Eğrisiyle doğrusuyla Hair Metal: Nöthin’ but a Good Time

Yazı: Utkan Çınar

Jeff Tremaine, The Dirt’ün ardından metal müzik anlatılarına bir yenisini ekliyor fakat bu kez yanına yüksek tutuşlu saç spreyi ve makyaj malzemeleri de alarak! Tom Beaujour – Richard Bienstock ikilisinin aynı adlı kitabına dayanan belgesel seri Nöthin’ but a Good Time: The Uncensored Story of ’80s Hair Metal; müzik tarihinin acayip dönemlerinden birine, Hair Metal akımının hırs ve tutku ile bezeli perde arkasına çok boyutlu bir bakış sunuyor. 


Ne hakkında?

1980’lerin ABD menşeli rock müzikte en popüler akım olan Hair Metal’in aşırılıkları ve komikliklerini izliyor; bir anda yok olan kariyerleri o dönemden sağ kalmış isimlerden dinliyoruz. 

Zaman dilimi ve mekân

Tamamen 80’lerdeyiz. Mekân Los Angeles. Çoğunlukla Sunset Strip.

İzlemeden önce bilmemiz gerekenler

Hair Metal 1980’lerde 1970’lerin Glam akımından esinlenerek Los Angeles’te ortaya çıkmış ve çok da iyi yaşlanmamış bir müzik türü. Boy band formüllerine benzer şekilde ortaya çıkan bu gruplar dekadan bir yaşamı, hedonizmi, “sex & drugs & rock’n’roll” mottosunu limitine kadar götürmüşlerdi. O on yılın “açgözlülük iyidir” bakış açısına, kontrolden çıkmış kapitalist yaklaşıma cuk oturan bir akım aslında. Şimdiden baktığımızda ise oldukça gülünç duruyor zaten. Bütün bu grupların o on yıldan esamesinin okunmamasının da bir anlamı var hâliyle. 

Bir yandan İngiltere’nin Joy Division’a 80’lerin başında maruz kalmış olmasının onları biraz kurtardığını düşünüyorum. O dönem ABD anaakım rock’ı, Beavis & Butt-head ve Nirvana gelene kadar baya bir dayak yedi. 

Yapım, Jackass isimli “performans” programıyla tanınmış Jeff Tremaine tarafından kotarılmış. 

Belgesel nasıl yöntemler / malzemeler kullanıyor? 

Bölümler gruplar bazında ayrılmış. Bence çok iyi bir fikir değil; kronolojik bir yapı istiyor insan. Bolca konuşan kafa var. Genellikle de manalı isimler. MTV ile müziğin görsel yanının da güçlendiği döneme denk gelen bu grupların videolarına daha çok yer ayrılabilirdi. Ya da canlı performanslarına. Animasyonlar da hiç fena değil, işin “light” tarafını iyi besliyor. Kanımca animasyon kullanımı arşiv görüntüsü olmayan konularda iyi bir işçilikle birleşince, konusu ne olursa olsun belgesellere güç katıyor.

En çok neyi sevdin?

Axl Rose’un David Bowie’yi kovalama sekansı bence popüler müzik tarihini en gırgır anlarından biri. Güzel bir animasyonla da anlatılmış. Kesinlikle zirve ânı orası. Winger isimli grubun kariyerinin yediği darbeyi de atlamayalım. Belgesel sadece bunun için bile izlenir. Tabii o saçlar, makyajlar imajlar; “eve almazsın” ya da “okumaz bu” diye nitelendirebilecek tiplemeler de baya eğlenceli. Konuşan isimlerin çoğunun da artık 60’larını devirmelerine rağmen imajlarını öyle veya böyle korumuş olmaları da gayet keyifli. Slipknot vokalisti Corey Taylor’ın o dönem sevdiği grup ve müzisyenler üzerine konuşurkenki karikatürize agresyonu da ayrı eğlendirdi. X kuşağının ilk gençliklerine de tanık olmak enteresan bir tecrübe her zaman.

En az neyi sevdin?

Montaj ve ritim biraz problemli. Yer yer çok ani konu değişimleri vardı. Görece pürüzsüz geçişler, bir belgeselde ilk dikkat ettiğim özelliklerden biri benim için. Daha çok orijinal müzik lazımdı. Bunun nedeni telifler olabilir ama çoğu müzisyenin konuşan kafa olarak destek verdiği bir işte bu çok da sorun olmamalıydı. Bu müzik ve imajın kökenlerine; Bowie’nin Ziggy Stardust dönemi, 70’ler sonu ekipleri New York Dolls, Kiss gibi öncüllerine de daha çok yer ayrılabilirdi belki.

Modunu nasıl etkiledi?

Öncelikle yapımın ismini de aldığı tema müziği, Poison şarkısı “Nothing but a Good Time” bir süre ağza takıldı ki bu konudan hoşnut olmadım. O dönemin, çoğunu sadece ismen bildiğim bazı gruplarının yaptıkları müziklere bugünden bakınca neşelenmemek zor. Son derece suya tirit, kişisel gelişim mantrasını andıran sözlerle; bir iki istisna dışında (Vito Bratta! Nuno!)) sıradan ve özgün olmayan gitaristlerin bu kadar albüm satabilmesi ise aslında o yılların karanlığını da hissettiriyor. Hair Metal furyasının ani bitişini anlatan 3. bölümünün (ki belgeselin de en düşünceli bölümü) başında yapımın bir nevi akil insanı menajer Alan Niven’ın girizgâhı da bunu doğruluyordu. Zaten Nöthin boyunca en ayık kitle sanatçıların menajerleri olarak gözüküyor. Sadece onlara adanmış bir belgeseli serisi, Hollywood, futbol gibi sektörler de işin içine katılarak, ilginç olabilir. 

Bunu seven şunları da sever 

80’lerin dekadan dünyasını, bu belgeselde de yer verilen Penelope Spheeris’in harika Decline of Western Civilization serisinin 2. bölümünden daha iyi anlatan bir iş bulamazsınız. Animasyon hikâye anlatma estetiği için de bariz bir şekilde Mike Judge’ın yine harika Tales From The Tour Bus serisinden ilham aldıkları belli. Hatta mesela bu konuyu Judge kendi serisinde işlese daha da iyi bir işle karşılaşabilirdik. Onunki şimdilik funk ve country üzerine olarak kaldı. Tabii Sam Dunn’ın müthiş işi Metal Evolution’ı da analım. O serinin de 5. bölümü bu tarz müziğe ayrılıyor. Tom Cruise’un Rock of Ages’i de… tamam, şaka yapıyorum.

Soru işaretleri / varsa açtığı tartışmalar…

Bahsi geçen gruplar arasına neredeyse 35 senedir büyük fanı olduğum Guns N’ Roses’ı koymak biraz abesle iştigal sanırım. Belgesel de onlara uzunca bir bölüm ayırarak farklarını ortaya koyuyor ama bence bu arada kalmışlığa gerek yoktu. Evet aynı coğrafyadan doğan, aynı gelenekten gelen bir grup onlar da ama ne soundları, ne de sonradan evrildikleri nokta, ne de büyüklükleri yapımda bahsi geçen diğer gruplardan çok farklı.