Hayalperest çocuklara: Wonka

Yazı: Zelal Buldan

Senaryosunu Simon Farnaby ve Paul King’in kaleme aldığı, yönetmenliğini ise yine Paul King’in üstlendiği Wonka, hayranların heyecanlı bekleyişini sonlandırarak, 15 Aralık’ta vizyona girdi. Timothée Chalamet’nin başrolünde olduğu müzikal türündeki filmin oyuncu kadrosunda Hugh Grant, Rowan Atkinson, Olivia Colman, Matt Lucas, Calah Lane gibi isimler de bulunuyor.

İzlemeden önce bilmeniz gerekenler:

Film, Roald Dahl’ın 1964 yılında yayımlanan Charlie and the Chocolate Factory adlı çocuk romanındaki Wonka karakterinin geçmişini anlatıyor.

Hikâyeye hâkim olmayanlar, seyir zevkini artırmak için öncesinde kitabı okuyabilir, ardından 1971 yapımı Willy Wonka & the Chocolate Factory filmini de izleyebilir.

Aynı dünyayı Tim Burton’ın gözünden görmek için 2005 yapımı Charlie and the Chocolate Factory filmine buyurun.

Hepsini izledim ve okudum diyenler veya hepsini yok sayıp Wonka (2023) ile başlamak isteyenler için film kısaca şöyleydi:

Konu nedir?

Okyanusta geçen yedi yılının ardından Wonka, çikolatalarıyla ünlü bir şehre gelir. Hayal kurmanın yasak olduğu bu kentte, bir şapka dolusu hayal ile beliren Wonka, kendi çikolata mağazasını açmak istemektedir. Şehrin bütün başarılı çikolatacılarının bir kartel tarafından yönetildiğini keşfettiğinde, hayallerine ulaşmak için bu düzeni yok etmesi gerekecektir. 

İlk intiba

Şehre adım attığı ilk andan itibaren Wonka’nın hayalperestliğinin uçsuz bucaksız hâline şahit oluyoruz. Rakip çikolatacıların hâkimi olduğu bir alanda, gözüne kestirdiği boş mağazanın önünde kurduğu hayal sebebiyle polis memurundan para cezası yiyince alıyoruz bu şehirde istenmediğinin ilk sinyalini. Cebindeki azıcık parasını kaybedip 1 sikke ile kalakaldığında, geceyi bir bankta geçirmeye karar veriyor. Bir köpeğin ve pek de güven vermeyen bir adamın teklifiyle kendisini tekinsiz bir otelde buluyor. Halka ilk kez çikolatalarını tattırdığında ve herkese çok sevdirdiğinde, rakip çikolatacılar Wonka’dan rahatsız oluyor.

Wonka, geceliğine 1 sikke vermek üzere anlaştığı otele döndüğünde bir sürprizle karşılaşıyor. Okuma yazma bilmediği için sözleşmesini okuyamayan Wonka, sahtekâr otel sahiplerinin ısınmak, merdiven kullanmak; sabun, döşek, yastık, nevresim kullanım bedellerini de ufacık şekilde not düştüğü kâğıda imza atıyor. Bunun bedeli, otele 10 bin sikke borçlanmak ve hapsolduğu otelin çamaşırhanesinde işe başlamak oluyor. Kendisini “Sözleşmeyi iyice oku.” diye uyaran Noodle’ın da hapsolduğu bu otelde Wonka, sözleşmeyi okumayan diğer çamaşırhane çalışanlarıyla dost oluyor. Wonka’nın dünyasına, müttefiklerine ve düşmanlarına hızlı bir giriş yaparak başlıyoruz böylece. 

En az nesini sevdin?

Wonka’nın hayalperestliğinin, sihirbazlığının erkenden işlenmesi sebebiyle sıradan dünya ve onun dünyası arasındaki ayrım belirginleşemiyor. Böylece film ilerledikçe, Wonka’nın büyülü evreni de yeterince büyülü gelmemeye başlıyor. Hep biraz daha fazlasını beklediğimiz Wonka’nın renkli dünyası bir türlü istenilen renk skalasına ulaşamıyor gibi. Wonka’nın çikolatasının tadı damakta kalıyor ama devamı gelmiyor. 

Wonka karakteri, bütün olağandışılığına rağmen uçuk bir karakter olarak da yansımakta bazı sıkıntılar çekiyor. Yıllardır tanıdığımız, kitapta okuyup hayal ettiğimiz Wonka’nın çok daha düz bir tasviri karşımızda duran. Sihirbazlığının, büyülü şapkasının ardındaki Wonka’ya sadece çocukluk flashback’lerindeki hâli ile yakınlaşılabiliyor. Bu da yine karakter ile gerçek bir bağ kurmayı zorlaştırıyor. 

Müzikler? Oompa-Loompa’nın şarkısı ve dansı dışında kalan şarkılar ve Timothée Chalamet’nin bu sahnelerdeki performansı ortalamanın üzerine ne yazık ki çıkamıyor.

En çok nesini sevdin?

Annesinin “Dünyayla çikolatanı paylaştığında ben de yanında olacağım.” motivasyonuyla yola çıkan Wonka karakterinin, yine zamanında ayrı düştüğü ve kim olduğunu bilmediği annesiyle kavuşmak üzere bekleyen Noodle ile dayanışma dolu sıcacık arkadaşlığını. Noodle’ın, sıcak ve kitaplarla dolu bir evde kendisini beklediğini hayal ettiği annesiyle bir kütüphanede kavuşmasını.

Scrubbit ve Bleacher’in olduğu her bir sahneyi yani Olivia Colman ve Tom Davis’in muhteşem uyumunu. Bu parantezi açmamın bir Olivia Colman hayranı olmamla ilgisi var mı? Düşünüyorum… Yok. Bu yazıda hak etmeyene torpil yok.

Filmdeki esprilerin kalitesini. Kaliteli mizah dendi mi benim dünyamda akan sular durur. 

Ve son olarak Hugh Grant’in Oompa-Loompa’sını çok sevdim. Hatta öylesine sevdim ki keşke onun hikâyesini izleseydim dedim.

Kimler sever?

Çok büyük beklentilere girmeden sıcak hissettirecek bir film arayanlar, Timothée Chalamet’yi özleyenler (özleme fırsatı bulanlar) sever. İzlerken yanınızda bir paket çikolata bulundurmayı unutmayın. Benden söylemesi…