Yasa dışı MP3 dünyasının mutfağında: How Music Got Free
Yazı: Utkan Çınar
Eminem ve LeBron James’in yapımcılığını üstlendiği; MP3’ün doğuşundan korsan müziğin yükselişine, müzik endüstrisinin dijital çağa evriliş tarihinin ilk yıllarını gözler önüne seren iki bölümlük belgesel How Music Got Free, prömiyerini SXSW kapsamında yapmıştı. Müziğin; video ve yayın çağında inanılmaz büyük bir hız ve açlıkla kontrolsüz biçimde paylaşım ve tüketimini sorgulatırken, teknoloji odaklı evrimin artan yeni müzik talebi üzerindeki etkisini de araştırıyor.

Ne hakkında?
1990’ların sonuna doğru MP3 teknolojisinin yükselişiyle albümlerin önceden ve yasa dışı sızdırılmalarının hikâyeleri.
Zaman dilimi ve mekân
1996-2007 arası dönem. Mekânımız ABD. Hatta Shelby adında bir CD basma fabrikasına sahip küçük bir Kuzey Carolina kasabası.
İlk intiba?
En başta Jimmy Iovine, Eminem gibi isimlerin yer aldığını görünce; Interscope Records’un “bakın neler çektik” konulu bir yapımı olacağını düşünüyordum. Napster hakkında da işler yapıldı. Yeni şeyler söyleyeceğini sanmıyordum. Yanılmışım. Konu Napster değil. İşin daha da derinine, mutfağına iniyor.
İzlemeden önce bilmemiz gerekenler
Özellikle Napster isimli programın piyasaya sürülmesiyle korsan müzik indirme tüm dünyaya yayılmıştı. Hatta Lars Ulrich ile Chuck D’nin tartışmaları gündem olmuş; hayranlarını hırsızlıkla suçlayan müzisyenler bolca tepki görmüştü. O günden sonra iPod, YouTube, Spotify derken müzik dinleme ritüeli sonsuza kadar değişti. İstediğin müziği istediğin zaman dinleme şansının sadece elinde tuttuğun albüm sayesine olduğu günler –öyle olmasa da- çok eskide kalmış görünüyor artık.

Belgesel nasıl yöntemler/malzemeler kullanıyor?
How Music Got Free, Eminem ve 50 Cent gibi isimleri ağır top olarak kullansa da asıl sahne zamanında MP3’lerin yayılmasına önayak olan bilgisayar korsanları ve CD’lerin sızmasının elebaşı Dell Glover’a ait. Zaten belgeselin de en ilgi çekici yanı bu isimlerin hatıraları. Bunun dışında sıradan arşiv görüntüleri ve stok görüntü kullanımı kalitesini düşürüyor yapımın. Başta müzik endüstrisiyle ilgiliyken özellikle ikinci bölümde bir true crime hikâyesine dönüşmesi de işin odağının biraz şaşmasına, asıl önemli konuların arka plana düşmesine neden oluyor.
En çok neyi sevdin?
İşin kaynağına inip, albümleri sızdıran ve paylaşılmasına önayak alan kişilere ulaşmış olmaları harika. Dell Glover isimli “kahramanı” tanımamızı sağlaması bile yeter. Ergenlik döneminde çocukların bilgisayar başında milyar dolarlık müzik endüstrisinin statükosunu yerle bir edişini izlemek çok ilgi çekici. Fabrika çalışanlarından Rodney’nin yoğun aksanıyla olayları anlatış tarzı da çok başarılıydı.
En az neyi sevdin?
Method Man bir anlatıcı olarak çok zayıf. Montajın ve dolayısıyla ritminin de sorunlu olduğunu söylemeliyim. Eminem, 50 Cent gibi isimler de fazla aklı başında yorum katamıyorlar olaya. Yine bir Chuck D gibi aklı başında isimler isterdi bu yapım. Biraz aceleye gelmişlik hissi var.
Modunu nasıl etkiledi?
Napster çıktığında 19 yaşındaydım ve hâlâ bana nasıl çalıştığını gösteren arkadaşıma verdiğim tepkiyi hatırlıyorum. Öncesinde hayal bile edemeyeceğim kadar yeni müzik öğrendim ve onlara ulaştım. 1998 yılında audiofind.com isimli siteden indirdiği ilk MP3’ü hâlâ hard diskinde saklayan bir insan olarak gönendim de biraz. Şarkı mı? Manic Street Preachers’dan “If You Tolerate This”ti; manidar ha? Warez, ftp, Quake, Kazaa gibi sözler duymak da her zaman nostaljik bam telinin titremesini sağlar tabi. Thom Yorke ile Fred Durst’ün de aynı fikirde olmasını görmek de güzeldi! Tabii sızdıranların da açgözlülüğe yenilip zamanından önce albümleri paylaşıma açmasının da tatsızlığını vurgulamak lazım.

Kimler sever?
O yılları yaşamış, download işine kenarından köşesinden bulaşmış herkes sevecektir.
Bunu seven şunları da sever
2017’den The Defiant Ones isimli 4 bölümlük belgesel serisi, bu belgeselde de öne çıkan Eminem, Jimmy Iovine, 50 Cent gibi isimlerin kariyerlerinin başlangıçlarına daha yakından bakmak için birebir. 2013’ten Downloaded da Napster’ın yükselişi ve yok oluşunu anlatan başarılı bir iş.
Soru işaretleri / varsa açtığı tartışmalar
Yarattığı tartışma belli. Yasa dışı download caiz mi? Müzik o zamanlar çok pahalıydı. Parası ayda anca bir albüme yetecek durumdayken, bir gecede tüm külliyatların önüne serildiği bir dünyaya geçiş yapıldı. Buna kimse hayır diyemez. Ruhun en önemli gıdası sonuçta. Şimdi sık sık plak alan arkadaşlarıma bile şaşırıyorum. Ama sanırım çok pahalı oldukları için yeni albüm alan da çok yok artık. Peki sanatçı nasıl kazanacak? Bu da aslen müziği şöhret ve zenginliğe giden yol olarak kullananlar için bir problem olmalı. Zaten “ulaşılmaz rock yıldızlığı” müessesesinin ortadan kalkmasıyla aynı dönemlere denk gelmesi de tesadüf değil sanki. MP3 kanımca kapitalizmin varoluşsal açgözlülüğüne vurulmuş en güzel darbelerden biriydi. Ayrıca bizim gibi ülkelerde önce sokak CD’cileri, ardından Napster gibi programlar sayesinde ulaşamadığımız albümlere, şarkılara kolaylıkla ulaşabilmemizi sağladı. tam müziği aklı başında bir şekilde keşfetmeye başladığım sırada ortaya çıktığı için kendimi ve akranlarımı son derece şanslı addediyorum. Son 20 yılda memleketteki müzikseverlerin dünyayla aynı anda tecrübe edebilmesinin baş sağlayıcısıdır. O yüzden Lars Ulrich biraz az havyar yemişse bile içim rahat. Peki şu an daha iyi bir durumda mıyız? O da başka tartışmanın konusu.
Yazarın notu: Bu belgeseli racona yakışır şekilde korsan indirdim. Dönemin en kritik karakteri Kali’ye hürmet gösterisi olarak dosya adını how.music.got.free.2024.s01e02.1080p.web.h264-shoutouttokali yapmışlar. Bahsetmeden geçmek istemedim.