Taraf tutmadan hikâye anlatmak: Magarsus vesilesiyle bir Yunus Ozan Korkut ve Berkay Ateş sohbeti

Fotoğraf: Aylin Güngör – Hazırlayan: Ekin Sanaç – Deşifre: Meltem Demiraran

“Hiç değişmeyen bir karakteri oynamak ister miydin?” 

İzleyeni Çukurova’da narenciye ticareti yapan Kurak ailesiyle hemhâl eden ve iktidar olgusuna tarım ekonomisi üzerinden bakan Magarsus’un yönetmeni Yunus Ozan Korkut, dizide Beton karakterini canlandıran oyuncu Berkay Ateş’e yöneltiyor bu soruyu. Biz izleyici için de çok geçerli bir soru: Değişmeyen karakterleri izlemek istiyor muyuz? Sanki onlar değişmedikçe his dünyamızda da pek bir şeyi kurcalayamıyorlar. Onların arzularının, kırılganlıklarının ya da karanlıklarının açılabildiği ölçüde derinleşiyor hepimiz için hikâye. Hayatta bir şeylerin sabit değil de değişebilir olma ihtimali her daim ferahlattığındandır belki.

Yunus Ozan Korkut’la tanışmamız, yine Adana’dan hikâyeler anlatan ilk uzun metrajı Benim Varoş Hikayem’le (2017) olmuştu. Kendisinin de yetiştiği Ceyhan sokaklarında, kamerasını oranın gerçeklikleri ve kurmacanın sunduğu imkânlar arasında konumlandırarak sıra dışı bir tutku işiyle karşılamıştı bizi. Ozan Korkut’un yönettiği ve Mustafa Yürüktümen ile beraber yazdığı Magarsus dizisi ilk sezon yolculuğuna süspansı ve seyir zevki bir hayli yüksek bir suç draması olarak başladı. Olaylar geliştikçe de kimyasını, yarattığı karakter dramasıyla zenginleştirdi. Magarsus’taki karakterleri izlerken, izleyici neye tutunacağını bilemiyor. Bu karakterlerin teslim ettiği kadroda mest edici performans veren Merve Dizdar ve Çağlar Ertuğrul da var. Berkay Ateş’in canlandırdığı Beton lakaplı karakterse, o henüz bundan habersizken bizzat kendisi için yazılmış. Bu önemli bir data olsa da sadece son sinema filmi Karanlık Gece’nin (Özcan Alper, 2022) bizi tanıştırdığı İshak ile Beton’u yan yana koymak bile izleyen için Berkay Ateş’in oyunculuğuyla ödüllendirilmenin ne demek olduğuna dair yeterli fikri veriyor. 

Magarsus, BluTV’den 2. sezon onayını almışken, yaratıcısı Ozan Korkut ve oyuncusu Berkay Ateş aynı masada buluştu. Yazmak, yönetmek, oynamak ve olmak üzerine pek çok şey konuştu. Buyurunuz.

Yunus Ozan Korkut: Neden Magarsus’ta oynamak istedin? Ya da kabul etmene sebep olan şeyler nelerdi? Senin gibi bir oyuncunun ilk önce baktığı şey nedir?

Berkay Ateş: Tabii ilk okuduğunda hikâyeye bir bakayım diyorsun. Oynayacağın karaktere bakıyorsun. Bu karakter nasıl biri? Ben nasıl oynayabilirim? Bu karakteri çok iyi oynarım ya da hiç oynayamam anlamında değil. Hayatında nereyi kaşıyor diye bakıyorsun. Magarsus’ta oynamamın en büyük sebebi de hem karakter hem hikâyenin iyi olmasıydı. Ben hikâye meselesine çok önem veriyorum. Belki kendim de yazdığım için de böyle oluyor. “Evet, çok düşünülmüş, kafa patlatılmış, bir karakter yaratılmış” diyebiliyorum. Yani ilk baktığım şey, senaryo. Sonra başka parametreler devreye giriyor; yönetmen, yönetmenle anlaşabilmek, yönetmenin meseleye ne kadar hâkim olduğu, bakış açısı, yapım, beraber oynayacağın oyuncular gibi.

Bir hikâyeye inanç en baştan oluyor. Bizim [Magarsus’un] deneme çekimini örnek verebilirim. Oraya gelene kadar prova yaptık ve bu çok önemli bir şey. Hazırlık süreci çok önemli. Karanlık Gece’de de bu konuyu böyle yaşamıştım. Gittik bölgeye. Suyun başında prova yaptık, bağlama çaldım. Ben o hazırlık dönemine girmeyi seviyorum.

Yunus Ozan Korkut: Magarsus için bu anlamda bir şeyler yaptın mı? Biz seninle konuştuk tabii bu konuda birtakım şeyleri. Mesela bıyık fikrinin nasıl çıktığını…

Berkay Ateş: Tabii. İnsanı böyle hazırlıklar role sokuyor. Yani yönetmenin seni bir dünyaya sokması gerekiyor Ozan. Benim senaryo dışında kendimi tamamen teslim ettiğim yer, o dakikada yönetmen oluyor. Yönetmenin beni o dünyaya sokmasıyla çok ilgileniyorum. Bunu Emin (Alper) de yaptı, Özcan (Alper) da yaptı, Serhat (Karaaslan) da yaptı. Ve bunu sen de yaptın. Örneğin konuşurken o dünyaya giriyorsun; referanslarla, o dönemle, bıyık üstünden konuşmakla, el hareketlerinle, şivenle, karakterin psikolojisiyle… Mesela Adana üzerinden konuşuyorsun ve bir sürü şeyi konuşuyorsun. Ben sürekli o dünyada oluyorum, kafam da orayla çalışmaya başlıyor. O dünyaya tamamen girmek istiyorum, o karakterle hep zaman geçirmek istiyorum.

Saçma gelecek ama yıllar evvel üçüncü sınıfta Çehov’un İvanov diye bir oyununu çalışıyordum. Çok sevdiğim bir karakterdi. Çehov’un da en sevdiğim oyunudur İvanov. Üçüncü sınıf finalinde ona hazırlanırken saçı bıraktım, sakalı bıraktım. Metrobüsle okula gidip geliyordum. Bir gün metrobüsün çıkışında bir kedi gördüm. Okuyan “Yok artık!” diyebilir de işi bilen de anlar demek istediğimi. Kedi o kadar İvanov gibi bakıyordu ki. Durdum Zincirlikuyu’da, baktım kediye. Birkaç dakika kalakaldım. Kafan orada olduğu zaman etrafı da öyle görüyorsun. Bu bahsettiğim hadise 2011 yılı. 12 yıl evvel. Hâlâ kedinin yüzünü hatırlıyorum.

Yunus Ozan Korkut: Senin kedilerin de var. Onunla da ilgili olabilir mi? Kaç tane kedin var şimdi?

Berkay Ateş: İki kedim var. Ama o zaman öyle bir şey yoktu. Şimdi bu dediğin üzerinden ben sana şunu sormak isterim: Karakterleri yaratırken hep bildiklerin üzerinden mi yazmaya çekildin, yoksa yeni karakterler mi yazmak istedin?

Olayları yapan değil, onları yazan karakterler

Yunus Ozan Korkut: Bazıları bildiklerimdi. Bazısı da çok bilmediğim ama öğrenmek istediğim karakterlerdi. Mesela Turgut benim çok iyi bildiğim bir karakter, Adana’dan.

Berkay Ateş: Turgut’u yazarken bildiğin referanslar üzerinden mi gittin?

Yunus Ozan Korkut: Tabii, genelde bildiğim referanslar üzerinden gittim ama bu travmatik olma hâli ve değişim hâli aslında biraz Mustafa ile beraber bulduğumuz bir şeydi. Senaryoyu yazarken en hızlı yazdığımız karakter Turgut’tur.

Berkay Ateş: Peki en bilmediğin?

Yunus Ozan Korkut: En bilmediğim karakter, Tansu. Ve tabii Beton’un dönüşmüş hâli. Yani deprem ve travma hâli biraz daha üstüne kafa yorduğumuz, düşündüğümüz bir hâl. Ama çok bilgi alarak düşünmedik, bir yerden okuyarak düşünmedik. Biz kendimizi onun yerine koyarak yazdık. Nasıl olurdu? Ne yapardı, diye. Tansu için baya uğraştık. Çünkü onun çok iyi temsil edilmesi gereken bir karakter olduğunu düşünüyorum.

Berkay Ateş: Tansu’nun referanslarında da gördüğün şeyler mutlaka vardır. Sen hem yazıyorsun hem yönetmenlik yapıyorsun, ben de yazıyorum ve oyunculuk yapıyorum. Oynama süreci asıl mesleğim olduğundan benim için çok daha heyecanlı oluyor. Ama yazma süreci beni daha fazla zorlayan, daha dibe çeken bir süreç. Yaratıcılık anlamında sıfırdan birini yaratmak daha farklı geliyor bana.

Yunus Ozan Korkut: Bana da. Bunun çok üzerine çalışıyorum çünkü. Magarsus için de öyle, daha önceki hikâyem için de öyle olduğunu söyleyebilirim. Ben karakter temelli senaryolar yazmak taraftarıyım. Jim Jarmusch, “Ben karakterler yaratırım, onlar sonra kendi kendilerine film olurlar” diyor. Bizim hikâyelere genelde yanlış bir bakış açısıyla baktığımızı düşünüyorum. Olaylar vardır ve karakterler onları yapar diye. Biz tam tersini; karakterlerin karakter özelliklerinden kaynaklanan olayları yapmaya çalıştık. Mesela Beton’un klostrofobisi, bize aslında sürekli yeni bir olay yarattı.

Berkay Ateş: Var mı hayatında bu karakter özelliğini gözlemlediğin biri?

Yunus Ozan Korkut: Yok.

Berkay Ateş: İşte bence bu çok daha heyecan verici.

Yunus Ozan Korkut: Ben mütevazı bir insanımdır genelde ama Beton konusunda mütevazı olamayacağım. Bence yaratılmış, yazılmış en iyi karakterlerden bir tanesi. Sen de aynısını düşünüyorsundur. Turgut gibi bir karaktere daha çok denk gelebilirsin, Tansu’nun bazı özelliklerini bulabilirsin insanlarda. Hatırlarsan mesela Tansu ve Turgut için referanslar konuşabiliyorduk kendi içimizde. Ama Beton için bir referans bulamadık.

Berkay Ateş: Evet, hatırlıyorum. Beton için verebileceğim bir referans yok diyordun. O zaman sana prova döneminden şunu hatırlatayım; benim Beton için bir referansım vardı. Hatırlıyor musun?

Yunus Ozan Korkut: Şener Şen’den bahsetmiyorsun değil mi?

Berkay Ateş: Yok. Tabutta Rövaşata’daki Mahsun. Provaya başladıktan sonra filmi bir-iki kere daha izlemiştim.

Yunus Ozan Korkut: Evet, doğru söylüyorsun. Hatırladım. Beton’un biraz daha dışa dönük ve daha eğlenceli hâli gibi aslında.

Berkay Ateş: Bazen karakterleri çalışırken, hayatındaki bir oyundan, bir filmden referanslar aklına geliyor. Birebir oturmasına gerek yok ama içinde bir şey tetikleyebiliyor. Beton’u ilk okuduğumda hissettiğim şey de buydu. Tabutta Rövaşata’da, Ahmet Uğurlu’nun tavus kuşuyla yürümesi, oradaki hâli… Benim için Beton’u kafamda net bir yere çekmişti.

Yunus Ozan Korkut: Senin için prova dönemi bir arama dönemi mi oluyor? Mesela ben yazıyorum ama yönetmek başka bir şey. Bir ton bulman ve o bulduğun tonun oyuncuyla bütünleşmesi ve her iki tarafa da iyi gelmesi gerekiyor. Yani seninle beraber ben de arıyordum aslında. Ama provadaki Beton ile dizideki Beton çok farklı. Bu değişimin nasıl olduğundan biraz bahseder misin? Kafana orada bir şey mi dank etti?

Türkiye sinemasından sevdiğimiz filmlerde henüz yat alan bir karaktere rastlanmadı

Berkay Ateş: Aslında ben mesela provalarda çok kötü okuyabiliyorum. Çünkü oynuyor muyum, okuyor muyum çok büyük bir ikileme düşüyorum. Bazı istisnai oyuncular vardır, okumaya başlarlar ve o karakter olurlar. Müşfik Kenter için bunu derler, Marlon Brando için derler. Benim için prova hep bir anlama ve arama dönemi. O zaman da sanırım yapmaktansa kendi içimde içselleştirmeye çalışıyorum. Provayı çok seviyorum, hep provada olmak istiyorum ama sonra gidip anlamak istiyorum. Orada işte yönetmen çok önemli oluyor. Ben yönetmen çok seven biriyim. Beni yönlendirdiği referanslarla kafam daha da iyi açılıyor.

Mesela şunu hatırlıyorum. [Magarsus’taki] Lahmacun sahnesinin Merve’yle [Dizdar] provasında hiç yapamamıştım. Ama biliyorum ki ben gideceğim, bu sahneyi anlayacağım ve oraya getireceğim. Bir de aslında bu arayış esnasında başka şeyler yapıyorum ki ne yapmamam gerektiğini anlayayım. Yani provalar ne yapmamam gerektiği konusunda benim için çok faydalı oldu.

Magarsus’u, her yerde söylediğim gibi çok biricik buluyorum. Bu hikâyeyi sinemamızın önde hikâyelerinden biri olarak gördüm. Benim için bir bağımsız film inceliğinde. Yönetmenliği, karakter yaklaşımı, kastı, yapımı, vs. Bizde alt sınıfın hikâyeleri anlatılır genelde. Taşra tartışmasının dışında söylüyorum. Sinemamızdan sevdiğim filmlerin yüzde doksanında yat alan bir karakter yoktur. Bir Zamanlar Anadolu’da’dan Abluka’sına, Sonbahar’ına Masumiyet’ine, Güneşi Beklerken’e, Sarmaşık’a… Türkiye sinemasında yat alan bir insan yok. Ama Magarsus’ta karakter yat alıyor. O zenginliğin içinde olup parası olmadığından ev yaptıramayan bir karakter de var. Bu fikirleri geliştirirken nasıl bir motivasyonun vardı? Çok da bildiğin insanlar değil.

Yunus Ozan Korkut: Sınıfsal olarak değiller.

Berkay Ateş: Nuri Bilge Ceylan’ın Adana’da yaptığı söyleşide de dediği gibi “İnsan her yerde aynıdır.” Bunu bir noktada kanıtlıyor. Her iki sınıfı da anlatmak çok önemli bir şey.

Yunus Ozan Korkut: Biz de bunu yapmak istedik. Benim hem genel olarak hem de sinemanın bakışında rahatsız olduğum bir şey var: Tek taraflı bir bakış ve taraf tutma hikâyesi sunulması. Biz o anlamda biraz postmodern yaklaştık sanırım. Mesela bizim senaryo sürecinde danıştığımız insanlar Halil Kurak karakterinin iyi olması gerektiğini söylediler hep. Bir baba figürü olarak. Çünkü temsiller hep böyledir ya televizyon dizilerinde. Biz de şunu savunduk: Feodal düzenin temsilcisi bir mafyayı biz nasıl iyi gösterebiliriz? Ya da bu çocuklar zengin fakat o kadar hırpalanmışlar ki. Ben lastikçi bir babanın çocuğuyum. Çok fakirlikte büyüdüm. Bu karakterleri anlatmak çok kolaydı, ezilen kısmı anlatmak çok kolaydı. Diğer kısmı anlatmak ve onlarla empati kurabilmek benim için daha zorluydu.

Berkay Ateş: Biricik dediğim şeyin altını en çok dolduran şeylerden biri bence bu. Çünkü mesela Magarsus’un referans olarak bahsettiği dizilerin en başında Succession geliyor.

Yunus Ozan Korkut: Ben izlemedim bu arada Succession. Ama Sucession’a benzetilmek hoşuma gider. Dizi tarihinin en iyi işlerinden bir tanesi.

Berkay Ateş: Succession’da çok zengin bir aile var. Burada da zengin bir aile var ama daha önemlisi ve beni asıl etkileyen şu: Bu kadar kuvvetli bir hikâyede zenginlerin ve alt sınıfın bu kadar bir olması. Göçmenleriyle, işçileriyle, mevsimlik işçileriyle ama oradaki narenciye birliğiyle, ama oradaki adamlarla, Beton ile… Mesela Parazit gibi de biraz. Hikâye olarak Parazit de beni en çok etkilemiş işlerden biri.

Yunus Ozan Korkut: Tiyatrodan da hâkim olduğun vodvil aslında biraz.

Berkay Ateş: Aynı zenginliğin içerisinde, aynı yerde yaşayanların birbiriyle çatışması aslında olay. O yüzden de çok kıymetli geliyor. Beton’un yaşantısı da Kurak Tarım’ın içinde.

Yunus Ozan Korkut: Bu kadar baskıdan ve ezilmişlikten sonra onun bu yükselme hırsını, içindeki kötülüklerin dışarı çıkmasını da biraz nedenselleştirebiliyorsun değil mi? Mesela Beton sapına kadar (ilk bölümlerdeki kadar) iyi ve merhametli biri olsa seni heyecanlandırır mıydı? Oynamak ister miydin? Seni tanıdığım için söylüyorum. Çünkü sen bir karakterin sınırlarını zorlamak istersin, hem iyisini hem kötüsünü göstermek istersin. Oyuncu olarak da seni kaşıdığını düşünüyorum böyle bir şeyin. Değişmeyen bir karakter oynamak ister misin mesela? Yönetmenin senle çalışırken sana alan bırakması gerektiğini düşünüyorum. O zaman çok daha performatif olabileceğini gördüm ben. Biz böyle bir süreç yaşadık zaten.

Berkay Ateş: Çok iyi diyalog kurdun ve oyuncudan çok iyi anlıyorsun.

Yunus Ozan Korkut: Senin en iyisini yapmana çabaladım. Sahne içinde konuştuğumuz şeyler tonda azıcık çık ya da in üzerindeydi. Bundan sonra ne çeksem seni birinci sıraya yazarım.

Berkay Ateş: Benim için de böyle. Bak bunu hiç konuşmadık; Magarsus öncesinde, Adana’ya hiç gitmeden, Adana’dan gelen Salim diye birini yazıyor olmamı. Karakterin adının Salim olması. Bir köpek bulmamız Kurak Tarım’da ve adının Beton olması. Karataş’ta, limanda çekim yaparken simitçi çocuğun abisinin lakabının Beton olması, bak bunlar bedenen de ruhani olarak da bu iş iyi oldu dedirtiyor.

Sana şunu sormak istiyorum. Ezilen sınıftan ya da fakirlikten gelmiş olmamızın beslediği bir yer var, bunu içinde nasıl yaşıyorsun? Bu bize öfke de getiriyor. Bu öfkeyle baş edebiliyor musun?

Yunus Ozan Korkut: Burada biraz açık olmam gerekir. Ben biraz hırslı biriyimdir; kendimi haksızlığa uğramış hissederim. Bu da sınıfsal olarak geldiğim yerle ilgili, bunu da açık yüreklilikle söyleyebiliyorum artık. İlk başlarda baş etme yöntemim hep isyan etmekti. Neden benim filmlerim bakanlıktan geçmiyor? Neden bana iş verilmiyor? Çok çalışkanımdır çünkü. Galiba bunu kabul edip yazmaya başladıktan sonra bununla barışmaya da çalıştım. Benim hikâyelerimin de değerli olduğunu bir şekilde gösterdim çünkü bu konuda çok direndim. Çok benzer şeyleri düşündüğümüzü düşünüyorum. Birine fazla övgü yapıldığı zaman, ikimizin de “Ya o kadar da öyle değil,” ya da tam tersi birinin hakkı yendiği zaman da “Burada çok iyi bir iş çıkarmış bunu niye görmezden geliyorsunuz?” dediğimizi biliyorum. Ve bence bu sınıfsal bir yerden geliyor. Dezavantajlı insanlara biraz daha fazla empati duyuyorum.

Vasatın müptelası olmak

Berkay Ateş: Bu popüler olanın bence biraz şirazesi kaydı. İnsanlar iyi olan bir şeyi söylemek için diğer insanları bekliyor. Bir masada bir filmi beğenmedim demek neredeyse elimizden alındı. Bu öyle bir yere geliyor ki bundan çok rahatsızım. Bir şeyi çok beğendiğini söylemek bile elimizden alınıyor. Sektörümüzün, çevremizin yarattığı bir şey var. Bence bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmanın sıkıntısını yaşıyoruz. Bu tiyatro için de sinema için de dijital bir dizi için de kitap için de böyle. Her zaman diyorum yani, sinemada, tiyatroda gerçekten sağlam, çatır çatır yazan eleştirmenler yer bulsa, böyle imkanlar olsa ki aslında buna dair platformlar, bloglar var, bu kadar vasatın müptelası olmayacağız. “Ben hayatımda böyle şey izlemedim”lerle öyle işler gördük ki. İşlere de bence zarar veriyor bu.

Yunus Ozan Korkut: Yaratıcılara da zarar veriyor. Mesela çok iyi şeyler söyleniyor ama muhakkak hatamızın olduğu yerleri ben de biliyorum. Çünkü insanız ve hata yapabiliriz. İkincisi belki de biz bunu beğeniyoruz, bilmiyorum. Ama biz sanki bunu bilmiyormuşuz ve düşünmemişiz gibi yapılan yorumlar beni biraz daha fazla rahatsız ediyor. Magarsus özelinde söyleyeyim, bir iş popüler olmazsa ikinci sezonu yapılamaz. Bu işin izlenmesi lazım, platform için de aynısı geçerli. Yerli platformun o paraları çıkma imkânı çok zor. Ve bunun dışa dönük olması lazım. Bazen, “Neden bu kadar açıklayıcı?” gibi eleştirileri duyunca isyan ediyoruz biz de. Çünkü annemin de izlemesi gerekiyor işte. Yoksa bir daha sen de izleyemeyeceksin.

Berkay Ateş: Evet, ve işte o öyle olunca. Bu çok büyük bir meşruluk da kazanıyor. Hepsi birbirine benzemeye başlıyor. Yerelin böyle bir hikayesi var işte. Biraz evvel de dediğim gibi yani insanların yazdığı bir sürü hikayeler var, Karadeniz’den, Doğu’dan.. Sadece bölge de değil. Kadıköy’ün içinden de böyle hikayeler var ama yer bulmuyor. Çünkü o zaman bu şeyin başka bir çerçevesi çiziliyor. E film de çekilemiyor.

Yunus Ozan Korkut: Bence çok kıymetli yazarlar, yönetmenler var ama mesele ekonomik imkânlarla da alakalı.

Berkay Ateş: O zaman da ne oluyor çok iyi bir film senaryosu gelmiyor, okunmuyor. Çünkü alan bulamıyor insanlar. Üzücü.

Yunus Ozan Korkut: Bakış değişti çünkü. İnsanın hayatta kalması gerekiyor ve para kazanmak için başka bir şey yapması lazım. Ben genelde kendi senaryolarımla ilgiliyim veya bana gelen iş tekliflerini okuyorum. Ama sana daha fazla senaryo geliyor ve benden daha fazla senaryo okuyorsun. Ben rejisel bir problem olduğunu düşünmüyorum ülkemizde, senaryolarla ilgili bazı problemler var. Bunun da senaristlerden kaynaklı olduğunu sanmıyorum, genel dünyadaki işe bakışla ilgili, neyin satıp satmayacağıyla ilgili. Çünkü pahalı işler yapıyoruz ve platformlar ya da kanallar böyle risklere girmek istemeyebiliyorlar. Senin gördüğün problemler var mı?

Berkay Ateş: Ben hem hikâyenin hem de karakterin sağlamlığının başat olmasını önemsiyorum ama bizdeki sıkıntılardan biri senaristlerimizin hikâyeyi, twistlerini, olaylarını karakterden daha çok sevmesi. Gelinen noktada karakterler çok daha fazla görünür oldu dünyada da. İzlenen her şey ortaya döküldü. Artık insanlar çok daha fazla karakter takip ediyor. Zamanında insanlar popüler oyuncuları dizide görünce heyecanlanıyordu, şimdi saat 1’de ne yediğini biliyor. Artık ilgilenmiyor, merak etmiyor.

Burada iyi olan şey, iyi yazılmış karakter noktasına gitmemiz. Bu, televizyon için de artık böyle. Hikâyeyi sevmek karakteri sevmenin önüne geçtiği zaman benim ilgimi çekmiyor. “Ha yazar hikâyesini çok seviyor, hikâyesinin finalini seviyor,” diyorum. Bu çok sık olan bir şey. Yazar finale gitmek istiyor. Finalde öldürecek karakterini, öldürmek için hikâye oralara geliyor ama karakter oraya gelmiyor. Bir de insanlar artık inanılmaz derecede drama takip ediyor. Burada da karakteri takip ediyor. Bizim işimiz de öyle. Abluka’da oynadığım Ahmet de Görülmüştür’de oynadığım Zakir de Karanlık Gece’de oynadığım İshak da çok iyi yazılmış karakterler ve hikâyeler karakter üzerinden sonuca gidiyor.

Yunus Ozan Korkut: Acaba sektör mü bu noktaya getirdi? Çünkü yurtdışı satışlarımız çok iyi. Bizden talep edilen şey acaba hikâye mi biraz da?

Berkay Ateş: Evet. Örneğin karakter âşık olsun, tam âşık olunca da gitsin bilmem ne yapsın, öyle bir olay olsun ki her şey darmadağın olsun… Bu satıyor olabilir. Sektör buysa bu. Bunlarda da oynuyoruz ama o karakteri görmek, iyi çizildiğini görmek önemli olan. İşte o zaman çok daha içi dolu oluyor.

Yunus Ozan Korkut: Bu arada televizyonda da bazen iyi karakterlere denk geliyoruz. Televizyon işlerinde her hafta yazmak daha zorlu bir süreç ama sanırım dijital işlerde bunun daha iyi yapılması gerektiğini düşünüyor olabiliriz. Biraz zaman var çünkü.

Bu arada çok enteresan bir şey söyleyeyim, bunu hiç düşünmemiştim. Sen de düşünmemişsindir belki. Platformların sayısının çok olmamasının sebeplerinden bir tanesi de Türkiye’deki kredi kartı kullanımı sayısının az olmasıymış. Çünkü ödemeyi kartla yapabiliyorsun sadece.

Berkay Ateş: Ve acaba kaç kişinin kredi kartı hacizli ya da bloke?

Yunus Ozan Korkut: Artık ülke sinemasının da dijitalin de ülkenin kendi bulunduğu durumdan farklı değerlendirilmemesi gerektiğini düşünüyorum.

Hayatın zor saatleri, hayatın farkına varabilmenin zor olabilmesi

Berkay Ateş: Benim için günün en zor saati, tam gün batarken geceye dönerken. O saati yaşayamıyorum, çok zorlanıyorum. Diyelim ki hava 7’de kararıyor, eğer çalışmıyorsam 6’da boğuşmam başlıyor. Bu bana kabullenilmesi çok majör bir olay gibi geliyor. Şu an gündüzdeyiz ve bir saat sonra burası gece olacak. Var mı senin hayatında zorlandığın bir saat dilimi?

Yunus Ozan Korkut: Benim de günlük işleri yetiştirmem gerektiği için aynı saatler. Gün batımını çok sevsem de bizim için pek verimli değil. Geceleri çalışmayı daha çok sevdiğim için gündüzü çok sevmiyorum. Bir de benim hiç hoşlanmadığım şey hayatta yavaş hareket edilmesi. Ama seninki çok daha enteresanmış.

Berkay Ateş: Mevsimlerde böyle bir şey yaşıyor musun?

Yunus Ozan Korkut: Hiç yaşamıyorum. Ben hayatın çok farkında olan biri olmayabilirim Berkay. Çok iş odaklı bakıyorum her şeye. Koşturma hâlinin ve garibanlığın getirdiği bir şey sanırım bu; biraz daha başarmak odaklı bir yaşamım var. (Eşim) Damlasu ile de bazen bu konuları konuşuyoruz. O hayatın daha çok farkında olan, yaşamak isteyen biri. Ben bazen kaçırdığımı fark ediyorum. Üzüldüğüm şeylerden bir tanesi bu. Ama senin daha şairane bir tarafın var bence. Bilinç akışı şeklinde yazdığını da görmüşlüğüm var. O yüzden içinde böyle duyguların olduğunun farkındayım. Romantize edebiliyorsun istediğin zaman ve bunun sana iyi geldiğini düşünüyorum.

Kendi adıma edebiyatla aram iyidir. Senin de öyle olduğunu düşünüyorum. Hatta bence edebiyat sinemanın belki bir on kat daha ilerisindedir ve birini tercih edecek olsam edebiyatı tercih ederim. Senin mesela hayatında dönüm noktası olan kitaplar var mı? Ya da şarkılar? Bir iki örnek verecek olsan ne verirsin?

Berkay Ateş: Ortaokul ve lise döneminde çok uzun geceler Radiohead’den “Exit Music dinlerdim. Çok etkilerdi beni. O zamanlar çok daha üzgün biriydim, odadan çıkmadığım günler olurdu.

Yunus Ozan Korkut: Babanı kaybetmiş olmanın etkisi var mı?

Berkay Ateş: Çok var. Bu durum insanlarla diyaloğumu epey kaybetmeme sebep oldu o yıllarda. Eve misafir geldiğinde çıkmazdım odadan. Kimsenin beni gördüğünde acımasını, bana öyle bakmasını istemezdim. Benim bu hayatta acıma duygusuyla ilgili bir kavgam var.

Yunus Ozan Korkut: Hem kendi bakışınla hem sana bakılan bakışla ilgili bir şeyden mi bahsediyorsun?

Berkay Ateş: Evet o yüzden de benim için çok önemlidir bir insana ne kadar acıdığın. Acıma duygusunun çok iyi bir duygu olduğunu düşünmüyorum. Çünkü acıma hayatta birçok şeyin önünü kapatabilecek bir duygu.

Yunus Ozan Korkut: Çok kibirli bir şey değil mi acımak?

Berkay Ateş: Acıma duygusu hem kibri getiriyor hem de birçok şeyin üstünü örtüyor. Acımakla sessizliğin büyük bir paralelliği var.

Yunus Ozan Korkut: Kaçış noktası gibi mi acaba biraz? Bir şeylerin üstünü öyle kapatıp devam ediyorsun hayata. Ben de mesela eskiden bunu kendimi sevdirmek için kullanıyordum. Bence insanın kendini sevdirmek istemesi aciz bir durum ama bundan da vazgeçemezsin.

Berkay Ateş: Evet. Herkes beni sevsin duygusu çok kuvvetli bir şey. Senin de yaşadığını biliyorum.

Yunus Ozan Korkut: Bir şey yapıyorsun ve beğenilmek istiyorsun aslında. Yaptığımız işte de bu var.

Berkay Ateş: Bazı duyguları yok etmeye çalışıyoruz ama mesele bence onları dizginlemek ve farkında olmak. Korku da öyle bir duygu mesela.

Yunus Ozan Korkut: Hayatta kalmak için en önemli şeylerden bir tanesi.

Berkay Ateş: Ama onun seni ne kadar ele geçirdiğini fark etmen lazım. İnsan korkusuyla yüzleşmediğinde hem yaratıcılıkta hem hayatın genelinde çuvallayabiliyor.

Almodóvar tarzı bir film fantezisi

Yunus Ozan Korkut: Eksik kalıyor, bir süre sonra öfke olarak da açığa çıkıyor.

Mesela bu kitabı ben yazmak isterdim dediğin ya da şu kitaptaki şu karakter ben olmak isterdim dediğin şeyler var mı? Bir tiyatro metni de olabilir. Ben Fatih Akın sinemasını çok severim. Biri olmak istesem sanırım Fatih Akın derdim. İki tarafa da yakın. Ama sanırım Émile Ajar ya da diğer adıyla Romain Gary gibi biri de olmak isterdim. Onun naifliği, kendiyle dalga geçmesi, yarattığı karakterlerdeki tutku beni çok etkiliyor. Uzun yıllardır hep onu düşünüyorum. Üstümde de dövmesi var. Sanırım hep ulaşmaya çalıştığım şey o, anlatıdaki duruluk, çatışmalardaki kuvvet… Sen mesela bir yazar olarak hangi yazar olmak isterdin?

Berkay Ateş: Anton Çehov olmak isterdim. Hatta evimde bir tablosu var, Firuze Engin çizmişti. Çehov çok etkiler beni. Çehov’un kitaplarından sayfa sayısı seçersin. Sağ, sol, üst, alt belirlersin. Okursun ve boş cümle çıkmaz karşına. Bizim yaptığımız bir şeydir bu. Yaparım bir gün sana da.

Çehov’un sadece oyunları değil öyküleri de beni çok etkilemiştir. İnsana bakış açısı beni etkiler. Tabii böyle çok fazla tiyatro yazarı ve yazar bulabilirim. Dostoyevski de beni çok etkilemiştir örneğin; Suç ve Ceza hayatımda çok önemli bir yere sahiptir. Bir diğer aklıma gelen Büchner. Büchner’in Woyzeck oyunu, Woyzeck karakteri. Sanırım insana çok iyi bakmakla ilgili bunlar hep. Nuri Bilge Ceylan sinemasını, Emin Alper’i, Özcan Alper’i niye seviyorum? İnsana çok baktıkları için. Ama ben Lanthimos’u da çok seviyorum.

Yunus Ozan Korkut: Bir de tüm iyi eserlere baktığımızda sosyolojiden çok kopmadıklarını görüyoruz. Atıyorum, Karanlık Gece’den bahsedelim. Bize obruk anlatırken aslında ülkedeki politik atmosferden, içinde bulunduğumuz halden bahsediyor. Çehov da bundan bahsediyor, Dostoyevski de bundan bahsediyor. Sosyolojinin, ekonominin insandaki etkilerinden bahsediyor. Sanırım iyi bir şey yapmak için biraz bunlar gerekiyor. Senin Hakikat, Elbet Bir Gün’deki başarın da bununla ilgili bence.

Berkay Ateş: Şiirin de benim oyunculuğumda önemli bir etkisi var çünkü kısacık satırlarla büyük dünyalar anlatılıyor. Nazım Hikmet’in şiiri “Gelsene dedi bana, Kalsana dedi bana, Gülsene dedi bana Ölsene dedi bana. Geldim, kaldım, güldüm, öldüm.” Bir hayat ancak bu kadar anlatılabilir işte.

Yunus Ozan Korkut: Geçen gün bir senaryo toplantısında “Ekmeği tuza banıp yer gibi” dizesine denk geldim. O güne kadar öyle bir gözle bakmamıştım ama inanılmaz bir dize. Hem sınıfsal, hem bir özlem ifade ediyor.

Berkay Ateş: Ya da “Boğazlanan bir çocuğun kanı gibi aktı zaman.” Tek satırla çok büyük bir şey anlatmak bu. Hayatta çok büyük şeyler yapmadan anlatabilmekle ilgili olduğundan oyunculukta beni beslediği bir yer var.

Yunus Ozan Korkut: Edebiyatla sinema ilişkisine ne diyorsun? Ben sana kendi akışımı değiştiren şeylerden birini anlatayım. ODTÜ’de Thomas Balkenhol diye çok ünlü bir kurgucu vardır. Sonbahar’ın da kurgucusu, Özcan’ın [Alper]. Çok tatlı biridir.

Berkay Ateş: Ayvalık’ta tanıştık.

Yunus Ozan Korkut: O zamanlar 21 yaşında, sinema yapmaya çalışan çok hevesli bir adamım ve Thomas’ın yanına gitmiştim. “Hocam bana kurgu öğret” dedim. Bilgisayarda öğreteceğini bekliyorum. Önüme Gurbet Kuşları kitabını koydu dedi ki “İşte kurguyu böyle öğrenirsin!” Aslında kurgunun parçaları birleştirmek ve edebiyat olduğunu söyledi. Senin mesela şu kitap film olsa ne güzel olur dediğin bir kitap var mı? İçe dönük hikâyeleri genelde anlatmak çok zor oluyor ama dışa dönük bir yerden ben Puslu Kıtalar Atlası’nı çok görmek isterdim mesela.

Berkay Ateş: Biraz evvel Parazit örneğini vermiştik. Gorki’nin Güneş’in Çocukları oyunu bizim üçüncü sınıf mezuniyet oyunumuzdu. Halktan koparak bilim ve sanat konuşan bir zümrenin bulunduğu yeri halkın basmasını anlatıyor. Şu an inanılmaz anlatılası bir hikâye, sinema filmi olarak izlemeyi çok isterdim. Oyunu yapıldı ama filminin yapıldığını düşünmüyorum.

Yunus Ozan Korkut: Ben Onca Yoksulluk Varken’i çok beğenmiştim. Moşe Mizrahi 70’lerde yapmış. Fena bir film değildi. Netflix yeniden yapmış, o da fena değildi aslında. Sophia Loren oynuyor.

Berkay Ateş: Eğer ikimize birer bilet verselerdi, nereye gitmek isterdin?

Yunus Ozan Korkut: Tokyo’ya. Çok eğlenebilirdik orada. Bir de Güney Amerika’da bir yere gitmek isterdim. Arjantin olabilir. Çünkü ben seni biraz Akdenizli ve daha dışa dönük ve eğlenceli bir karakter olarak da hayal ediyorum. Onunla ilgisi olabilir.

Berkay Ateş: Benim de aklıma gelen Güney Amerika.

Yunus Ozan Korkut: Hindistan’da biraz zorlanabilirdik. Berlin de fena olmazdı.

Berkay Ateş: Berlin de yapabilirdik, evet. Hiç gitmediğim bir yere seninle gitmek isterdim Ozan.

Yunus Ozan Korkut: Ben bir film daha yazacak olsam, Javier Bardem’in oynadığı Almodóvar filmlerindeki gibi daha dışa dönük, daha Akdenizli bir karakter yazarım sana.

Berkay Ateş: Daha Almodóvar tarzı bir film çekmek isterdim seninle.

Yunus Ozan Korkut: Antonio Banderas ile Bardem’in arasında bir yerde, biraz daha heyecanlı ama içinde bir şeyler de kopan bir karakter…

Berkay Ateş: İyi bir komedi anlayışın olduğunu düşündüğüm için öyle bir iş yapmak isterdim.

Yunus Ozan Korkut: İnsanlar seni es geçiyor bence bu konuda. Komedide daha başarılı olabileceğini bile düşünüyorum.

Berkay Ateş: Umarım, kariyerimin bu dakikasından sonra… Artık her yerde söylüyorum. Keşke bir komedi…

Yunus Ozan Korkut: Sen stand-up yapsan çok başarılı olursun. Tabii, ister misin bilmem.

Berkay Ateş: İsterim aslında… Biliyorsun, hikâye anlatmayı seviyorum.

Yunus Ozan Korkut: Sen bir, Yüksel Aksu iki… O da inanılmazdır hikâye anlatma konusunda.

Berkay Ateş: Bence Kuru Otlar Üstüne’de çok iyi oynuyor.

Yunus Ozan Korkut: İnanılmaz, ben de çok beğendim.

Hızlı bir Magarsus 2. sezon anketi

Yunus Ozan Korkut: Peki, ikinci sezon onayı aldık şimdi. İkinci sezon yapacağız. Nasıl bir ikinci sezon olmasını isterdin?

Berkay Ateş: Tahmin etmediğim bir ikinci sezonla karşılaşmak isterdim. Tahmin etmediğim olaylara girmek…

Yunus Ozan Korkut: Beton’un klostrofobisini yenmesini ister misin?

Berkay Ateş: Hayır, istemem.

Yunus Ozan Korkut: Evlenmesini ister misin?

Berkay Ateş: İsterim. Ama orada hem çok mutlu hem çok mutsuz olmasını isterim. Yeni olaylara girip aynı yere düşmesini, aynı duruma düşmesini isterim.

Yunus Ozan Korkut: Beton komik mi sence?

Berkay Ateş: Ben komik buluyorum. 2. sezonda da değişik maceralara girmesini bekliyoruz.

Yunus Ozan Korkut: Peki, sence Beton’dan iyi bir uyuşturucu baronu olur mu?

Berkay Ateş: Uyuşturucu baronu olur, orada başarılı da kalır ama beladan kurtulmaz kafası.

Yunus Ozan Korkut: Tansu ve Turgut olmadan başarabilir mi sence?

Berkay Ateş: Başaramaz.

Yunus Ozan Korkut: Bence bunların hiçbiri birbirleri olmadan başarabilecek tipler değil.

Berkay Ateş: Bağımlı karakterler.

Yunus Ozan Korkut: Hem bağımlılar hem de bir şekilde aile olmayı beceriyorlar çünkü büyük bir olaydan sonra, mesela biri öldükten sonra, Magarsus’ta çok büyük bir yas tutmuyoruz biz.

Berkay Ateş: Gördüğümüz hayatla ilgili.

Yunus Ozan Korkut: Erkin Koray öldü, iki gün sonra kimse konuşmadı.

Berkay Ateş: Hayat çok hızlı akıyor. Peki sen Magarsus’ta hangi karakteri oynamak isterdin?

Yunus Ozan Korkut: Tansu. Turgut’u da oynamak isterdim. Turgut kendime en yakın gördüğüm karakter. O yüzden oynamam kolay olabilirdi. Ama Beton’u oynayamazdım. Bana uzak geliyor. Ben Beton’dan nefret ediyordum başlarda. Diğer türlü karakterlere acıyarak davranabiliyor insan. Çok mesafeli olduğumuz için istediğimizi yaptırabiliyoruz karakterlere bence. Eğlenceli hâle getiren de bu.