Sıkışınca aşka tutunacaksın: Öbür - Sonsuza Kadar

Yazı: Asya Yigit - Fotoğraf: Ezgi Baştan, Yasemin Derme

Ölüm korkusudur
Beni bozkırda koşturan!
(Gılgamış Destanı)

Proje Difüzyon ekibinin yeni işi Öbür: Sonsuza Kadar, hem bugünün içinde kaybolduğumuz sorunları hem de insanlığa dair ilk metinlerden günümüze kadar sürekli karşılaştığımız dertler etrafında dönüyor. Savaşlar, yıkımlar, göçler, kimlikler ve sonu gelmeyen vahşet… Hepsinin insan olmakla kesiştiği bu senaryodan belki de insan olmaktan çıkarak kurtulabiliriz, ölümsüz olarak.

Vampirlik teması üzerinden yola koyulan ve devising tekniğiyle ortaklaşa bir üretimin çıktısı olarak meydana gelen Öbür: Sonsuza Kadar, uzun süren bir araştırma sürecinin sonucunda güncel temsil ve anlatım biçimlerine de kafa yorarak, geleneksel anlatım biçimlerinin ötesine geçiyor. Yönetmenliğini Onur Karaoğlu, sahne performanslarını Ayda Akkaya, Enes Has, Aslı İçözü, Yağmur Ruken Kahraman, Dicle Şengül ve Zinnure Türe üstleniyor. Oyunun en yakın temsil biletleri burada.

Konu nedir?

7 Ekim 2023. Paris’in merkezinde yer alan bir gece kulübündeyiz: Bütün öbür’lerin ve ötekilerin bir araya geldiği La Mutinerie’de. Camille, Neşe, Beril, Buket, Pierre ve Marie’nin yollarının kesiştiği yer burası. Gecenin ilerleyen saatlerinde kulübe gelen vampir avcısı herkesi vurunca, orada olan iki vampir, Buket ve Neşe, vurulan insanları bir ısırıkla sonsuza kadar yaşamaya çağırıyor. Artık herkes bir öbür. Peki sonsuzluk ne kadar sürer?

İlk intiba

“Olduk sanırım yoksa ölmüştük
Öldük sanırım yoksa olmuştuk.”

Üzerine düşünmeyi çokça sevdiğim ölüm, sonsuzluk ve bu konuların salt bireysel varoluş sancılarının ötesine geçerek toplumsal bir düzlemde yankı bulması heyecan verici. Klasik anlatım biçimlerinin ötesine geçmesinin yanı sıra çoğunlukla elimin tersiyle ittiğim vampirlik temasına getirilen yeni yorum da oldukça ilham verici.

Oyun, etrafında gezindiği konulardan dolayı kayboluyor belli bir noktadan sonra. Kaybolduğu noktada elinde tuttuğu anlatım biçimi, seyirciyi de eş zamanlı olarak dâhil ediyor bu sürüklenişe. Kimlikler, kaçmaya çalıştığımız ülkeler, her gün yemek yeme alışkanlığına dönüşürcesine tanık olduğumuz olaylar… Her şey başka türlü olsaydı, yaşamla ve ölümle ilişkilenmemiz nasıl olurdu acaba? Koca bir çaresizlik hissiyle baş başa kalınan bunca vahşet olmasa, yine de sanatla yolu kesişir miydi insanın? Alışkın olduğumuz klişelerden biri olan sonsuza kadar yaşamanın yollarından biri, ölecek olma gerçekliğiyle bir şekilde baş etme mekanizması. Heidegger’in de hayatı boyunca altını çizdiği gibi ölüme doğru yaşamakta olan bir varlık insan. İnsan olmanın kendisinin zamansal bir düzlemde oluşunun ötesinde bütün kaçış çabalarının, ölmekle değil de ölmekte olduğunun farkında olmakla başlaması.

Sonsuza kadar yaşayacak olsaydık ne kadar uzun sarılırdık birbirimize? Silah seslerinin, kanın ve ölümün bulaştığı yerde insan olmayı unutup unutmama arasında gidip gelen Öbür, sonsuzluk üzerinden inşa ettiği bir tahayyül ile insan olmayı yeniden hatırlatıyor aslında. Fransa’dan iki genç aşık olan Pierre ve Marie, onları ölümsüz yapacak gizemli bir vampir bulmak için evden çıkıyor ve sonsuzluğun içinde Pierre, insan olmayı hatırlıyor: “Üzümleri ezip şarap yapmak kadar romantik bir şey yoktu.”

En çok neyi sevdin?

Ölümü yaşamın dışına atmayan ve ona yaşamı dönüştüren bir yerden sarılan hâli her şeyi biraz daha katlanılır kıldı benim için. Oyun boyunca çok güzel sorular soruluyor ve onlara eşlik eden melankoli etkisi altına alıyor. Gerçekten sonsuza kadar n’apıcaz? Onun da ötesinde her yere savaş ve kan sıçradıysa, sonsuza kadar neden yaşayalım?

“Senin beni sevdiğini söylemeni bekleyeceğim.”

Ambiyans / ortam / mekân / kurgu / dekor için neler söyleyebilirsin?

Karşılaşmaların gerçekleştiği gece kulübünün sandalyeleriyle oluşturulan çember oyuncuya, geçirgen bir düzlemde kurduğu zamanın içine, an’a ve oyuna dâhil olma imkanı sunarken, çemberin dışı da sonsuzluğa geçişi beraberinde getiriyor. Çemberin dışına çıkan ve sonsuzluğa katılan her karakter, vampir olma ve sonsuzlukta yaşama deneyiminin yarattığı yabancılaşmayı bedensel bir insan olamama hâli ile zenginleştiriyor. Işığın, göz kamaştıran kostümleri parlatan etkisi de ayrı bir izleme keyfi sunuyor. Benim en çok etkilendiğim ve kişisel olarak sevdiğim şey, zaman mefhumu ile oynanması; lineer olduğuna inandığımız zamanın bükülmesi, kurguyu güçlendiren önemli detaylardan biri.

Oyun, modunu nasıl etkiledi?

“Geleceği düşünmeden sevmek mümkün mü?”

Derrida, Marx’ın Hayaletleri’nde şöyle bir cümle kurar: “Yaşamayı öğrenmek, yaşayan biri için olanaksız değil mi? Yaşamak, tanımı gereği öğrenilemez. Yaşam yoluyla yaşamdan öğrenilemez. Bir tek başkasından ve ölüm yoluyla öğrenilebilir.”

7 Ekim 2023’e bir virgül atıp, yanına ekleyebileceğimiz sonsuz sayıda tarih var sanırım. Bu tarihlerin devam edişini ve noktayı koymayı da insan olmaktan çıkış getiremeyecek gibi görünüyor. Korkuyla tutunduğumuz aşklar, anlaşılmak için yazdığımız hikâyeler ve ortak hayallerimiz… Öbür: Sonsuza Kadar, içinde kaybolduğumuz bir yerde, ortak bir zamanda buluşup çemberin içine alıyor hepimizi.

Kimler sever?

Tiyatroda yeni anlatım biçimlerini merak eden, ölüm ve yaşamla derdi olan, duyduğu her soruya mutlak bir cevap beklemeyen herkesin sevebileceği bir oyun.

Bunu seven şunları da sever

José Saramago’nun Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş isimli romanı. “Ertesi gün hiç kimse ölmedi.” cümlesi ile başlayan roman, ölümün mutlaklığının ortadan kalktığı olumsuz bir sonsuzluk düzleminde kimsenin ölmediği-ölemediği bir dünya kuruyor. 

Varoluşun kırılganlığına eşlik eden vahşeti düşününce, bu kulvarlarda absürt bir dille gezinen Roy Andersson filmi Om det oändliga / About Endlessness.

Soru işaretleri / varsa açtığı tartışmalar…

“Herkes öfkelense yeteri kadar öfkemiz var aslında dünyada.”

Şimdi aşağıya, cevabını bilmediğim sorularımı dökmek istiyorum, herhangi bir cevabı olan bana yazsın lütfen.

Aradığımız anlamın ne olduğunu bir yana bırakıyorum, kendi başına anlamı insanların içinde – yani aslında insan olmaklıkta bulamayacaksak, nerede bulabiliriz? Bir anlam yaratmadan hayatın devam etmesinin mümkün olmadığını da göz önünde bulundurduğumuz zaman?

Dünyanın dertlerini düşünen tek kişi değil Beril; bu dertlerin içinde boğulmadan yaşamak, sadece yaşamak mümkün mü? Yeryüzündeki herkes bulunduğu yerde rahat edemeyip, başka bir yerde daha iyi olacağına inanıyorsa o başka yer neresi, orada birileri yaşıyor mu, yaşıyorsa ondan nasıl haber alabiliriz?

Hep birlikte bir çemberin içinde nasıl toplanabiliriz?

Tekrar Heidegger’e dönerek oyunda yöneltilen soruya bakmak istiyorum.

“Geleceği düşünmeden sevmek mümkün mü?”

Şimdiki zaman, içinde kaçınılmaz olarak gelecek zamanı taşır. Yaşam “şimdiki zamandır” Heidegger’de ve yaşarken ölmesi de kaçınılmaz olan insanın hayatında ölüm “gelecek zaman” olarak duruyor. Kısacası, gelecek kaçınılmaz olarak şimdiyi barındırmak zorundadır ya da “sonsuz olan gelecek değil, şimdidir.”