Muktedire okunan en esaslı meydan: Melike Şahin ve şifa dili

Yazı: Okan Yılmaz - Fotoğraf: Civan Özkanoğlu

5 Nisan 2024 tarihinde Zorlu PSM’de sahne alan Melike Şahin, iki hafta sonra 35. yaşına adım atacağını ve mayıs ayında yeni albümünün ilk teklisini yayımlayacağını duyurduğunda dinleyiciler hem şaşırdı hem de sevindi. Şaşkınlığın sebebi elbette DivaBebe’nin doğallığıyla bezediği gençliğine sığmış onca şarkıya duyulan fersah fersah muhabbet ve hayretle ilgiliydi. Kısa bir sürede son derece organik ve bir o kadar kalabalık bir dinleyici kitlesi edinen Melike Şahin, 35’ine gelmeden nasıl bu kadar fazla sayıda kapalı gişe konserin, açık hava gösterisinin, dünya turnelerinin ve hatta Feminist Gece Yürüyüşü’nün sembol ismi olabildi? Tüm bunları peş peşe sorduğumuzda bu yaşa duyulan bin yıllık tanıdık hayretin anlamı bizi önce tatlı bir gurura, ardından net ve oldukça sade bir cevaba götürüyor: Çok çalıştığı için. İkinci bir “flaş” an olarak yeni şarkı haberini düşündüğümüzde ise sevincin nereden kaynaklandığını biliyoruz: Biz artık Melike Şahin’in yeni albümünü istiyoruz. 

O müthiş konserden sonra vakit geldi. DivaBebe yeni yaşına yetişti ve verdiği sözü tuttu: İkinci albümü Akkor’un ilk teklisi “Durma Yürüsene”yi paylaştı. Şarkıyla ilgili ilk “kişisel” anlam açılımlarıma geçmeden önce, hayranları tarafından tutkuyla takip edilen “Melike Şahin Dili ve Edebiyatı” hakkında bazı kısa notlar aktarmak istiyorum.

Melike’nin diskografisine göz attığımızda solo çalışmalarının ilki olan “Bi’ fırlatsam” 2017’yi işaret etse de bu yazıyı yazdığım Nisan-Mayıs 2024’e kadar onca tekli/düet ve bir albümle -ki ilk toplam olan Merhem’in bir de nefis canlı kayıtlarının olduğu İlk Konserler albümü de var- yedi sene içinde ilmek ilmek bir kariyerin örüldüğü söylenebilir. Elbette bir tür geriye dönüş hamlesiyle Baba Zula ve Boğaziçi yıllarını, hatta aile sohbetlerinde türküler söyleyen o küçük kız anlarını hatırladığımızda Melike’nin kariyeri bir ömür. Ama sanat kamusuna açılmak, orada bir ikon yaratmak ve bunu yaparken de ufak tefek sendelemeler dışında dimdik yürüyebilmek -takdir edersiniz ki- her sanatçının kaderinde yok. Bu yazıya tam da bu önkabulün karnından dalmak ve tekrar etmek doğru olacaktır: Melike Şahin, iyi ki Türkçeye doğmuştur.

Bu “iyi ki”nin duygu dolu katmanları Melike Şahin’in poetikasının da anahtarlarını içeriyor. Ben Mimar Sinan rıhtımında onu dinlediğim öğrencilik yıllarımdan bugüne kadar düşündüğümde, bu anahtarları “Şarkı Sözleri”, “Müzik ve Ses”, “Samimiyet”, “Güçlü Sahneler” diye maddeleştirebilirim. Ama bu yazıda daha çok DivaBebe’nin şarkı sözleri hakkında düşünmek istiyorum. Bana kalırsa bu bin yıllık muhabbet nehri ilk aşamada onun kelimelerinden bize doğru akıyor da ondan.

Melike’nin şarkı sözlerinde birinci tekilin ağzından dökülen harfler en geniş çerçevede insanlığa, oradan hayata, zamana, aşka ve ayrılığa dair pek çok detayı ustalıkla derinleştiriyor. Onun anlatımındaki duruluk, eskilerin “sehl-i mümteni” -“söyleyişi kolay görünen bir söz ile birçok anlam kapısına açılma”- dediği türden bir tavırla birleşince dinleyenin göğsünde en katmerlisinden bir şiir gülü açılıyor. Tek bir kişinin son derece şahsi travması veya neşesi olarak okunabilecek o yalnız dizeler Melike’nin dil işçiliği sayesinde nesillere yetebilecek bir çoğulcu toplama dönüşüyor. Öyle bir çoğulculuk ki bu, DivaBebe “yamayamıyorum deliğini kalbin” dediğinde hepimizin kalp gedikleri görünüyor ya da “bilse nasıl kaynıyor / içim çiçekle doluyor” dediğinde her birimize öpmek lazım geliyor. Orada “ben” kalmıyor, “biz”e, kolektif olana geçiliyor.

Aslında Melike’nin temel aldığı temalara ve sıklıkla kullandığı sözcüklere baktığımızda hepimizi saran o en temel duyguyu kavramak pek zor değil. Melike Şahin ağrısıyla, sızısıyla, neşesiyle, kahkahasıyla bir insan olabilmenin, insanca kalabilmenin en yalın hâllerini perde perde aktarıyor. Merhem odaklı düşündüğümüzde, en başında dünyaya yaralı doğmuş bu insan yavrusu kendi yolunda yürürken biraz sızılı, biraz da şenlikli bir arayış içinde. Yaşamakla, düzenle, otoriteyle, aşkla, toplumla daha da çok yaralanan bu “yalnız çocuk”, türlü bağlardan ve el değmemiş güllerden geçip giderken büyümenin sancısını her zerresinde hissediyor. Ama elbette “Hepsi Geçti”de de ozanımızın belirttiği gibi “bazan” düşüremiyor insan kalbin ateşini. İşte burada, yangının en ortasında DivaBebe’nin şöyle bir teklifi var: Yangınına kendin su taşımalısın, yaralarına kendin merhem olmalısın. 

Bu “iyileşmek” teması -şifalanmak, umudu soldurmamak, vazgeçmemek, yürümek, inadına yürümek… istediğinizi diyebilirsiniz- kişinin kendiliğini kurarken atlanan bir basamak fonksiyonuyla sıklıkla karşımıza çıkıyor Melike Şahin şarkılarında.

Melike’nin kutsal organik kitlesi de bu şifalanmak arzusundan etkileniyor olacak ki her konserde o meşhur “BEDELİNİ ÖDEDİM” nakaratında flaşlar birden yanıyor ve herkes pür dikkat “hak ediyorum her milimini bu dik gülüşün” diye gözlerini parlatarak kendi hafızasına en tizinden bir not düşüyor. Ben Merhem’den itibaren gittiğim her konserinde herkesin bu ânı beklediğine tanık oldum. DivaBebe de durumun farkında ki bu şarkıya önce eşlik etmemizi, sonra kaydetmemizi istiyor, bir de performansı bittikten sonra o bölümü -yaş pastaların üstündeki kiraz şekeri gibi- acapella söylüyor. 

Ama burada “bedel ödemek” bir ergenlik sanrısı gibi hafifleştirilmemeli. Bu, “otoritenin gücüne karşı kendi merhemini bulan öteki” olmak hâli, Feminist Gece Yürüyüşü’nden Onur Yürüyüşü’ne kadar birçok politik zeminde dahi bizi selamlıyor. Tam da bu sebeple, bu yıl Sıraselviler’de bir sıra önümde gördüğüm o pankart sadece bir şarkı sözü değil artık; tek tek bireylerden başlayan ancak öteki kalabalıklara doğru açılan topyekün mücadelenin, ödenmiş bedellerin, her milimi hak edilen dik gülüşlerin çağdaş bir temsili. 

Tabii burada niyetim, Melike’nin artık bir eylem sloganı hâline gelmiş şarkı sözünü siyasi çizgiler arasına hapsetmek değil. Aksine niyetim, “pop sanatçısı” diye nitelendirilen birinin pop kültürünün sabun köpüğü ihtimallerinden değil, aslında ne kadar uçsuz ve uzun soluklu bir ezgi olduğunu hatırlatmak. Elbette bu ezgiyi farklı zeminlerde hatırlatanlar da oldu ama ben bugünlerde bu hafıza yoklamasının daha gerekli olduğuna inanıyorum.

Uzun yıllar yüreğimizde anılacak o ezgilere bir yenisini daha ekledi Melike Şahin: “Durma Yürüsene”. Aslında bu şarkı ozanımızın poetikasını ve tarzını özetleyen yeni bir sayfa. Şarkının dramatik örgüsüne baktığımızda muhtemel ki bir ayrılık veya zalim bir ilişkinin ardından uğradığı haksızlığı dile getirmek için önce “ya sabır” çeken bir anlatıcı öznenin bu marazlı durumdan, yaşadığı zorbalıktan nasıl kurtulduğunu öğreniyoruz. En başında yardımı kimden dileyeceğini bilemeyen özne, uçurumun kenarında bir kent kurarak aslında en büyük sığınağın yine kendisi olduğunu anlar. Vuslatını, şeytanını toprağa gömen bu anlatıcı, yansa da dünyaya turp gibi dönmesini bilir ve döktüğü yaşları yanına kâr sayarak o malum muktedire karşı en esaslısından meydan okur:

“Durma yürüsene üstüme bi’ anda
Gardım sağlam güllerden tuğla
Tuğla ördüm hepsini elimle
Eğilmez bükülmez senin kara büyünle”

İşte Melike Şahin, “ben” diliyle yarattığı şarkılarında yangınların sonunda anka kuşunun da varlığını hatırlattığı için hayat kadar gerçekçi ve samimi geliyor dinleyene. Çünkü o yeni şifa ihtimallerinin altını sözüyle çizmeyi ezelden biliyor. “Sevgili kızkardeşlerim, sevgili lubunyalar” diye mikrofonlardan seslenirken de, “Nasır”ın nakaratında ritim tutarken de, “Kimsenin ellerini özlemek zorunda kalmayın” diye içerlenirken de, “Kocacım” diye dinleyiciler arasında eşini ararken de, her hâliyle tertemiz yenilikçi ve aşkın divamızın son gerçekçi hamlesini kutluyor, ikinci albümü Akkor’u sabırsızlıkla bekliyoruz.