“We Are Who We Are” bitti, yolculuk devam ediyor

İtalyan yönetmen Luca Guadagnino’nun HBO’da yayımlanan 8 saatlik film-dizisi sona erdi. İlk dört bölümüne dayanarak yazdığım yazıda sizlere “We Are Who We Are”ı izlemek için 3 neden sunmuştum. Fraser ve Caitlin/Harper’ın hikâyesi queer ergenliklere dair yeni fikirleri sunmaya, film-dizideki askerlerin hikâyesi Amerikan İmparatorluğunun can çekişmesini göstermeye ve genel olarak Guadagnino’nun imzası olan görsel şölen devam etti. Ancak son dört bölüm, sakin sakin anlattığı hikâyeyi biraz daha arka plana alıp queer sevgi, yas ve gitmenin ortaya çıkardığı duygular üzerine yeni bir şeyler söyledi ve sadık izleyecilerine hem kendi içlerinde hem de kendi aralarında konuşmaları gereken bir sürü konu bıraktı. Sürprizbozan istemiyorsanız yazının devamında siz film-diziyi bitirince buluşalım.  

Yazı: İlker Hepkaner

Ergenlikte queer aşklar

Er ya da geç queer bir ergenlik yaşayanlara oldukça tanıdık gelen ilişkiler (ya da ilişkilenememeler) karakterlerimizin başına son dört bölümde teker teker geliyor. Fraser’a onu doğuran Sarah’dan daha fazla ebeveynlik yapan Maggie ve Caitlin/Harper’ın Trump destekçisi maço babasının baskısından muzdarip annesi Jenny’nin askeri üs ve şehrin boğuculuğunda filizlenip hızla solan aşkı, iki yetişkin kadın arasındaki ilişkinin düzene kurban gidişine çok güzel bir örnek oluşturuyor. Buna karşın arkadaş grubunun yeni popüler kızı Britney’in Caitlin/Harper’a olan ilgisi onu görmezden gelme, terk etme ve sonra “aslında hep sana âşıktım” itirafıyla kreşendoya ulaşıyor diyebiliriz. Bu birbirine zıt gibi görünen iki queer aşkın bitişinin tarafların toplumsal cinsiyetleri veya medeni durumlarıyla alakası yok. Konu tamamen karşı tarafın düşündükleri insan olmamasında düğümlenip kalıyor.

Fraser’ın aşk hayatı ise başka çalkantılara gebe. Guadagnino’nun daha önce Call Me By Your Name’de de işlediği “kendinden emin ergen erkekle ne yaptığını hâlâ bilmeyen genç adam arasındaki aşk” teması, Jonathan’ın Fraser’ın kalbiyle ona hiçbir şey açıklamadan oynamasında vücut buluyor. Kimsenin kimseye cinselliğini açıklama borcu yok, bu konuda Jonathan’la hemfikirim. Ancak genç bir asker olan Jonathan’ın ondan hoşlandığı her hâlinden belli olan ergen Fraser’ı içinde bıraktığı boşluk televizyonu kırdıracak cinsten. Büyürken (bunun için illa ergenlikte olmanıza gerek yok) sizden daha büyük birisinin kimi konularda olgunluk göstermesini beklediğiniz ancak bu beklentiniz karşısında daha çok bilinmezlik, daha çok çaresizlik ve daha çok üzüntüye gark olduğunuz anları yeniden yaşamak istiyorsanız, Fraser’ın hikâyesine dikkatli bakın derim.

Ölüm, yas ve değişen dengeler

We Are Who We Are’ın Amerika İmparatorluğunu yansıttığını daha önce yazmıştım. Konunun geçtiği üste yaşayan Amerikalı gençler için İtalya, kendilerini daha iyi tanıdıkları bir oyun bahçesi. Ancak hikâyenin karakterlerinin yakın arkadaşı Craig’in öldürüldüğü Afganistan bir savaş alanı. Guadagnino tam bir bölümü bu farklılığa ve kayba verilen tepkiye adamış. Önce askerî bir aciliyet olarak algılanan bu ölüm, yavaş yavaş önce üsteki toplumda, sonra da kırılganlığını daha önce test ettiğimiz arkadaş grubunda etkisini gösteriyor. Haber üse ulaştığında dizi dizi Amerika’ya has sahte bir araya gelme performansları organize edilse de, tahmin edeceğiniz gibi genç bir ölümün kimseyi bir araya getirdiği yok.

İyi bir hikâye asla sadece anlattığı olaylar zincirine dair değildir. İyi bir hikâye bize duyguların ve durumların üzerimizde yarattığı tahribatı göstermek görevini de üstlenir. Bu noktada We Are Who We Are yasın toplumları bölmesinden daha çok, toplumlarda çoktan var olan çatlakları derinleştirmesinin bahsediyor. Craig’in Afganistan’da öldürülmesinin nedeni, hikâyesini izlediğimiz üste yeteri kadar eğitilmemiş olması mı; yoksa her karakterin bir şekilde kaymağını yediği Amerika İmparatorluğunun bir bedeli mi, bunu asla öğrenemiyoruz. Craig’in ölümü üste Komutan Sarah’ya karşı seslerin yükselmesine ve Fraser’ın yarım yamalak parçası olduğu arkadaş grubundan iyice dışlanmasına sebep oluyor. Bu durumda Fraser’ın eli kolu bağlı, ancak annesi Sarah’nın etkili bir çözümü var. İmtiyazlarını kullanarak hem üsteki hem de ailesindeki görsel huzuru bozan Poythress ailesini üsten gönderince bu ailenin mensuplarından Caitlin/Harper’ın Fraser’la olan arkadaşlığının da sonuna gelmiş oluyoruz. Filler tepişirken, olan çimenlere oluyor.

Bir hikâyenin kaybolması

We Are Who We Are bitmek yerine kaybolan bir hikâye. Son bölümde Guadagnino’nun seyirciye uzun uzun Blood Orange konseri izletmesinin, kimi diyalogların duyulmamasının ve hatta son bölümde ortaya çıkıp Fraser ile Caitlin/Harper arasındaki ilişkiyi allak bullak eden Luca’nın bir anda kadrajdan silinmesinin nedeni bu. Bu kayıp nedeniyle cevabını asla öğrenemediğimiz sorular var: Caitlin/Harper’ın cinsiyet sorgulamaları bir yere vardı mı? Fraser’ı o gittikten sonra üste neler bekliyor? Aralarındaki sevginin evrildiği nokta neresi? Ve -şahsen benim tek merak ettiğim soru- “dünyanın en güzel yeri”ne birlikte gittiler mi? Bu soruların cevaplarının bize bilinçli bir şekilde verilmesinin çoğu seyirciyi rahatsız ettiğini tahmin ettiğim queer bir noktası var. Ancak tanımlamaların kendisinden kaçan bir bakış açısının 7 saat boyunca işlendikten sonra finalde yerini sınırlara, tanımlamalara ve mutlaklığa bırakmasını bekleyemeyiz herhâlde, değil mi? Belirsizlik sizi rahatsız etmesin, bazen güzellik onda saklı.

Guadagnino, We Are Who We Are ile ana akımda queer hikâyelerin anlatımının en yeni ve etkin halkalarından birini ortaya çıkardı. Bundan sonra hem kendi projeleri için, hem de queer hikâyelerin peşine düşecek diğer yönetmenler için çıtayı oldukça yükseltmiş durumda. Umuyorum ki We Are Who We Are, ana akım stüdyoların iki boyutlu karakterlere artık ezberlediğimiz sözümona queer hikâyeleri tekrar tekrar oynatmalarının sonunu getirir. Zira bundan sonra uzun süre her türlü filmi veya diziyi We Are Who We Are ile kıyaslayacağız gibi duruyor.