50 Albüm: Nisan 2024 Best of

50 Albüm: Nisan 2024 Best of

“Ne dinlesek?” diye soranlara, nisan ayından yerli – yabancı karışık 50 albüm. Sıralama kronolojik.


5 Nisan: Jane Weaver – Love In Constant Spectacle 
(Fire Records) 

İngiliz müzisyen ve besteci Jane Weaver’ın Flock’u (2021) takip eden, başlık şarkısı dört ay evvel şu animasyon harikası kliple yayımlanmış albümü Love In Constant Spectacle gizemli biçimde aydınlatıcı; literatürü bütün üstü kapalılığına rağmen çok açık ve içten. Weaver’ın groove’u motorik, bas vuruşları doğrudan ve kararlı parçaları coşkun fuzz pedallarından süzülen riffler ve tonu dahi katartik synth melodileriyle alabildiğine büyülü bir mecra türetiyor. Psikedelik olduğu kadar romantik, tüm kozmik kalitesine rağmen dünyevi bir elektro-folk albümü. Parıltısını üzerinize kaplayıp kendi eterine karıştırması muhtemel. En son Dry Cleaning ve PJ Harvey ile stüdyoya giren üstat John Parish de albümün prodüksiyonunda.


5 Nisan: Søren Huss – Vi Fik Mere, End Vi Kom For
(Universal Music)

Ağır bir depresyon nelere yol açabilir? İhtimallerden birinin, bir müzisyenin bugüne dek kaydettiği en iyi şarkılardan bazılarını taşıyan bir albüm olabileceğini kanıtlıyor Vi Fik Mere, End Vi Kom For. Sık rastlanmayan bir özelliği de aşırı etkileyici bir açılışa sahip olması. Takılıp kalmazsanız, devamında da müziğin büyüsüne bulanacaksınız bol bol. Kuzeyin dingin, kırılgan tınılarını, yaylıların peşinde hayallere dalmayı sevenler kaçırmasın. 


5 Nisan: Khruangbin – A LA SALA
(Dead Oceans)

Psikedelik müziği soul ve funk ile buluşturan karakteristik stiliyle, yüzünüze hafif bir rüzgâr gibi çarpan gitar numaraları ve düşük ritim kurgularıyla kalpleri çalan Khruangbin’in yeni uzunçaları. Houston çıkışlı grubun beşinci stüdyo albümü olan A LA SALA, üçlünün kurduğu narin sonik evrene ne denli hâkim olduğunun bir kanıtı. Şaşırtmıyor ama katman katman tüm sesler pürüzsüz bir şekilde kana karışıyor. 


5 Nisan: Pye Corner Audio – The Endless Echo
(Ghost Box)

Nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan bir pasajlar bütünü The Endless Echo. Tansiyonu düşüp yükseliyor, ses makinelerinin nefes alıp verdiğine tanık ettiriyor. Martin Jenkins, dizi ve belgeseller için yaptığı bestelerin ardından bu albüme de hayalî bir filmin müziğini yaratır gibi yaklaşmış. Sonuç, PCA kataloğunun en karanlık ve dipsiz kuyularından biri. Harika!


5 Nisan: Still Corners – Dream Talk
(Wrecking Light Records)

Still Corners duosunun altıncı stüdyo albümünde baştan ayağa “dream pop” yazılı. En başta albümün adı ve kapak görseliyle yaratılan rüya evreni, henüz açılış şarkısında Tessa Murray’in Lana Del Rey’i andıran vokalleriyle desteklenip, koleksiyon özellikle bütünüyle dinlendiğinde atmosferik bir mod yakalıyor. Albümün çıkış teklilerinden “Secret World” hem ritmindeki hem Murray’in sesindeki flörtöz hâliyle hemen kendine çekiyor, ilk dinleyişte albümün öne çıkan güzelliklerinden diyebiliriz. Synthlerin arasında kaybolup bir süreliğine gündelik sorunlardan kaçmak isterseniz Dream Talk bu ihtiyacı tamamen karşılayacaktır. Bir de hatırlatma: Still Corners, 24-25 Mayıs’ta Salon sahnesinde.


5 Nisan: Annie-Claude Deschênes – LES MANIÈRES DE TABLE
(Italians Do It Better)

Amansız, cesur ve çılgın bir dinletiyle elektronik müziğin başını çekmiş isimlere selamda dururken bizleri durmak bilmez süratte bir yolculuğa çıkaran Deschênes’nin debut albümü, pandemi sırasında yaptığı ve aslında başta hiç yayımlamaya niyeti olmayan parçaların bütünü. Adrenal bezlere amansızca hücum eden bu albümle tümüyle ve en zevkli biçimde perişan eden ayrıksı sanatçının “sofra adabı”yla kastettiği, masa örtüsünü üstündeki tabakları tek hamlede yan duvara savurduktan sonra boynuna bağlayıp sofranın üstünden ışık hızında bir kurşun gibi uzaya ateşlenmek olmalı. Dutchess Says ekibinden de bilebileceğimiz, neredeyse 20 yıldır Montreal bağımsız müzik sahnesinin en sıra dışı isimlerinden olan performans sanatçısından fütürist ve gotik bir distopyadan seslenen sürüşlü, saf enerji bir dinleti. Albümün başlık parçasına ait, mesajı gayet özetleyici görsel eşlikçiyi şöyle bırakalım.


5 Nisan: Vampire Weekend – Only God Was Above Us
(Columbia Records)

Amerikalı rock grubu Vampire Weekend’in diskografisine beşinci uzun armağanı Only God Was Above Us. Nostaljik, şiirsel, hüzünlü, neşeli, maceralı, varoluşsal bir yerlerden sesleniyor. Enstrümantal açıdan bardağı dolup taşıran albümün iskeleti ışıl ışıl melodileri, dansa davet eden ritimleri, dramatik yaylıları, çarpık ve kaygan gitarlarının Ezra Koenig’in derin lirikleriyle buluşmasıyla sağlamca duruyor. 10 parçalık albümün “F*** the world” ile açılışı yaptıktan sonra “Hope” isimli şarkıyla bitmesi de dinleyiciye ne anlatmak istediğini oldukça görünür kılmış: Vazgeçişlerden umuda doğru bir salınış. 


5 Nisan: Phosphorescent – Revelator
(Verve)

Matthew Houck kardeşimiz 2013’te Muchacho’yu yayımladığında kendi imza soundunu bulmuş ve Nashville usulü arabeskin önde gelen figürü olacağını göstermişti bize. Ama ardından albümlerin hızı kesildi ve arada sadece 2018’de C’est la Vie’yi duyduk ondan. Kendisi Revelator’ı “yaptığı en iyi albüm”, albümle aynı adı taşıyan şarkıyı da yazdığı “en iyi şarkı” olarak tanımlıyor. Evet, albümü evinde kaydetmiş olması sounduna (bolca lap steel ile) olan güvenini kanıtlıyor ve bu konuda da hiçbir sorun yok. Revelator da daha önce bu sayfalarda belirttiğimiz gibi ânında bir klasik. Albüm de Houck’u sevenleri kesinlikle tatmin edecektir. Ama kendisinin affına sığınarak bir Muchacho olmadığını da söylemeli. 


5 Nisan: The Black Keys – Ohio Players
(Nonesuch)

Eğriye eğri doğruya doğru, her The Black Keys albümünde işçilik gayet üst seviyededir. Ama 2014’teki ve Danger Mouse ile kaydettikleri son albüm Turn Blue’dan beri heyecanlarını biraz kaybettiklerini söylemeli. Hatta grubun vokalist ve gitaristi Dan Auerbach’ın diğer projesi The Arcs’ın geçen yıl çıkan albümü bile son 10 yıldaki tüm The Black Keys işlerinden daha manalıydı. Yeni albüm Ohio Players, Beck ve Noel Gallagher gibi iki ağır topu kullanıyor. Özellikle Beck’in katılımın olduğu şarkılar, onun Odelay zamanlarını da hatırlatıyor. The Black Keys yine beklentileri karşılıyor ama maalesef fazlası yok. 


5 Nisan: Congulus – Göçebe
(Bağımsız)

Cihan Önder, Tayfun Gür ve Fatih Can Oklay’dan oluşan Congulus, ilk albümü Bozkır’ı 2019’da yayımlamıştı. Anadolu’ya özgü temalar, drone katmanları ve psikedeli havuzuna batırılmış gitar tonlarıyla oluşturdukları hipnotik ses âlemindeki keşifleri Göçebe ile tam gaz devam ediyor. 9 şarkıdan oluşan koleksiyonun lansman konseri 12 Mayıs’ta Blind sahnesinde. Gecenin konuğu da Strider olacak.


5 Nisan: The KVB – Tremors
(Invada Records)

İngiliz cold wave ikilisi The KVB (Kat Day ve Nicholas Wood), yeni albüm Tremors’ı “distopik pop” olarak etiketlemiş. Distopik hisler müziklerinde her zaman vardı ama “pop”la ilişkilendirilebilecek unsurlar ilk kez bu kadar belirgin; en catchy The KVB numaraları bir arada. Kayıtları Bristol-Manchester hattında James Trevascus ile gerçekleştirdikleri albüme ismini veren parçanın görsel eşlikçisi de işte burada


5 Nisan: Kasper Bjørke – Puzzles
(hfn music)

Kasper Bjørke’nin 2000’ler başları New York sound’una bir aşk mektubu olarak kurguladığı yeni albümü. Puzzles, yayıldığı alan ve içerdiği nüanslar itibarıyla Kopenhaglı prodüktör ve DJ’in diskografisinin önceki işlerinden net bir şekilde ayrılıyor. Daha parıltılı, disco müziğinin en ihtişamlı taraflarıyla bağ kuran, hiç de acelesi olmayan bir albüm. Büyük kısmı canlı çalınan Puzzles’ta müzisyene Oilly Wallace, Toby Ernest, Jacob Bellens gibi konuklar eşlik ediyor. 


12 Nisan: Cosmo Sheldrake – Eye to the Ear
(Tardigrade Records)

Beş senede parçaları yavaş yavaş birleşen, Cosmo Sheldrake’in ikinci stüdyo albümü Eye to the Ear, duyduğumuz hiçbir şeye benzemiyor. 21 şarkılık koleksiyon hem hayata hem müziğe dair birçok şey bulmak mümkün: Klasik enstrümanlar, alan kayıtları, manipüle edilmiş vokaller, elektronik sesler, maksimalist aranjmanlar, minimalist numaralar.. Müzisyen albümüyle ilgili açıklamasında “Bu müziğin ortaya çıkmasına yardımcı olan tüm insanlara, yerlere, canlılara, bitkilere, mantarlara ve seslere çok minnettarım” diyor ve albümü dinlerken gerçekten ilhamını bütün bu saydıklarından aldığını anlıyoruz.


12 Nisan: Nia Archives – Silence Is Loud
(Hijinxx / Island Records)

Nia Archives’ın ilk albümü Silence is Loud başladığı andan itibaren heyecanlandırıyor; 90’larda en popüler dönemini yaşayıp bir geri dönüşte olan jungle ve drum’n’bass türlerini sanki bir pop filtresinden geçirerek hem de. Aynı zamanda prodüktör de olan Nia Archives dans müziğine yeni bir imaj vermeye, kulüplere yeni bir nefes olmaya kolları sıvamış anlaşılan. Nabzını hızlandırıp bir süre beyninizdeki bütün düşüncelerin önüne geçecek beatlerle dolu bu çıkış albümünü ıskalamayın!


12 Nisan: English Teacher – This Could Be Texas
(Islan Records / Universal Music)

Yılın en iyi ilk albümlerinden birini dinlediğinize şüphe yok. Leeds çıkışlı dörtlü, koleksiyonu oluşturan 13 şarkının hepsini beklenmedik kırılmalar ve tutkulu fikirlerle donatmış; bu hırsın da altında ezilmediklerini rahatlıkla söyleyebiliriz. Prodüktör koltuğundaki Marta Salogni’nin de katkıları muazzam. Kapanış şarkısı “Albert Road”un klibini henüz izlemediyseniz hemen buraya.


12 Nisan: Da Poet & Kayra – NORMAL
(Nuhado)

Old school rap’i yerli sahnede temsil eden iki kadim dost Da Poet ve Kayra’yı buluşturan NORMAL, “bütün dünyanın kafayı yediği” günümüzden tanıdık hikâyeleri peşi sıra diziyor. Kelime tercihleri, kafiyeleri, sample’ları ve nokta atışı referanslarıyla Da Poet’in de Kayra’nın da formunun zirvesinde olduğuna şüphe yok. İkiliye çeşitli parçalarda Ceza, No:1, İdil Meşe ve Defkhan eşlik ediyor; parti büyüdükçe büyüyor.


12 Nisan: Lynks – ABOMINATION
(Heavenly Recordings / [PIAS] / GRGDN Müzik)

Yeraltı kuir ikonu ve alabildiğine kaotik twink Lynks’in Smash Hits, Vol.1 (2020), Smash Hits, Vol. 2 (2021) ve MEN (2022) EP’leri ardından gelen ilk stüdyo albümü ABOMINATION nihayet bizimle. Modern kuir hayata ve gündelik sekse dair detayları hem dalga geçer hem de bu konseptlerin içini deşer bir üslupta ele alan anonim kişiliğin heteronormatif erdem sinyallerini alaşağı eden betimlemeler ve birbirinden renkli innuendolarla bezeli parçalarının kulüplerde hunharca dans ettirsin diye kaleme alındığı apaçık. Bangır bangır bir electro-pop albümü. 


12 Nisan: BODEGA – Our Brand Could Be Yr Life
(Chrysalis)

New York çıkışlı beşli BODEGA’nın görece büyük bir plak şirketi debütü Our Brand Could Be Yr Life son 40 yılın farklı türlerine bir saygı duruşu âdeta. Ama bu eklektik hâl içinde yollarını da ustaca bulduklarını söylemek lazım. 80’lerden new wave havalarıyla başladık derken, garage, shoegaze esintilerine kapılabiliyor ya da 2000’ler ortasından alternatif rock soundlarıyla karşılaşabiliyorsunuz. Çıkıntısız, törpülü bir prodüksiyon bu türler arası macerayı daha akıcı kılıyor. Yukarıda bahsettiğimiz türlere yakınlığınız varsa bu yıl BODEGA’yı sıkça döndüreceğinize bahse gireriz. 


12 Nisan: Leyla McCalla – Sun Without the Heat
(ANTI-)

Afrikalı-Amerikalı kadınların mücadele ve umut hikâyelerine ışık tutan Our Native Daughters üyesi, çellist ve vokalist Leyla McCalla, bu kez tropikal kokulu Brezilya tınılarından country’ye, Afrobeat’ten blues ve rock’a uzanan 10 şarkılık bir solo albümle gündemimizde. Yüksek dozda merak, neşe ve yetenek ihtiva ediyor; McCalla’nın kadife sesiyle güvende hissettiriyor.


12 Nisan: Nick Cave & Warren Ellis – Back to Black (Original Motion Picture Score)
(Focus Features / Back Lot music)

The Assassination of Jesse James, Lawless, Wind River, Dahmer gibi yapımlar için soundtrack albümler kaydeden Nick Cave – Warren Ellis ikilisi, yine epey dokunaklı bir film müziği ile karşımızda: Amy Winehouse biyografik filmi Back to Black’in soundtrack albümü. Koleksiyonun muhtemelen adından en çok konuşturacak duraklarının başında “Song For Amy” geliyor. Dramatik yaylı partisyonları ve nazik piyano yürüyüşlerinin üzerine Nick Cave’in sesinden bir veda mektubu dinliyoruz âdeta: “Eğer şimdi gidersen, önünde durmam. Her gün seni düşünürüm çünkü seni her şekilde sevmeye devam edeceğim.”


12 Nisan: Shabaka – Perceive Its Beauty, Acknowledge Its Grace
(Impulse!)

The Comet Is Coming ve Sons of Kemet gibi  büyüleyici gruplardaki performanslarıyla gönlümüzü kazanmış olan Shabaka Hutchings, sevgi yaymaya adından başlayan ikinci solo albümünde virtüözü olduğu enstrümanı bir kenara bırakıp, yeni oyunlarda yeni duygular keşfetmekle ilgileniyor. Takdire şayan yaklaşımından doğan şarkılarda ham, ilkel, içgüdüsel, ruhani tavır tek kelimeyle baştan çıkarıcı. Üstelik Moses Sumney, Saul Williams, Laraaji, Lianne La Havas gibi süper konuklarını da aynı kafaya getirerek kendi seslerinin o frekansta neye dönüştüğünü keşfetmelerine vesile olduğuna tanıklık etmenin hissi de bir dinleyici için baya tatlı.


12 Nisan: METZ – Up On Gravity Hill
(Sub Pop Records)

Kanadalı noise punk harikasının üyeleri, son albüm Atlas Vending’den bu yana geçen dört yılda çeşitli solo kayıtlar ve yeni iş birlikleri yaptı. İki METZ albümü arasında verilmiş en uzun boşluğu sona erdiren yeni güzellik Up On Gravity Hill, sekiz parçalık akışında kire pasa doyuruyor. “Never Still Again”, “99”, “Wound Tight” gibi parçalar sıkı METZ fanlarını tebessüm ettirecek anlarla dolu, şaşırtmıyor. Fakat kapanışı yapan “Light Your Way Home”, bir nevi METZ baladıyla ilk tanışma olabilir, kalp kırıyor. 


12 Nisan: Still House Plants – If I don’t make it, i love u
(Bison Records)

Sadece vokalleriyle değil; enstrümanlarıyla da anlatmaya değer bir şeyler bulabilen gruplardan biri Still House Plants. Öyle paketlenmiş olmasa da yoğunlaştığı duygular ve dert edindiği mesele bütünleriyle (kendinden şüphe etmek gibi) tematik bir akış inşa ediyor If I don’t make it, i love u. David Kennedy’nin davul partisyonları her parçayı pür dikkat kesilerek dinleme isteği uyandırmaya yeterli. Aynı anda bu kadar keskin ve esnek olabilmesi, çok çok özel bir meziyet. 


12 Nisan: Dağtaş – Çok Bilinmeyenli Topraklar
(Kazandibi Records)

Deli Bakkal üyesi olmasının yanı sıra Su Sonia ve Çağan Tunalı gibi isimlerle yaptığı iş birlikleriyle de tanınan Dağtaş, 2021’de başladığı solo serüveninin ilk uzunçalarıyla karşımızda. Adı çok isabetli koyulmuş albümün, nitekim şarkılar hem buraya hem başka yerlere hem de olmayan yerlere ait. Zengin enstrümantasyonu ve çoklukla derbeder havasıyla, yedi parçanın hepsi hissetmeye, sorgulamaya çağırıyor. Yakaladığı bütünlük, eşine az rastlanır cinsten.


12 Nisan: Diane Birch – Flying On Abraham
(Topanga Creek Records / Hympatia Records)

Eğer yaşamaktan nasibini almış türlü türlü seslerin harmanlandığı bir nevi başkaldırış tadında kokteyl arıyorsanız, Flying On Abraham’ı kaçırmayın. Zengin enstrümantasyonu ile R&B, rock, caz seslerinin bütün çıplaklığıyla bir aktarımı olan albüm, Diane Birch’ün hayatının “değişken ruh hâllerinin, aşamaların, seyahatlerin…belki bir gün dünyada kendime ait küçük bir yer açma umudu”nun bir dışavurumu. Prodüksiyonunu Paul Stacey’in üstlendiği albüm, Birch’ün çıkarcı ilişkilere dayanmış ABD’de müzik ile bulduğu çıkış yolu. 


19 Nisan: Nova Norda – Üzgünüm, Üzgün Diilim
(Bağımsız)

“İstesen de sevemezsin, sevdiğine iyi gelemezsin. Aynada gördüğün benim, benimle yüzleşemezsin. Öldürürsün gömemezsin, bedelini ödemezsin. Yangına sırtını çevirip külleri yok edemezsin.” Nova Norda’dan bir başkası tarafından yıkılmış güveni kendi elleriyle yeniden inşa etmenin, kendini yeniden doğurmanın, büyütmenin, iyileşmenin, sevmenin verdiği ışığa, özgürlüğe adanmış bir iç dökümü ya da her şeyin geçici olduğuna dair bir hatırlatma mesajı.


19 Nisan: T Bone Burnett – The Other Side
(Verve)

İmza prodüktör T Bone Burnett az ve öz solo albüm yapar ama yaptı da mı tam yapar. Arada ortaklaşa güzel işler de yaptı, özellikle son yıllarda Jay Bellerose ve Keefus Ciancia ile kotardığı The Invisible Light albümleri harikaydı. 2006’dan beri ilk solosu The Other Side ise 76 yaşındaki müzisyenin akustik folk ağırlıklı bir çalışması. Genelde kullandığı stüdyo cambazlıklarını bir yana bırakıp şarkıları ve sözleri öne çıkarmış. Özellikle son dönemlerin pek revaçtaki güzel sesli ikilisi Lucius’un da katkısı şarkıları yükseltse de insan biraz da Burnett’in kayıt yeteneklerini de görmek istiyor. Burnett’in vokalist olmamasına rağmen puslu, karakterli sesi ve anlaşılır lirikleriyle dikkat çekici bir albüm.


19 Nisan: muganni – 18
(Rakun Müzik)

Senelerdir mor ve ötesi ile dinlediğimiz Burak Güven, muganni mahlasıyla ilk solo albümünü yayımladı. Her durağında yaşamaya ve sevmeye dair farklı bir pencere açan 12 şarkılık koleksiyonun, Güven’in söz yazarlığındaki ustalığıyla olduğu kadar enstrümantasyonu (birçok şarkıda yerini almış üflemelilerin güzelliğini ayrıca belirtelim) ve düzenlemeleriyle de parlıyor. Şu âna ve geçmişine baktığında her zaman olumlu cevaplar bulamayan bir anlatıcıyla baş başayız koleksiyon boyunca. Parçalarla hızlı bir tanışma turu için, albümün yönetmen koltuğunda Begüm Koçum’un olduğu kısa filmini de buraya bırakıyoruz.


19 Nisan: Melvins – Tarantula Heart
(Ipecac Recordings)

Dallı budaklı Melvins diskografisinin tam 27. stüdyo albümü. Tarantula Heart, Buzz Osborne ve dostlarının hâlâ kendilerine yeni şarkı yazım yolları aradığının bir ispatı gibi. Grubun kadim davulcusu Dale Crover ve Nausea üyesi Roy Mayorga’nın; Osborne’un doğaçlama çaldığı kimi rifflere eşlik ettiği davul kayıtları; yoldaki albümün temelini oluşturmuş. Yeni Melvins albümünün tamamı da bu davul kayıtları etrafında hayat bulmuş.


19 Nisan: emir taha – E.T. Phone Home
(Hoppa Records)

Londra’da yerleşik Emir Taha’nın ilk göz ağrısı olan albüm E.T. Phone Home nihayet aramıza iniş yaptı. R&B ezgileri, funk, psikedelik Anadolu tınıları, elektronik unsurları, lo-fi sesleri, trap altyapısı, emir taha’nın yumuşak vokali, Türkçe ve İngilizce sözleriyle âdeta bir kaleydoskop. 12 parçalık albüm bu eklektik yapısı ile kuş misali oraya, buraya, şuraya doğru süzülen çok yönlü bir yolculuğa ortak ediyor. Kapak görseli ise Murat Palta imzalı.


19 Nisan: High on Fire – Cometh The Storm
(MNRK Records)

Grammy ödüllü stoner metal grubu High on Fire, diskografisinin dokuzuncu uzunçaları Cometh The Storm ile en iyi yaptığı şeyi yapmaya devam ediyor: Saç tellerinizi dimdik edecek, ayaklarınızı yerden kesecek riff banyoları. Matt Pike, Jeff Matz, Coady Willis üçlüsü birlikte çalmaktan aldıkları hazzı kayıtlarına sızdırmayı ustalıkla başaran gruplardan. Açılış şarkısı “Lambsbread” de onlarla stüdyoda ya da sahnede ter atma isteği uyandırıyor. Tabii ki “Karanlık Yol” parçasına da bir parantez açmalı; basçı Jeff Matz’ın yıllardır İstanbul’a gelip giderek geçirdiği saz mesaisinin bir çıktısı olan enstrümantal bir beste, albümün de en ayrıksı durağı.


19 Nisan: Cloud Nothings – Final Summer
(Pure Noise Records)

2010’dan beri aktif ve düzenli olarak üretim hâlindeki Cloud Nothings yeni stüdyo albümlerinde pop-punk’ı yeniden keşfetmiyor belki ama senelerdir bu işi yapan bir grubun nasıl büyük bir şevkle tekrar kolları sıvayabilecekleğine dair umut oluyorlar diyebiliriz. Synth yürüyüşüyle başlayan albümün açılış şarkısı “Final Summer”, Cleveland çıkışlı üçlünün aslında yeni rüzgârlara yelken açabileceğine işaret etse de albümün geri kalanında kulaklarımızı dolduran gitar aranjmanları ve yer yer bunların arasında kaybolmuş vokaller yerlerini alıyor. 


19 Nisan: The Power of the Heart: A Tribute to Lou Reed
(Light in the Attic)

Lou Reed aramızdan ayrılalı 10 seneyi geçti. Bu süre zarfında hakkında kitaplar, belgeseller derken bolca anma harekatı oldu. The Power of the Heart ise Reed’in akranı sayabileceğimiz müzisyenlerin Reed şarkılarına kendi tarzlarıyla yaptıkları şekillerden oluşuyor. Keith Richards’ın yorgun sesli “Waiting for the Man”ine çok ısınmasak da Afghan Whigs’in “I Love You Suzanne”i, Rufus Wainwright’ın “Perfect Day”i ve özellikle 83 yaşındaki Bobby Rush’ın “Sally Can’t Dance” yorumları gayet tadında. Yine de Reed gibi sayısız efsane şarkısı olan bir isme çeşitliliği daha bol bir anma albümü yakışırdı diye de düşünmeden edemiyor insan.


19 Nisan: Tone Science Module No​.​9: Theories and Conjectures
(DiN / Something Else Music Limited)

Ambient odaklı yayınlar yapan Sunderland merkezli plak şirketi DiN’in modüler synthesizer dünyasını keşfe çıktığı Tone Science serisinin dokuzuncu yayını. Bu alandaki üretim pratiklerinin ve ifade biçimlerinin ne denli çeşitlenebileceğine dair ufuk açıcı örnekleri titiz bir kürasyonla önümüze getiren serinin bu edisyonu; Swansither, Theda Elecronic Music, JacqNoise ve Sulk Rooms gibilerinin derinlikli bestelerinde drone’la, glitch’le, ambient’la, electronica’yla bir bütün oluşturuyor. 


19 Nisan: Local Natives – But I’ll Wait For You
(Loma Vista)

Taylor Rice’ın belirleyici vokaliyle kariyerlerinin 20. yılına yaklaşırken, Caliofrnialı grup Local Natives plak dükkânlarının “indie” klasöründe kendine saygın bir yer edindi çoktan. Pandemi sırasında dağılma noktasına kadar gelen grup bu buhrandan bolca şarkı kaydederek çıkmış. Bunlardan bir bölümünü geçen yıl Time Will Wait For No One adını verdikleri albümleriyle paylaşmışlardı. Devamı da But I’ll  Wait For You ile geldi. Kendileri de “kardeş” albümler olarak tanımlıyorlar zaten. Yetenekli prodüktör John Congleton’ın hafif elektroniğe de göz kırpan dokunuşlarıyla da gayet eli yüzü düzgün bir çalışma. Dağılmayı hiç düşünmesinler, belli ki daha verecekleri çok.


26 Nisan: Ahmet Ali Arslan – Yangı
(Bağımsız)

Ahmet Ali Arslan şefkatini özleyenlere müjde; dördüncü albüm Yangı yayında. Sekiz yeni şarkıda müzisyenin sakin sesi, yumuşacık gitar yürüyüşleri, efsunlu flüt esintileri ve Gülinler ile Şenceylik katkılarının peşinde, coşkusundan sızısına aşkın bambaşka hâllerini tadıyoruz. Yerli sahneden pek çok müzisyenin fikriyle yoğrulmuş albümde Can Güngör’e bir atıf da var. Sözler direkt kalbin içini hedef alıyor; her zamanki gibi kaçış bırakmıyor. “Çiçekler sulanmadan, sevdalar sınanmadan, insanlar tutuşmadan büyümüyor sevdiğim.”


26 Nisan: Tara Jane O’Neil – The Cool Cloud of Okayness
(Orindal Records) 

2017’de California doğasını harap eden dev orman yangınlarında evini yitiren Tara Jane O’Neil, bu albümü Ojai bölgesindeki arsanın kalıntıları üstüne inşa ettiği ev stüdyosunda kaydetmiş. Bu felaketin sonrasında o ve partneri koreograf Jmy James Kidd’in pandeminin izolasyonu sırasında iyileştikleri, hayatlarını yeniden yapılandırdıkları dönemi kapsayan yedi yıl içinde oluşmuş The Cool Cloud of Okayness. Psikedelik ve spiritüel bir deva. Tıngırtıları ve uzayan sesleri içinde bir huşu hâlinde kaybolunan sağlam bas notaları, albümün ağır nabzını daima tutarken tiz vokalleri ve akustik gitar dokunuşları başka, belki de daha ruhani bir dünyadan gelir gibi tınlıyor. Alvvays’den davulcu Sheridan Riley, Hand Habits’ten gitarist Meg Duffy ve multi-enstrümantalist Walt McClements’ın da katkılarının olduğu işten ilk favorilerimiz “Two Stones”, “We Bright” ve “Curling”.


26 Nisan: Oren Ambarchi, Johan Berthling, Andreas Werliin – Ghosted II
(Drag City)

Ambarchi – Berthling – Werliin üçlüsü, 2018’de İsveç’te kaydedilmiş psikedelik caz doğaçlamalarını Ghosted adında albümleştirmişti. Aradan iki yıl geçti ve serinin ikinci edisyonuyla karşımızdalar. Yer yer bir gitar – bas – davul üçlüsü dinlediğinizi unutturan sekanslarla dolu dört uzun parçadan oluşuyor Ghosted II. Kimi zaman bütünlüklü bir punk enerjisiyle kimi zaman da poliritmik groove’lar yaratarak hem ses işçiliğine hem enstrümanla bütünleşmeye dair epey kafa açıyor. 


26 Nisan: Brian Eno – Eno (Originial Motion Picture Soundtrack) 
(Universal Music)

Prömiyerini geçtiğimiz ocakta Sundance Film Festivali’nde yapan Gary Hustwit imzalı yeni Brian Eno belgeselinin ses koleksiyonu. 1971’den bu yana durmaksızın ve oyun oynamaktan hiç vazgeçmeden üreten Eno’nun müzikal dehasını 17 parçayla okumak mümkün olmasa da kendisinin farklı dönemlerine, hem solo işlerine hem de Cluster, David Byrne, John Cale, Fred again.. gibileriyle yaptığı birbirinden nefis ortaklıklara uğrayan bu seçki, onu ve yaptıklarını derinlemesine incelemeye teşvik ediyor. Albümün yıldızı, üç yeni şarkıdan biri olan “All I Remember” bizce. Kendini tutkuyla ifade ederek geçmiş bir ömrün huzurlu yanıyla buruk nostaljisini ilmek ilmek işleyen parçanın klibine de bayılmıştık.


26 Nisan: Inter Arma – New Heaven
(Relapse Records)

Inter Arma destansı, bir nevi psikedelik / karanlık metal uzunçalarıyla kapımıza dayanmış hâlde. Tırmalayan gitarları, Mike Paparo’nun bağırıp çığırarak ortalığı yıkan vokali, iyimserlik konularından uzak lirikleri, her şeyden fazla fazla yapısıyla New Heaven “dört yıllık sıkıntıların doruk noktası.” 40 dakikalık albüm, hırçın bir açılışın ardından ortalara geldikçe adım adım sakinleşerek ve yavaşlayarak vedalaşıyor. 


26 Nisan: Justice – Hyperdrama
(Genesis)

Fransız prodüktör ikilisi Gaspard Augé ve Xavier de Rosnay, gruplarının adını taşıyan 2007 çıkışlı Justice koleksiyonuyla dans pistlerinde keskin, kirli, ham sesleri işleyen özgün bir müzik tınlattı ancak takip eden albümlerinde meylettiği parlak, katıksız, gösterişli tavır, pek çokları için yeterince etkileyici olamadı. Yayın öncesi fırlatılan teklilerle heyecanlandıran yeni uzunçalar Hyperdrama da benzer bir yaklaşımın çıktısı olan, hızlı tüketilebilir ve radyo dostu şarkılardan oluşuyor. Tatlı konuk katkıları ve eğlenceli dans eşlikçileriyle yer yer zevkli anlar da yaşatıyor tabii. Kapanışı yapan Thundercat ortaklığı “The End”e dikkat.


26 Nisan: Ramiro Galas – M​ú​sica Brasileira Intergal​á​ctica
(Tropical Twista Records)

Brezilya’nın dans müziği geleneklerini, incelikli elektronik kurgularla filtreleme egzersizini, “Başka gezegenlerin Brezilya’sını hayal etme” girişimi olarak tanımlıyor Ramiro Galas. Ülkesinden miras müziğe getirdiği kozmik yaklaşıma Forró Red Light projesinden de aşina olabilirsiniz. Kendi adıyla yayımladığı ilk albüm de ritmik nüansları ve çeşitlenen füzyonuyla harekete geçiren bir etkiye sahip.


26 Nisan: St. Vincent – All Born Screaming
(Total Pleasure Records)

“Hayatta olmak korkunç, hayatta olmak çok mutlu. Her şey bundan ibaret.” Yaşamıyla ne yapacağını bilemeyen, sıkışmış ve gerçek bir şeyler arayan bir kadının 10 parçalık varoluşsal manifestosu All Born Screaming. Albüm, hikâyesinin anlatıcılığını üstlenen kaotik davulları, bir azalan bir yükselen çarpık gitarları, derin basları, umuda tutunan piyanosu, zihnindeki seslerin dışavurumu olan bu otobiyografik albümün kapağında Annie Clark yanıyor; dinledikçe de biz, dünyaya atılmış olmanın sancısıyla.


26 Nisan: Thom Yorke – Confidenza (Original Soundtrack)
(XL Recordings / GRGDN Müzik)

İtalyan yönetmen Daniele Luchetti’nin yeni uzun metrajı Confidenza’yı henüz izlemeden Thom Yorke’un elinden çıkan kusursuz soundtrack sayesinde filmin hissine girdik ve sırtımızdaki tüyler ürpermeye çoktan başladı. Albümün prodüktörlüğünü Yorke’un yanı sıra Sam Petts-Davies de üstlenmiş ve diğer iş birlikçiler arasında London Contemprary Orchestra, The Smile kadrosunda da yer alan Tom Skinner ve saksafoncu Robert Stillman bulunuyor. Ambient ve caz gibi etiketlerle betimlenebilecek koleksiyonda Thom Yorke’un vokallerini yalnızca iki parçada (“Knife Edge” ve “Four Ways In Time”) duyuyoruz.


26 Nisan: Sibille Attar – Brutal
(Bağımsız)

İsveçli müzisyen ve besteci, 10 sene önce En İyi Çıkış Yapan Sanatçı kategorisinde Grammy’ye aday olduktan sonra yeni yeni hızını almaya başladı. Son üç yıldaki 3., toplamda da 4. solo albümü Brutal yılın şu âna kadarki en iyi işlerinden biri. Indie hassasiyetlerin kaybetmeyen, bunları da 70’lerin prodüksiyonlarını andıran güzel yaylılarla, çok çeşitli enstrümanlarla bezeyen Attar’ın eski İskandinav filmlerine soundtrack olabilecek sinematografik vokali de çok ilgi çekici. Yer yer melodik dronelar ile psikedelik bir atmosfer de yaratıyor. Özellike “Famla”yı ısrarla öneriyoruz.


26 Nisan: Babehoven – Water’s Here In You
(Double Double Whammy) 

Maya Bon ve Ryan Albert ikilisinden doğan Babehoven’ın ikinci stüdyo albümü bir süreliğine kafa dinlemek, indie-folk dinginliğinde sadece bir nefes almak isteyenlere ilaç gibi gelebilir. Bon’un vokallerinin yumuşaklığı ve akustik gitarın sıcaklığı birbirini albümün her saniyesinde tamamlarken sözlerdeki düşünceli hâlin dinleyene geçmemesi de işten değil. Hüzün, yetersizlik hissi, yalnızlık gibi hislerin ön sıraları aldığı uzunçalar Adrienne Lenker’ın 2020 işi songs’u sevenleri müzikal ve söz yazarlığı açısından tatmin edecektir. 


26 Nisan: Trent Reznor & Atticus Ross – Challengers (Original Score)
(The Null Corporation / Milan Records)

Luca Guadagnino’nun yönettiği; Zendaya, Mike Faist ve Josh O’Conner’ın başrollerini paylaştığı Challengers filminin müzikleri. Günümüzün en akılda kalıcı soundtracklerine imza atan Trent Reznor & Atticus Ross ikilisi formunun zirvesinde kesinlikle. İlhamını Berlin’in gece kulüplerinden, 90’lar ravelerinden alan koleksiyon; filmin tenis kortu etrafında filizlenen aşk üçgeninin iniş çıkışlı tansiyonuna kusursuz bir şekilde eşlik ediyor. Zelal Buldan’ın Challengers hakkındaki izlenimlerine buradan ulaşabilirsiniz.


26 Nisan: Adult Jazz – So Sorry So Slow
(Spare Thought) 

Müjdemizi isteriz: 2014’te bir albüm yayımlayan ve özgün soundlarıyla gönlümüzü çalan Adult Jazz dağılmamış, müziği bırakmamış; 2017’de çalışmalarına başladıkları ikinci stüdyo albümüyle işte karşımızda! Geç olsun güç olmasın diyelim. Geleneksel şarkı formülleri, kulağımızın alıştığı dinlemesi kolay melodileri ve ritimlerle hiçbir zaman ilgilenmemişti zaten Adult Jazz; So Sorry So Slow’da da yine deneysel kaslarını çalıştırmışlar. Dinleyicilerini zorlamıyor ama bir yandan da “her an yeni bir şeye hazır tetikte olun” diyorlar âdeta. Albümün geneline işlemiş ekolojik felaket teması sonik dünyanın da -özellikle gotik ve avangart etaylarla- yarattığı biraz rahatsız ve tekinsiz havaya da karışmış. 


26 Nisan: Six Organs of Admittance – Time is Glass
(Drag City)

Gitarist Ben Chasny’nin 90’larından sonundan bu yana ağır duygu durumlarını tasvir etmek için yeni yaklaşımlarla zenginleştirdiği Six Organs of Admittance külliyatının en taze halkası. Son 10 yıldaki işlerinde farklı sistemler ve metotları şarkı yazarlığının merkezine koyarak tematik işler ortaya çıkaran Chasny, bu kez kaseti başa sarmış; erken dönem işlerini anımsatan bir koleksiyonla karşımızda. “Slip Away” ve “Spinning In A River” gibi parçalar, puslu vokalleri ve Chasny’ye özgü sarmallarıyla en derine attığınız, belki üstünü örtmeye çalıştığınız bir şeylere dokunuyor. Özlemişiz.


26 Nisan: Pet Shop Boys – Nonetheless
(Parlophone Records)

Synth pop’a boyadığı 80’leri takip eden 40 yılda yeni ufuklar keşfetmeye, üretmeye tam gaz devam eden Pet Shop Boys’un, prodüktörlüğünü James Ford’un üstlendiği yeni albümü. “Bizi insan yapan benzersiz duyguları” kutlayan 10 parçalık Nonetheless, Neil Tennant – Chris Lowe ikilisinin yarattığı sihrin asla sönmediğinin bir ispatı. Karakter tasvirleri, isabetli referansları ve pop parıltısıyla duygu aktarımını pürüzsüz, çabasız bir şekilde mümkün kılıyor.


26 Nisan: Greg Saunier – We Sang, Therefore We Were
(Joyful Noise)

Greg Saunier ya da Greg Saucier, 90s Cover Artist yahut basitçe ve caizce “The King” olarak da bildiğimiz, Deerhoof’un davulcusu ve kurucu üyesi. Bu ilk bu solo albümüne, grubun diğer üyelerinin gazıyla içinde birikmiş bir huzursuzluğa çare olsun diye atılmış. İki hafta evvel “Grow Like A Plant” teklisi ve şu nacizane klibiyle koleksiyonu duyuran müzisyen We Sang, Therefore We Were vesilesiyle gitar ve basta da en az davulculukta olduğu kadar ayrıksı bir icrası olduğunu cümle âleme duyurur hâlde. Son solo işi favori trash metalcileri Voivod’un Angel Rat (1991) albümünü baştan sona coverlamak olan Saunier’in albümü ajite ve sarkastik olduğu kadar içten ve kaleydoskopik; funk, grunge, hatta surf rock çağrışımlarına doygun avangart bir kayıt. Şarkı sözleriyle bezeli kapağı ise müzisyen ve sanatçı Ryan Hover’ın elinden çıkma.