Zamanın döngüselliği: In Our Day

Yazı: Sezen Sayınalp

43. İstanbul Film Festivali’nde izlediğimiz son Hong Sang-soo filmi (ya da filmlerinden biri) In Our Day / Uriui Haru / Günümüzde, isminden de anlaşılacağı üzere zamanını günümüze sabitleyerek iki farklı evi mesken tuttuğu senaryosuyla ve Koreli sinemacının konuşkan kalemiyle izleyeni yine karakterleriyle uzunca bir sohbete davet ediyor.

*Bu yazı, henüz In Our Day filmini izlememiş olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.


Mekânlar ve hikâyeler

Oyunculuk kariyerine ara verip arkadaşı Jang-soo’nun ve kedisi Us’un yanına gelen Sang-won, onlarla sakin ve dingin bir dönem geçirmektedir. Filmin iki çatılı hikâyesinin bu bölümü Jang-soo’nun evinde devam ederken diğer bölümde de ünlü bir şair olan Ui-ju’nun ve onun hayatını kameraya alan Ji-soo’nun hikâyesi sürmektedir. Ji-soo’nun iki ev ve iki hikâye arasında mekik dokuyan yolculuğu, iki mekânı da birbirine bağlayarak geçip gitmekte olan günleri ve uzun sohbetleri görsel dünyaya taşır.

İzlemeden önce bilmeniz gerekenler

Sadece bu filmde değil; genel olarak Hong Sang-soo sinemasıyla ilgili bilmeniz gereken en önemli şey yönetmenin duran zamanın filmini yapması. Doğrusal olarak algıladığımız zamanın aslında yapay bir kavram olduğunun altını çizen yönetmen, bir anlamda çerçeve hikâyenin kıyısında dolaşan ve zamanın tek yönlülüğünden ziyade döngüselliğine odaklanıp içindeki farklı hikâyelere pencereler açan bir yol izliyor filmlerinde. Bu nedenle Hong Sang-soo’nun filmlerine aşina olmayan izleyici kendine “E ne oldu şimdi?” sorusunu sorarken bulabilir. Aynı soru neden-sonuç bağıntısına kendini kaptırıp hikâye içindeki hikâyeleri pas geçen bir anlatı yakalama isteğini de taşıyor bana kalırsa. O yüzden Hong Sang-soo sineması size bir sebep vermeyecek ve bir şeylerin olmasına dair mizansenler de hazırlamayacak. Doğrusal akmayacak ama kişisel kişisel gelişmemiz için anda ve akışta kalma kolaycılığına ve bireyselciliğine de sokmayacak. Zamanın durağanlığında cümleleri art arda sıralayıp kendi sorularını ortaya dökecek, kendi sessizliğinin çerçevesini çizecek, genel ve yakın planlarının tezatlığında küçük ayrıntıları gözümüzün önüne getirecek ve çerçeve içinde çerçeve gibi birbirinden farklı tabloları paralel kurguyla sakince anlatacak. Hong Sang-soo’nun sinemasını özetlemek gerekirse ortaya böyle bir tablo çıkıyor. In Our Day de yönetmenin kurduğu bu yapının içinde kendine yer edinen filmlerden biri.

İlk intiba

İzlerken içimden Hong Sang-soo’nun filmlerinde daha çok kedi olmalı diye düşündüm. Yönetmenin 2020 yapımı filmi The Woman Who Ran’daki gözlemci kedinin mizansenin anlamını derinleştirmesi gibi bu filmde de Us’un varlığı karakterlerimizin verdikleri kararlarda ve hayata dair eşiklerinde zamanı onların önlerine seren bir elçi gibi karşımıza çıkıyor. Us orada, yemeğini yiyor, kendini sevdiriyor, kendi köşesinde dinlenmeye çekiliyor, izliyor, ortadan kayboluyor ve karakterlerin peşine düştükleri cevapsız molaların bir yol göstericisi gibi kendini gösteriyor. Günlük hayatın cümlelerine eşlik etmek ya da zamanın döngüselliğini somutlaştırabilmek bir kedinin hareketlerinde mümkün kılınabilir gibi geldi In Our Day’i izlerken. 

En çok neyi sevdin?

Ji-soo’nun iki hikâyeye de eşlik eden konumu ve çektiği belgesel, filmin en sevdiğim taraflarındandı. Bu sebeple bu filmin tercihlerinin yine Hong Sang-soo filmografisi içindeki konumunu düşünürken buldum kendimi. Çünkü Ji-soo’nun belgeseli aynı zamanda yönetmenin sinemasının belgesel türüyle dirsek temasında olabileceğini de gösteriyor. Ui-ju’nun günlük hayatının içinden kesitleri kameraya alan Ji-soo, aynı zamanda ikisinin konuşmalarının da bir günlük gibi kaydını tutuyor, şairinin günlük hayatının görsel cümlelerini yazıyor. Diğer evde bir belgesel süreci gerçekleşmiyor belki ama filmin kendisi bize o mekânla ilgili de günlük hayatın cümlelerini sunuyor zaten. O yüzden hikâye içinde hikâye yapısına benzer görebileceğimiz bu ikili yapı, filmin biçiminin belgesel türle kurduğu bağı da seyircilerine yansıtabiliyor. Filmi kayda alan ama bizim göremediğimiz kameranın izdüşümü Ji-soo’nun kamerası oluveriyor birden. İki hikâyeli yapısının bir kanadındaki bu tercih filme dair en sevdiğim taraflardan biri oldu. 

En çok hangi sahneye yükseldin?

Şairin evinde geçen “taş-kâğıt-makas” oyunu sahnesi beni en heyecanlandıran sahnelerden biri oldu. Hem birbirinden çok farklı üç kişinin en filtresiz hâlleriyle bir oyun kurduğu an bu hem de kendiliğinden gelişen bir röportaj gibi. Bir taraftan oynayanı da izleyeni de ikilemde bırakacak bir çizgide duruyor. Verilen kararların bozulmasına da sebep olan bu sahne şairin dünü ve bugünüyle ilgili ve şiirle kurduğu ilişkiye dair cevaplarını da taşıyor. Bu cevaplar diğer iki oyuncu da başka sorulara bürünüyor. Sorular da cevaplar da “taş-kâğıt-makas”ın oluşturduğu olasılıklar zinciri de tıpkı çerçeve hikâye gibi aynı döngüsel zaman gibi üç kişinin aniden kurduğu bu oyunda somutlaşıyor. Bir anlamda filmin özeti gibi olan bu sahneyi bir hayli önemsediğimi söyleyebilirim. 

Modunu nasıl etkiledi?

Açıkçası filmlerin modumu nasıl etkilediği benim sinemayla kurduğum bağda öncelikli olarak düşündüğüm bir şey değil. Çünkü modumdan önce filmin neler düşündürdüğü o filme ve o filmin karşılığını bulduğum diğer şeylere hissimi belirliyor. Bu his üzerine düşünmeyi daha çok önemsiyorum. In Our Day ise günlük hayatta kendimle yaptığım konuşmaları düşündürttü. Kendime kurduğum cümleler, o cümleleri kurarken bağlantı kurduğu insanlar, kitaplar ya da fikirler. Sevdiğim şairlerin sevdiğim dizeleri ya da kedi videoları… Bunların tümünü düşündüm diyebilirim. Tüm bunlarla beraber kendimi yeniden kurduğum cümlelerin arasında bulmak beni iyi hissettirdi.

Karakterlere dair neler söyleyebilirsin?

Her Hong Sang-soo filminde olduğu gibi In Our Day’de de her karakter kendi dünyasına dair en sakin ve en basit tanımları izleyiciyle paylaşıyor. Bir nevi bilinç akışı gibi karşımıza çıkan replikler bir replikten ziyade bizi de mizansenin içine taşıyan ve filmin zamanıyla kendi zamanımızı bütünleştiren köprülere dönüşüyor. In Our Day’de hem onların içinde yaşadıkları günler hem de bizim kendi günlerimiz arasından sıyrılıp onlara eşlik ettiğimiz hâllerimiz karakterlerin gerçekliğini daha da perçinliyor. Hong Sang-soo’nun filmlerinde karakterleri “oynarken” görmeyiz. Onlar o andadırlar ve yaşarlar. O sahnede yaşarlar, o planda yaşarlar, o suskunlukta yaşarlar, o diyalogda yaşarlar. Orası bir oyunculuk performansı alanından ziyade karakteri zamanın içinde var edebilen bir “olmak” alanıdır. In Our Day’de her karakter kendi dünyası içinde kendi cümlelerini de kendi suskunluğunu da yansıtabilen planlarla karşımıza çıkıyor.

Bunu seven bunları da sever

Bu filmi seven Hong Sang-soo’nun her filmini sever diyebilirim gönül rahatlığıyla. Bir de ek olarak “mumblecore” türüne bir uğramanızı önerebilirim. 

Yönetmene bir soru soracak olsan ne olurdu?

Zamanı algılayış biçimiyle birlikte düşündüğümüzde, tüm zamanlarda kurduğu cümlelerin arasında en çok tekrar ettiği bir cümle ya da soru var mı? Varsa nedir?