Ateş ve buzun dansı: Challengers 

Yazı: Zelal Buldan

Call Me by Your Name, Bones and All gibi filmleri ile tanıdığımız Luca Guadagnino’nun yeni işi Challengers; 26 Nisan’da vizyona girdi. Amerikalı oyun yazarı Justin Kuritzkes tarafından yazılan filmin oyuncu kadrosu oldukça heyecan verici. Spor komedi-drama türündeki filmde Zendaya, Mike Faist ve Josh O’Connor başrollerde.

*Bu yazı, henüz Challengers filmini izlememiş olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.


İzlemeden önce bilmeniz gerekenler

Challengers, Venedik Film Festivali’nin açılış filmi olarak prömiyerini yapacaktı; fakat festival tarihinde Hollywood’da Beyaz Perde Aktörleri Derneği ve Amerikan Televizyon ve Radyo Sanatçıları Birliği (SAG- AFTRA) üyelerinin grevde olması sebebiyle prömiyerini ertelemek zorunda kalmıştı. Üyelerin grev boyunca film festivallerine katılması yasaktı. 

Bekleme süresi arttıkça izleyicilerin filme olan merakı da giderek büyümeye başladı. Sadece Zendaya’nın instagram hesabından paylaştığı fragman bile 60 milyon kez oynatıldı. 

Kıyafetleri ile sık sık gündem olan Zendaya, bu süreçte giydiği tenis topu detaylı elbise ve ayakkabılar ile moda dünyasını da Challengers tartışmalarına dâhil etti.  

Konu nedir?

Tashi, antrenörlüğünü yaptığı eşi Art’ın kötü giden kariyerini düzeltmek amacıyla onu düşük seviyeli bir turnuva olan “Challengers” turnuvasına kaydettirir. Bu turnuvanın bir diğer yarışmacısı, Tashi’nin eski sevgilisi ve Art’ın eski en yakın arkadaşı olan Patrick’tir. Patrick ile Art’ın heyecan dolu maçının eşliğinde bir aşk üçgeninin sivri köşelerinde gezintiye çıkarız.

Yer ve zaman 

Çoğunlukla otellerde ve tenis kortlarında; Art, Patrick ve Tashi’nin ilişkilerinin geçmişinde ve şimdisindeyiz.

İlk intiba

Filmin başlangıcıyla beraber Tashi, Art ve Patrcik’in karakter özellikleri çok net bir şekilde sunuluyor. Art’ın başarısızlığı, darmadağın olmuş egosu… Bütün bu yıkıntının ardında onun uzattığı eli tutan Tashi ise bir o kadar pes etmekten uzak, kararlı hâliyle beliriyor Art’ın yanında. Tenis kortunun tam ortasında tribün koltuğunda hızlıca bir sağa, bir sola dönen kafasının içini okumak ilk andan itibaren kolay oluyor. En karmaşık ruh hâline büründüğü anlarda bile Tashi’nin bir gülümsemesiyle, gözlerini kaçırışıyla, kafa hareketleriyle ne hissettiği anlaşılıyor.

Tribünde Tashi’yi, tenis kortunun sağ yarısında ise Art’ı gördükten sonra geriye kortun solunu doldurmak kalıyor. Patrick beş parasız hâliyle, yatacak yer bulmak için cazibesini kullanma çaresizliğiyle ve arabada yatmaktan kitlenmiş bedeniyle giriş yapıyor. Rakibinin, eski dostu Art olduğunu öğrenmesiyle beraber Tashi, Art ve Patrick’in aşk üçgeninin oluşumunu izlemek üzere geçmişe gidiyoruz. Zaman sıçramaları ile karakterlerin şimdiki noktalarına gelme sebeplerini araştırırken film her bir ânı ile bir tenis maçına dönüşüyor.

Karakterler üzerine

İki yakın dost olan Art ve Patrick’in başarılı tenisçi Tashi’yi ilk gördükleri andan itibaren değişim başlıyor. Tashi’nin kendinden emin görünümü, Art ve Patrick’in yanına geldiğinde daha da belirginleşiyor. İkili, bir partide Tashi ile tekrar konuşabilme umuduyla partinin sonuna kadar kalmayı “çaresizlik” olarak tanımlasa da başka bir yol görünmüyor. Bu çaresiz başlangıcın üzerlerine yapışıp kalacaklarından habersizce Tashi’nin telefon numarasını isteyip, otel odalarına davet ediyorlar. Tashi’nin gelmeyeceğinden emin bir şekilde odalarında takılırken kapı çalıyor. Tashi’nin soruları ile birlikte, Art ve Patrick’in karakteri ve aralarındaki ilişkinin kıvrımları daha da netleşiyor. Tashi, daha çok Art ve Patrick’in ilişkisini merak ediyor. Yatağın ortasına oturup bir tarafına Patrick’i, bir tarafına ise Ash’i oturtuyor. Kendilerini ateş ve buz olarak tanıtan Ash ve Patrick; Tashi’nin aradan çekilmesiyle tutku ile öpüşmeye başlıyor. Ateş ve buzun film boyunca devam edecek olan bu dansı, Tashi’nin odadan çıkışıyla bölünüyor. Bu oyunun kurallarını en baştan sonuna kadar Tashi’nin belirleyeceğinden emin; üçgenin sağında Patrick, solunda Art, en tepede ise Tashi beliriyor. Bu görünmez üçgen tenis kortuna yerleşirken Tashi tribünün tam ortasında, tepedeki konumunu koruyor. 

En çok nesini sevdim

İkili sahnelerin kurgusuyla bir tenis maçı hâlini alışını, özellikle bu sahnelerdeki müzik ve ses tasarımını… Film boyunca zaman sıçramalarının tam yerinde kullanılışını. Genel bir düşününce kurguyu, evet en çok kurguyu.  

En az nesini sevdim

Filme ve hikâyeye pek de hizmet etmediğini düşündüğüm Art ve Tashi’nin bir çocuklarının oluşunu. Tek bir sahneye hizmet etmesi amacıyla tasarlanan çocuğun bu hikâyede kayboluşunu ve o sahneye aslında pek de hizmet edemeyişini. 

Geçmiş hâllerini çok iyi tanıdığımız Art, Patrick ve Tashi’nin şimdiki hâllerinde film ilerledikçe yer yer boşluklar oluşmasını… 

Nasıl hissettirdi?

Ateş ve buzun dansının ritmine ayak uydurmak; filmden kopmayı, düşüncelere dalmayı veya anlık bir saate bakmayı bile imkânsız hale getiriyor. Tashi’nin tribünde kafasını oynatmayı bıraktığı o âna ihtiyaçla film bitince durup düşünme ihtiyacı doğuyor fakat ne mümkün… Tema müziği eşliğinde tenis kortu filmden çıkıp zihindeki yerini buluyor. Bir süre zihinde kalacağı kesin.