Günün kısası: HEADS (2025)

Yazı: Tuğçe Hitay

Benjamin Berman, kısa belgeseli HEADS aracılığıyla heykel sanatçısı Jack Cox’la tanıştırıyor izleyiciyi. Jack Cox, insan kafalarından yola çıkarak tuhaf ve abartılı figürler yaratan bir heykeltıraş. İlhamını New York sokaklarından alıyor. Belgeselde hem Cox’un atölyesine gidiyoruz hem de bir film yapımcısı ve bir heykeltıraşın kaygılarını görüyoruz.

Sokakta dikkatimizi çeken, ilginç yüzler gördüğümüz, hatta bunları unutamadığımız olmuştur. Kim olduklarını ne iş yaptıklarını ister istemez merak etmişizdir. Jack Cox, bu göze çarpan yüzleri ilginç, karikatürize heykellere dönüştürüyor. Sanatçının kullandığı malzemeler oldukça çeşitli ve figürlerini saç, gözlük, diş teli gibi aksesuarlarla kişiselleştiriyor.

Benjamin Berman, filmini “konuşan kafalar üzerine belgesel” olarak lanse etse de altında çok daha derin bir anlam yatıyor aslında. Jack Cox, sanatıyla geleneksel güzellik algısının dışına çıkmayı, kendimizi kusurlarımızla kabul etmeyi ve sevmeyi anlatıyor. Filmin odağında bu mesele var çünkü Cox’tan bir şeyler öğrenen sadece biz değiliz. Onu ve sanatını bize ulaştıran Berman şöyle anlatıyor deneyimini: “HEADS sayesinde çok önemli bir şeyin farkına vardım: Kusurluluğu kucaklamak bir başarısızlık göstergesi değildir. Bu, mükemmellik için çabalamayı bıraktığımız anlamına gelmez; sadece işin kendisini dinlemeyi öğrenmemiz, kendi şartlarına göre gelişmesine ve nefes almasına izin vermemiz anlamına gelir. Kusurluluk da insani bir şeydir.” 

Sanatın ve elbette sanatçıların başarılı olmaları için mükemmel olmaları gerekmediğini hatırlatıyor her iki sanatçı da. Kusurları kucaklamak, sosyal kaygıyı ve toplum baskısını azaltmanın en önemli basamağı. Özgürlüğe açılan bir kapı. Jack Cox, belgeseldeki söyleşisinde de benzer bir şey söylüyor: “Asimile olmak ya da uyum sağlamak için pek çok şey yapıyoruz, ama günün sonunda biz sadece… Bu garip, etten yaratıklar gibiyiz.”