, sevinciyle, hüznüyle kendi şarkısını, kendi türküsünü kendiliğinden getirmekte.” Bu sözler beni o kadar çarpmıştı ki, bugünüm bunlarla şekillendi. Dinlediğim şeylerin arka planını merak ettim ve ortaya “Şarkılarla memleket tarihi” olarak andığım “iş” çıktı. Merak etmeme sebep, dinlemelere doyamadığım bu hikâyedir.

Ferhangi Şeyler, hayatımdaki önemli köşe taşlarından. Turgut Uyar’ı o oyunla tanıdım misal… Bunu, başka yazılarımda uzun uzun anlatmıştım, burada tarihini söyleyeyim: 4 Haziran 1989 – O gün Ferhan Şensoy’a Kazancı Yokuşu’nu imzalattığım için tarihi unutmam mümkün değil. Dahası, Humeyni’nin öldüğü günün ertesi. Oyundaki gazete seansında izleyicilerden öğrenmiş, esprilerini onun üzerine şekillendirmişti. O esprileri çoktan unuttum ama Boris Vian, Âşık Mahzuni Şerif, Turgut Uyar isimlerini aklımda tuttum. İyi ki. 17 yaşımın şahane aydınlanmalarından.

Yazının bu noktasına kadar sadece kendimden söz ettim ama sahiden ne anlatacağımı bilmiyorum. Dizileri ve filmleri desem, Pardon’dan Son Ders’e her biri üzerine uzun cümleler kurabilirim -ki kendi kariyerinde en ilgilenmediği kısım burası. Müjde Ar’ın Mahmut Cevher’le başrolünü paylaştığı 1977 yapımı Kızını Dövmeyen Dizini Döver’de kötü adamı canlandırmışlığı var -ki bir söyleşisinde, filmin gösterime girdiği günlerde onu gören 2 gencin “bak işte ölmemiş eşşoğlueşşek” diyerek ona doğru hamle ettiklerini anlatmış, sinemadan o gün uzaklaştığını söylemişti. Sonrasında Alev Sezer sesiyle konuştuğu Yavuz Özkan filmi Büyük Yalnızlık var. Sezen Aksu’yla oynadığı bu film, memleket sinema tarihinin enteresan filmlerinden -ki tesadüfen Ankara galasına denk gelmiş, filmi oyuncularıyla ve yönetmeniyle izlemiştim. Sevmemiştim, ayrı. Bugün izlesem ne düşünürüm, bilmem ama bir süre daha elim gitmez muhtemelen. Kitaplar derseniz, evlere şenlik. Ayna Merdiven ve Kazancı Yokuşu, ilk okuduklarım. Gündeste’yle başka boyuta girmiş, hatıralarıyla çok eğlenmiştim. Oteller Kitabı’nda hepimizin yaşadıklarını anlatan, İngilizce Bilmeden Hepinizi I Love You’da bizi Amerika’ya götüren Ferhan Şensoy, çocukluğundan gençliğe geçişte yaşadıklarını farklı kitaplarda anlattı, pek çok şeyi saklamadı. Onu bu kadar sevmemizin sebeplerinden biri de bu. Yaşadıklarını anlatıyor. Çok güzel anlatıyor üstelik. Adı “deste”li kitaplarda topladığı şiirleri, cabası.

Ferhangi Şeyler’e ne zaman gitsem yeni bir kitabını alıp imzalatmayı âdet edinmiştim. Böylelikle kaçıncı oyunu hangi gün ve nerede izlediğimi de kayıt altına alıyordum. Yazık ki o kitapların bir kısmı taşınmalarda kayboldu, kimi uçtu (ya da uçuruldu) ve geri gelmedi. Çoğu elimde neyse ki. Kaybolan kitapları yenileriyle değiştirdiğim için külliyat tam.

Oyunlara hiç girmeyeceğim çünkü Çehov’dan Brecht’e çaktığı selamları benden daha iyi anlatacak çok insan var. Ustası Haldun Taner’den devraldığı bayrağı Ortaoyuncular kadrosundan geçmiş herkese devretti, gençleri ustalarla sahnede buluşturdu. Rasim Öztekin, Baykal Kent, Parkan Özturan, Bican Günalan, Demet Akbağ ve nicesi onunla sahnede buluşan, heyecanla alkışladığımız isimler. Dahası, Münir Özkul ve Erol Günaydın gibi 2 ustayı yıllar sonra sahneye çıkartan oydu: Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı, İstanbul’u Satıyorum, Yorgun Matador ve Soyut Padişah, defalarca izlediğim ve unutamadığım oyunlar.

Bir de müzisyenler var elbette… Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı’nın ilk versiyonunda ve Şahları da Vururlar’da müzikler Fuat Güner – Özkan Uğur imzalı. Bilen biliyor, ben yine de tekrarlayayım; Mazhar Fuat Özkan’ı tanıdığımız şarkılardan ikisi, “Ele Güne Karşı” ve “Yalnızlık Ömür Boyu”, Şahları da Vururlar için bestelenmiş. İlki, oyundaki “Döndü Pervaneler”, diğeri de “Gam Yeme Sen Ey Süreyya”. Mazhar Alanson, oyunu sahnede seyrettiğinde bu 2 besteyi çok sevmiş, onlara söz yazmış ve bu 2 şarkı, ilk albüm Ele Güne Karşı Yapayalnız’ın lokomotifi olmuş. Fuat ve Özkan, Mazhar’la buluşup grubu kurduklarında onların yerini alan müzisyenlerden biri Nejat Yavaşoğulları -ki Bulutsuzluk Özlemi henüz kurulmamış. İçinden Tramvay Geçen Şarkı’da Hümeyra ve Gündoğarken’le aynı sahneyi paylaşan, Alper Maral’dan Selim Sesler’e önemli müzisyenleri sahnesine çıkartan, Köhne Bizans Operası’nın müziklerini Fikret Kızılok’a emanet eden bir insan, Ferhan Şensoy. Müzik derseniz, hayatındaki yeri tiyatro kadar önemli. 

Dahası, sözlerini ve müziğini yazdığı şarkılar var. Bunlardan birini, “Ütopyalar Güzeldir”i Ceylan Ertem söylemiş, hikâyesini yaptığımız bir söyleşide şöyle anlatmıştı: “Çocukluğumun şarkısı o. Benim zamanımda oyun kasetleri vardı, dinlerdin. Ferhan Şensoy’un kasetini almış, ezberlemiştik. Adapazarı’na ilk geldiği zaman heyecanla gidip izlemiştim oyunu ve şarkılarına bayılmıştım. Bence Ferhan Şensoy, oyunlarında şahane şarkılar yazıyor. Hepsine aşığım. Geçenlerde Twitter üzerinden kızı Müjgan Ferhan Şensoy’la konuşurken ona ‘bence bir Ferhan Şensoy tribute albümü çıkmalı’ dedim, bunu hak ediyor çünkü. O da ‘benim hayalimdi, bir araya gelip konuşalım bir ara’ dedi. Yakında Ferhan Şensoy’un karşısına dikilip, ‘Ferhan abi, bizim aklımıza böyle bir şey geldi’ demeyi çok istiyorum. Aksidir gerçi, ‘çekilin gidin başımdan’ da diyebilir ama keşke kandırabilsek onu böyle bir çalışma için… Büyük bir hayranlığım var ona karşı ama bundan kaynaklı bir çekiniklik de var ve bunu asla isteyemeyeceğimi biliyorum. Şarkıda da öyle düşünüyordum, sahnede söylüyordum, albüme alamam sanıyordum. Ferhan, kızı, Twitter’da ‘babamın yorumu kadar seninkini de seviyorum’ yazınca bir cesaret geldi bana, tanışmış olduk. Havalara uçtum elbette, telefonlaştık ve benim adıma istedi babasından. Sonradan albümün adını da Ütopyalar Güzeldir koyabilir miyiz diye sormak için aradığımızda ‘Başka ne koyacaksınız ki?’ cevabını aldık.”

Söz uzar, anlatacak çok şey var. Bir noktada bitirmem gerekiyor. Nasıl birden oturduysam bilgisayarın başına, birden kalkayım. Ferhan Şensoy’u anlatmak kolay çünkü çok göz önünde ama bir o kadar da zor çünkü hayatımızın her noktasına dokunmuş. Kendi adıma tek tesellim onu gençken tanımış olmak ve hayatımın en güzel yıllarında onun oyunları, kitapları, filmleri, şarkılarıyla büyümek. Öyle ya, ya yetişemeseydim?

Hayatıma kattığı her güzel şey için ustaya teşekkür ediyor, onu alkışlarla uğurluyorum.

Yazı: Murat Meriç