Konumuz House of the Dragon ilk sezon

Yazı: Elif Acun

Game of Thrones evreninin seyirciyle buluşan ilk uzantısı House of the Dragon ilk sezon finalini geçtiğimiz günlerde yaptı. Yüksek beklentilerle başlayan ve seyircisine vadettiği dinamikleri sağlayacağının sinyallerini veren ilk bölüm oldukça beğenilmişti. Hatta HBO’nun izlenme oranı açısından en iyi açılış yapan serisi ünvanını da kapmış oldu. 

Sezon ilerledikçe yaşanan zaman atlamaları, dizinin izleyiciyi götürmek istediği finale hemencecik yaklaştırdı. Fakat vedamızı ederken bir doruk noktasına ulaşabildik mi, bence tartışılır.

Bu yazı, diziye dair sürprizbozanlar içermektedir.

En çok neyi sevdin?

Sezonun ilk bölümleri seriye dair en iyi şeylerdendi. Özlenen Yedi Krallık’ın havasını soluduğumuz, karakterlere ısındığımız heyecanlı sahnelerle tatmin edici bir açılış yapıldı. Henüz ergenliklerindeki Alicent ve Prenses Rhaeyra arkadaşlığı, Milly Alcock ve Emily Carey’nin performanslarıyla oldukça başarılı işlenmişti. Ayrıca beklendiği gibi daha dar mekânlarda geçmesine rağmen dekor, sahne tasarımları ve kostümler göz doldurdu.

Geçen koca bir sezonun ardından final bölümü “The Black Queen”, yavaşlayan tempoyu bir nebze de olsa yükseltti ve 2. sezonda çok daha heyecanlı ve kaos dolu bir ortam izleyeceğimizin sinyallerini verdi. Büyük taht savaşının, ejderhaların soyunun tükenmesiyle nasıl sonuçlandığını görmek için şimdiden merak içindeyim.

En az neyi sevdin?

Seriye dair en az sevdiğim şeylerden biri diyalogların ve olay örgüsünün kompleks yapıdan uzak olması oldu. Anlaşmazlıkların çözüme bağlanma yöntemleri ve çıkmaza sokan, ikileme düşüren olayların Game of Thrones’a kıyasla eksikliği, dizinin heyecan seviyesini düşüren unsurlar arasında olduğunu düşünüyorum.

Bir diğer konu da olayların hep yanlış anlaşılmalara sebebiyet veren kimi detaylara dayanması. Finalden bir önceki bölümde Kraliçe Alicent, çocuklarını korumak ya da sadece kendi çıkarlarını gözettiği için değil de Kral Viserys’in onu kızı zannederek uykusunda konuştukları yüzünden koskoca bir taht savaşının fitilini ateşliyor. Bu da aslında seriyle alakalı en büyük sorunun karakter motivasyonları olduğunu gösteriyor. 

Son olarak da bitmek bilmeyen doğum sekansları ve ne kadar gerekli oldukları… Her bölüm en az bir kere denk geldiğimiz sahneler içinde Prenses Rhaenyra’nın final bölümünde yaptığı düşük, izlemesi en zor olandı.

Karakterlere dair

Serinin beklediğim intibayı bende yaratamamasının bir diğer büyük nedeni ise sanırım karakterler. Motivasyonlarını anlamadığımız, derinliksiz karakter yapıları onlarla bağ kurmamızı güçleştiriyor. Sezon başlangıcında başına buyrukluğu ve özgür ruhuyla beklentileri yükselten tahtın varisi Prenses Rhaenyra zaman geçtikçe tüm bunlardan uzaklaşıyor ve sanki amaçsız, motivasyonsuz bir karaktere evriliyor. İlk bölümde kötü ve acımasız görünen erkek kardeş Prens Daemon ise ilerleyen bölümlerde her şeye kolay ikna olan ve amacından hemen vazgeçen sıradan bir karaktere dönüşüyor. Ayrıca Game of Thrones evreninin sevilmesine neden olan ve olayların ateşini harlayan saf kötülere ve anti-kahramanlara bu sezonda rastlamadık maalesef.

En çok hangi sahneye yükseldin?

Sezonun en çok izlenen bölümlerinden “The Rouge Prince”de Prenses Rhaenyra’nın gizlice ejdarhasına atlayıp, amcası Prens Daemon’ın çaldığı yumurtayı almaya gitmesi ve Kral’ın Eli Otto Hightower’a yaptığı şov, hayranlık uyandıran anlardandı.

Ayrıca 7. bölüm “Driftmark”ta Sir Leanor Valeryon cinayetinin sahte olduğunu, bölümün sonunda gemiye atlayıp açık denizde özgürlüğüne ilerlediğini görmek de kalpleri ısıttı.