O basitliğin de bir anlamı var: Our Flag Means Death 2. sezon

Yazı: Utkan Çınar

Açık denizlerdeki maceralara atılmak isteyenlere güzel haber: Taika Waititi’li HBO dizisi Our Flag Means Death, 2. sezonuyla geri döndü. Çekimleri Yeni Zelanda’da başlayıp Los Angeles’ta sona eren yeni sezon bölümlerinin ilk üçü, 5 Ekim’de yayımlandı. Fragmanı hemen burada.

Bu yazı, henüz Our Flag Means Death dizisini izlememiş olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.

Konu nedir?

Our Flag Means Death’i açıklamak çok kolay değil: 18. yüzyıl başlarında zengin aristokrat yaşamını bırakıp korsan olmaya karar veren Stede Bonnet’nin devamında korsanlık tarihinin en büyük efsanelerinden Blackbeard ile ortak ve gerçek maceralarını, gayet başarılı şekilde günümüz dünyasının  diyalogları ve işyeri sit-com’u tarzı tek cümlelik esprilerle, İngiliz mizah geleneğine de bağlı, absürt bir kuir romantik komedi filmi hatta neredeyse çizgi film atmosferinde yorumlayan bir yapım. 

Nerede kalmıştık? İzlemeden önce bilmemiz gerekenler…

Stede ile Blackbeard’in arası bozulmuştu. Herkes üzgündü. Her ikisinin de birbirlerine olan aşklarıyla kafaları karışmış, eski hayatlarıyla hesaplaşmaya girişmişlerdi. Stede eski hayatını geride bırakırken, Blackbeard “korkunç korsan” kişiliğine geri dönmüştü. 

İlk intiba?

İlk sezondan beri bir buçuk yıldan fazla geçmesi sebebiyle, özellikle hafıza tazeleme de yapmadım, neyle karşılaşacağımız konusunda çok da emin değildim. Fragmanında da geçenlerde The Changeling isimli dizinin yazısında bahsettiğim gibi “a storm is coming” (Bir fırtına yaklaşıyor) klişesini duyunca irkildiğimi söyleyebilirim. Ama bir korsan dizisi olduğundan kelime anlamıyla alıp affedebiliriz. Dizi başlar başlamaz, saniyesinde sizi tekrar içine alıyor. Olay örgüsünü çok da karmaşıklaştırmadan bir taşıyıcı araç olarak kullanırken, vurguyu karakterlerin duygudurumuna yapması da güçlü yanı olmaya devam ediyor.

Beklentileri nasıl karşıladı?

Our Flag Means Death, coşkumu mazur görün, kanımca televizyonlardaki en iyi iş! (Hadi The Rehearsal’ı da unutmayalım) Korsanlık mevzusunu modern yaşamla kusursuz kaynatması bir yana; maalesef birçok film ve dizide pazarlama dürtüsünün sonucu eğreti duran temsiliyet meselesini harika bir şekilde kotarıyor. Bu konuda taviz vermez hâli ve aktörlerin de bunu içselleştirebilmesi, kendi kulvarında tek olmasını sağlıyor. Dizinin yaratıcısı yazarı ve yönetmeni David Jenkins; çeşitliliğe sahip yazar takım sayesinde, farklı ırkların geçmişte yaşadıklarını, bir travma pornosuna dönüştürmeden yansıtmaya çalıştıklarını ve farklı ten rengine sahip karakterlerin bir fantezi dünyasında yer alırken ırklarının otomatik olarak onlara travmatik bir hikâye getirmeyebileceğini söylüyor. Bu kanımca çok yerinde bir yaklaşım. Sonucunu da iyi alıyor zaten. 

En çok neyi sevdin?

Taika Waititi sevdiğimiz bir sinema insanıydı zaten uzun yıllardır. Flight of the Conchordsa katkısı olsun, (burada küçük bir parantez açıp Conchords’un harika şarkısı “I’ve got Hurt Feelings”in bu diziye ne kadar uyacağını da söylemek isterim. Âdeta 15 yıl öncesinden, Our Flag Means Death’in ruhani öncüsü gibi) Hunt for the Wilderpeople olsun, What We do in the Shadows olsun işlerini keyifle takip ediyoruz. Bu dizideki oyunculuğu sanırım onu en çok hatırlayacağımız şey olacak ileride. Ayrıca Happy Valley, Chernobyl gibi kalburüstü işlerden de bildiğimiz Con O’Neill’in Izzy’si “karanlık” tonuyla dizide sağlam bir denge unsuru olmaya devam ediyor. O’Neill’in sinemada önemli roller alma zamanı da geldi kanımca. Son olarak bir kuşağın Spud’ı (Trainspotting) İskoç aktör Ewen Bremner da o şahsına münhasır aksanı ve spiritüel kişiliğiyle daha belirgin bu sezon. 

En az neyi sevdin?

Üzgünüm, bir şey bulamadım. Belki görselliğin, özellikle dekorların yer yer hamlığı göze batabilir ama bunu bir “sorun” olarak görmek yanlış olur. O basitliğin de bir anlamı var yapımın hamurunda.

Majör yenilikler neler? Sürprizler var mı?

Stilde çok fazla yenilik olduğunu söylemek zor. Ama olaya çorbacı kisvesi altında dâhil olan “Çin’in korsan kraliçesi”  Zheng Yi Sao, kendisini canlandıran Ruibo Qian’ın da harika adaptasyonuyla birlikte taze bir soluk getiriyor. 

İzleyince kafanda soru işareti yaratan bir şey oldu mu?

Rhys Darby çok sevimli bir aktör. Bu yapımda da biraz The Office / Michael Scott göndermeli karakterini çok iyi dolduruyor. Ama çok yönlü olduğunu da pek söyleyemeyiz. Yapımdaki yan karakterler o kadar başarılı ki sanki Darby yavaş yavaş “başrol” ağırlığını kaybetmeye başlıyor ve dizinin “kendinin farkında” tonunun dışında kalıyor gibi.